3 Ekim bayramı: 'Büyük Almanya'nın benzersiz yağması 

Birilerine göre “iki Almanya’nın birleşmesi”... Aslına bakılırsa, Alman işçi ve köylülerinin ilk sosyalist devletini, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni (ADC) emperyalist Almanya’nın işgali!

CEMİL FUAT HENDEK

3 Ekim! Federal Almanya Cumhuriyeti’nin tek ulusal bayramı. Hazırlığına hesapsız paralar dökülmüş merasimlerle, heyecanlı nutuklarla, her yıl biraz daha artan askersel resmigeçitlerle ve en başta ısrarlı yalanlarla kutlanan nedir? Birilerine göre “iki Almanya’nın birleşmesi”... Aslına bakılırsa, Alman işçi ve köylülerinin ilk sosyalist devletini, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni (ADC) emperyalist Almanya’nın işgali!

Bu yıl, ADC’nin kapılarını açarak emperyalist saldırganların talanına teslim olmasının 33’üncü yılını kutluyorlar... 33 yıl önce Sosyalist Almanya’nın emperyalizme, faşizme, insanın insanı sömürüsüne karşı ördüğü duvar, senaryosu önceden kurgulanmış tiyatral bir eylemle yıktırıldı. “18 milyon 'hürriyet' diye bağırıyormuş”... “ADC zaten ekonomik olarak çoktan yıkılmışmış”... Geçiniz! 

Bu propaganda mugalatasını kanıtlayacak tek bir somut veri yok elde.

Emperyalizm, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni ne ekonomik, ne de askersel olarak yıkabilecek güce sahipti. Sosyalist devlet, federal casuslarla el ele veren, yıllardır uykuya yatmış azılı antikomünistler ve bir kısmı satın alınmış, gerisi kullanışlı aptallardan oluşan birkaç bin aktivistin köpürttüğü ideolojik saldırı karşısında yenildi. Bir yanda iktidardaki kadroların önemli bir kısmı, öte yanda hain Gorbaçov kliği... 

Bunlara dayanarak Sovyetler Birliği’nden sonra dünyanın en gelişkin sosyalist devletini, hatta bazı çevrelerde dünyanın en büyük 10 sanayi ülkesinden biri olarak değerlendirilen Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni yerle bir ettiler. Bu rakamın abartılı bir propaganda olduğuna yönelik büyük bir popaganda makinesi çalıştırıldı yıllarca, ama BM verilerinde bile ADC’ye dünyanın en büyük 15-20 ülkesi arasında yer veriliyordu. Bonn-Berlin yıllarca bu “komünist propaganda” ile yayılan verilerin sahte olduğunu ileri sürdü. ADC çöken bir ekonomiye sahipti, onun için yıkılmıştı. Hâlâ da bu kapitalist yalan makineleri toplumu buna inandırmak için dört koldan çalışıyor.

Elmayla armudu toplamak

Gerçekten de, yıkıcılar sadece “özgürlük” ve “demokrasi” çığlıkları atmadılar. Başka bir koca yalan daha saldılar ortalığa: Herkesin okulun ilk sıralarında öğrendiği bir aritmetik kuralını hiçe sayarak “elmayla armudu topladılar!” Paylaşmacı kamu düzeninin işletmelerini, pazar ekonomisinin sömürüyü artırarak kârı yükseltmeye dayalı ölçütleriyle değerlendirmeye ve var olanı eleştirmeye başladılar. “Kârlılığı artırma”, “pazarda rekabeti teşvik”, “gereksiz istihdama son vererek zararı önleme” gibi lâflar dolaşıma soktular. 

Ülkedeki özelleştirmeler ihanet  fırtınası esmeye başladıktan sonra, fakat henüz ADC tamamen yıkılmadan önce başlatılmıştı. Batı’dan her türlü desteği almakta olan, “Demokrasi, şimdi!” sloganı altında sosyalist sistemi çökertmeye yeminli güruhun dayatması üzerine, Modrow yönetimi altındaki ADC Bakanlar Kurulu 1 Mart 1990’da bir karar aldı: Ülkede yeterince yatırım yapılmadığı için üretimi aksamakta olan ve rekabet gücü kalmamış işletmeler, “kamusal düzene uygun olmak koşuluyla” yatırıma açılarak modernleştirilecek, bu mümkün olmazsa kapatılacaktı. Bu karar Temmuz 1990 tarihinde Halk Meclisi’nce onaylandı, yasa olarak yürürlüğe kondu. Bu yasayla birlikte ülkedeki işletmelerden 8 bini mercek altına alındı ve o yılın sonuna dek 500 işletme özelleştirildi.

