'Antalya’da katledilen gencin hikayesi tam olarak budur, ne bir eksik ne bir fazla...'

'İşte Antalya’da katledilen gencin hikayesi de tam olarak budur. Ne bir eksik ne bir fazla. Ve ne yazık ki her şey göz göre göre oldu.'

Haber Merkezi

Kendisi de bir dönem tarikat yurtlarında kalmak zorunda bırakılan Oğuzhan Ü., Antalya'da bir tarikat yurdunda katledilen üniversite öğrencisi Mehmet Sami Tuğrul'un ölümü sonrası, tarikat yurtları gerçeğini yazdı.

Her şey göz göre göre oldu der Marquez, Santiago Nasar’ın ölümüne giden yolculuğu anlatırken. Hayatın akışı içerisinde önümüze çıkan ve göz ardı ettiğimiz dönüm noktaları karşımıza çıktığında beklenmedik bir şeymişcesine şaşırız. Oysa ki her şey gözümüzün önünde, an be an yaşanmıştır ve yaşananlar bir insanın ya da bir toplumun kaderini baştan aşağı değiştirebilir.

Emekçi ailelerin çocukları gizli kapaklı buluşmaların yapıldığı apartman dairelerinde tanışır tarikatlarla. Kulaktan kulağa fısıldanan dedikodular bir şekilde ulaşır her birimize. Burslar, aileye yardımlar, karşılanan kitap masrafları, ücretsiz dershaneler… Borç batağına saplanmış ve dişini tırnağına takıp yirmi dört saat çalışan ailenizi düşündüğünüzde cazip gelir duyduklarınız. Okumak ve büyük insan olmak istersiniz çünkü. Sonra bir okul çıkışı kapısında bekleyen badem bıyıklının birisi eşlik eder size. Önce sağ ayakla içeri girer, yan yana dizili kanepelerden birine iki eliniz bacağınızın arasında oturursunuz. Sonra duyduğunuz dedikoduların gerçek olduğuna inanacağınız vaatler dökülür önünüze. İçten içe sevinir, yüzünüzde anlamsız bir gülümsemeyle eve dönersiniz. İşten yorgun argın gelen anne-babanıza anlatırsınız. İstemsiz ama el mecbur, boynu bükük bir kafa sallanır. Hikayeniz de burada başlar.

Hepsi sizinle aynı yaşta ve aynı maddi zorluklarla boğuşan akranlarınızla yaşamanın heyecanı basar bedeninizi. Olacaklardan habersiz, okumanın ve güzel bir geleceğin hayali döner durur kafanızda. İlk kez aileden uzak, tek başına koyarsınız kafanızı yastığa. Sizinle beraber bir sürü insan aynı hayalin heyecanıyla dalar uykuya. Sonra bir el dokunur omzunuza. Yüzüne bakarsınız. Yine o badem bıyıklı. Asık suratıyla “kalk” der, anlamaz kalkarsınız. Sabahın beşinde neden uyandığınızı anlamaya çalışırken başınız iner secdeye. Daha başınız yerden kalkmadan bir bakmışsınız elinizde bir çalı süpürgesi başlarsınız süpürmeye. Üstünüze yapışan tozlar uçuşurken bütün arkadaşlarınıza kahvaltı hazırlarken bulursunuz kendinizi. Bir parça peynir, biraz yumurta 5 tane de zeytin. Toplaşır yersiniz. Fakat anlamadığınız bir şey vardır: Siz orada oturup bir parça peyniri 5 kişi bölüşürken neden arka masada oturanlar kallavi bir sofranın etrafında buluşmuşlardır? Sonraları anlarsınız cemaatin zengin çocuklarının sofrası ayrı olur.

Günler böyle sürüp giderken hayalini kurduğunuz gelecek de adım adım uzaklaşır sizden. Üniversite okumak yerini çocuk aklınızın almadığı kelimelerle dolu din kitaplarına bırakır. Geleceğin büyük adamının yerini badem bıyıklının sopası altında ezilen çaresiz bir çocuk alır. Daha da küçülmek istemezsiniz çocuk yaşta. O yüzden hafta sonu ailenizin yanında yapmacık gülümsemeler kondurursunuz yanaklarınıza. Böyle sürüp gider hayatınız. Sonra günü gelir dayanamazsınız. Ya bütün sapık düşünceleriyle etrafınızı saran badem bıyıklıların sopasının altında ölü bedeniniz çıkar kapıdan ya da ruhunu kaybetmiş bir genç. Ve hikayeniz burada son bulur.

İşte Antalya’da katledilen gencin hikayesi de tam olarak budur. Ne bir eksik ne bir fazla. Ve ne yazık ki her şey göz göre göre oldu. Bir apartman dairesinde başlayan serüven sermaye ve iktidar eliyle palazlandırılan bir tarikat yurdunun yemekhanesinde son buldu.

Peki gerçekten böyle biter mi bu hikaye?

“İlk tümce hikayemin alın yazısıdır” der Sevim Burak. Gözümüzün önünde yitip giden yarım kalmaya mahkum edilmiş bir hikayenin ilk cümlesiydi. Bizim alın yazımızsa gericiliğin kanlı elleriyle kirlenmiş bu hikayeyi ülkenin çocukları ve onların geleceği için temiz bir sayfaya çekmek olacaktır.