Görünen o ki, bir kısmı ihanet içinde olan, geri kalanların çoğunluğunun da beyin felcine uğradığı anlaşılan ADC yönetimi 1990 yılında “barışçıl bir geçişle iki Almanya’nın birleşeceğini” sanıyordu. O nedenle bütün sınır kapılarının açılmasını da emrettiler. Ne var ki, sonuç hiç de emperyalistlerin onlara söz verdiği gibi olmadı. Kapıların açılmasıyla birlikte emperyalist yağmacılar Portekizli “Konquisdator”ların İnka altınlarına hücum ettiği gibi ADC topraklarına daldılar. Alelacele “Kayyum Dairesi”ni ele geçirdiler. Bu dairenin başkanına işten el çektirerek “pazar ekonomisinde uzmanlaşmış bir kişi gerektiği” savıyla uluslararası bir tekelin, Hoesch AG’nin Yönetim Kurulu Başkanı Detlev Karsten Rohwedder’i o göreve getirdiler. “Planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçişi sağlamak üzere” ADC’deki devlete ait eksiksiz tüm mal varlığını da bu idarenin tasarrufuna bıraktılar.

Bire kadar kırmak: Büyük talan

Böylece yakın tarihin gördüğü -SSCB’de olana benzer- en büyük yağma başladı. Dev boyutlarda bir yağmaydı bu. Göreve getirildikten birkaç ay sonra Rohwedder’in Kızıl Ordu Fraksiyonu tarafından öldürülmesinin ardından onun koltuğuna oturan Hıristiyan Demokrat politikacı Birgit Breuel’in başkanlığındaki Kayyum İdaresi 1991’den 1995’e dek, tamamiyle halkın malı olan ADC’den kalma serveti -geriye hiçbir şey bırakmamacasına- yok etti. Dev kombinaları parçaladı. Bir kısmını haraç mezat sattı. Diğer kısmını doğrudan kapattı. Tarım arazilerinin, devlet çiftliklerinin bir kısmını eski büyük toprak sahibi Junker’lerin torunlarına iade etti. Geri kalanları tarım tekellerine neredeyse bedavaya devretti.

Talan gerçekten büyüktür. Deyim yerindeyse, ülkeyi tarumar ettiler, taş üstünde taş bırakmadılar. Sadece 3 Ekim 1991 - 31 Aralık 1992 arasında 11 bin 43 işletme, 10 bin 311 gayri menkul ve  27 bin 807 hektar tarım arazisi satıldı. Kimisi dünya çapında kaliteli ihraç malı üreten 23 bin 500 işletme bu tırpanlamaya kurban gitti. Bunlardan 19 bin 500’ü içindeki 15-20 bin işçi çalıştıran dev kombinalar küçük parçalara ayrılarak özel kişilere ve şirketlere devredildi. 2,4 milyon hektar ekilebilir arazi ranta açıldı. Dev kombinalar etrafında oluşmuş on binlerce nüfusa sahip kasabalar boşaldı. 4 bin orta ve küçük işletme ise tamamen kapatıldı. Bugün çoğunun yerinde yeller esiyor. Ayrıca 25 bin dükkân ve otel, ADC Halk Ordusu’na ait 42 bin taşınmaz da yok pahasına satıldı.

Rantçı çekirgeler

Bu sırada alıcıların kim olduğuna, amacına bakılmadığı gibi, 1 Alman Mark’ına satılan işletmeler bile oldu. Aralarına bazı büyük şirketlerin de karıştığı dolandırıcılar güruhu, neredeyse bedava ele geçirdikleri bu işletmeler üzerinden büyük krediler aldıkları halde fabrikaları kapatarak, tesisleri yıkarak arazilerinden rant elde etmeye yöneldiler. Bu özelleştirmelerin başında, her iki ülkenin ekonomi bakanlıkları arasında değeri 600 milyar Alman Markı olarak anlaşmaya varılmış olan ”her şey”den elde edilen sadece 67 milyar Alman Markı oldu.

Ya zarar? Sadece mal varlığı mı? Olan, asıl sosyalizmin koruyucu şemsiyesi altında refah içinde yaşayan 18 milyon insana oldu. İşsizlik nedir bilmeyen, bedava sağlık hizmeti alan, çocuklarını bedava anaokullarına, orta eğitime ve üniversitelere gönderen, gelecek kaygısı duymayan insanlar... Bir anda dünyaları yıkıldı. Milyonlarcası işsiz kaldı. Örneğin, 1991 başında var olan 4,1 milyon işyerinden 1994 sonunda sadece 1,5 milyon işyeri kalmıştı. Bu sayı sonraki yıllarda daha da azaldı. (Gerçek sayılar artık sansür altındadır.) Ve fakat...

Ey özgürlük!

ADC yurttaşları emperyalistlerin söz verdiği özgürlüğe kavuştular! Diplomaları yırtılan doktorlar hastabakıcı olarak çalışma, mühendis ve mimarlar inşaatlarda iş arama özgürlüğüne kavuştular. Fizikçiler, kimyagerler kamyon şoförü, sıradan fabrika işçisi olabildilerse sevindiler. Bir zamanlar 80 ADC Markı kira verdikleri 80 metrekare konutları 800 Alman Markı’na kiralamakta özgür oldular. (Bu sayılar 1990’ların sonunda reel sayılardı; şimdilerde sözde modernleştirilen aynı evlerin kirası yaklaşık 1200-1500 avro.) Batı’ya iş aramaya gidenler, üstüne üstlük “Ossi” (Doğulu) olarak aşağılanmaya tahammül etme özgürlüğünü de elde ettiler.

Dahası da var: Bir milyondan fazla insan, ülke çapında ADC gizli servisi “Stasi” çalışanlarına ve aktif komünist parti üyelerine karşı başlatılan cadı avından kurtulma mücadelesi verme, kendisini savunmak için belge arama, avukat tutma özgürlüğünü tattı. Bunların çoğunun emeklilik hakları da bu arada budandı, çoğu sosyal yardıma muhtaç hale düşürüldü. Bir zamanlar olimpiyatlarda madalya koleksiyonu yapan sporcu ulusun gençlerine de, spor sahalarından uzaklaşarak “ot içme”, “diskoteklerde azma” ya da “televizyon karşısında köhneme” özgürlüğü armağan edildi.

Başlarda bütün olan bitenleri eli böğründe seyreden bu insanlar, başlarına gelenin bilincine vardıklarında, grev yapmaya, açlık grevine çıkmaya kalktıklarında, artık çoktan iş işten geçmişti. Hani şu ”özgürlükler ülkesi” Almanya medyasında en ufak bir şikâyet bile sansüre takılıp kaldı. Doğu Almanya sessizliğe gömüldü... Bu baskı karşısında oluşacak tepkiye karşı önlem olarak da ülkenin doğusunu AfD (Almanya için Alternatif) adındaki faşist partiye teslim ettiler.

Sosyalist Almanya’daki yaşamı özleyen insanlar halen bu ”barışçıl birleşme” yalanını içlerine sindirmiş değiller. Bu nedenle 33’üncü yıl kutlamalarında halkın birleşmek için cesaret göstermesi çağrıları devam ediyor. Yeniden büyüyen ve kimi çevrelerde “Büyük Almanya” olarak nitelenen Federal Almanya, ADC’yi yuttuktan sonra, neredeyse kapısının önünde, Ukrayna’daki bir savaşta, ABD emirleri doğrultusunda yangına körükle gitmeyi, halka kabul ettirmeye çalışıyor. 

33 yıl, şiirimizdeki Ahmed Arif imzalı “33 Kurşun” gibi bir acıyı hatırlatıyor. 

Avrupa’nın ortasında, eski sosyalist coğrafyalarda yeni felaketler pişiriliyor. Bunu yapabilmek için Avrupa’dan sosyalizmin ve onun en başarılı örneklerinden ADC’nin ortadan kaldırılması gerekiyordu.

2023’te buradayız.