Yerli diziler kış sezonu için televizyon kanallarında yerlerini almaya başladılar. Dizilerin izleyeni çok. Sinema, yalnızca sinema salonlarında oynatılan filmlerle değil; DVD, VCD, TV filmleri ve DİZİ filmleriyle çoktandır yaşamımızın bir parçası oldu. Çoluk çocuk ekran başına oturunca kalkmak bilmiyoruz. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, dizi izleyicisi profilinde tek değişiklik genç erkek izleyici kesimindeymiş: Gençler sosyal medya ve bilgisayar oyunlarına daldıkları için dizilere zaman ayıramıyorlarmış.
Sinema gibi dizi filmlerin de kitleleri etkilemede büyük bir güç olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla yapımcılar da bu gücü alabildiğine kullanıyorlar. Nasıl olsa kendilerine toplumsal sorumluluklarını hatırlatacak izleyici kamuoyu da etkisiz; “izleyici bunu istiyor” bahanesinin ardına gizlenip bildiklerini okuyorlar.
Ortalama izleyici, dünyayı nasıl algılıyorsa, diziyi de öyle algılar. Diziler de zaten ortalama, dahası eğitimsiz izleyicilere göre tasarlanıp çocukların bile anlayabileceği bir basitlikte yapılır. Genel eğilim izleyiciyi oyalamaya , eğlendirmeye öncelik tanımaktır. Kapitalist sistemde satış ve kâr için güzellik, zenginlik, güç, başarı, karizma, prestij gibi değerleri yüceltmenin şart olduğu bilindiğinden yapımcılar da konu bulmakta zorlanmazlar. ( Hükümetlerin maddi destek verdiği diziler, mafya dizileri, toplumbilimsel araştırmalar açısından önemli olan dini içerikli , erkek izleyiciye yönelik kahramanlık hikayesi türü diziler konumuzun dışında) Son yıllarda zengin kesimin yanı sıra toplum dışına itilmiş ve toplumun alt katmanlarındaki insanlar da içinde olmak üzere, her kesimden insanın trajedisi üzerine kurulmuş diziler rağbet görmektedir. Dizi kahramanlarında haksızlıklar karşısında öfkenin, isyanın bini bir paradır ama toplumsal yakınmanın izi bile yoktur. Vicdan azabı, pişmanlık, kıramadığın eli öpmek gibi geleneksel malzeme kullanılarak gerçeğin üzeri örtülür. İleti bellidir: Kötüler cezasını bulur. Sevgiyle herkesi yola getirmek mümkündür! Örneğin, sevgi uğruna kadın, aileyi bir arada tutabilmek için kendi hayatından vazgeçer. Ama sözgelimi aile bireylerinden birinin, iş yerinde çalışma saatlerinin artması ya da işten atılması, aile içinde hukuki bir sorun olarak tartışılmaz. Emekçilerin, işsizlerin ekonomik sıkıntıları düzen içi yollarla halledilmeye çalışılır. Yasaların çözemediği sorunlar İlahi adalete bırakılır. “Emeğin değeri”, “çalışanların hakları” gibi izleklere yere verilmez . Toplumsal dokuya nüfuz etmiş sınıf, etnisite, din, mezhep, toplumsal cinsiyet v.b. ayrımcılık gizlenir. Nispeten eli yüzü düzgün denilebilecek dizilerde de liberal değerlere şöyle bir değinmekle yetinilir. Kapitalist toplumun açmazı çözümmüş gibi gösterilmeye çalışılır.
Öte yandan erkeklik kültürü eleştirilmez. Mafya dizilerini aratmayacak sertlikte, izleyiciye örnek teşkil edecek işkence sahnelerini kullanmaktan çekinilmez. Şiddet, kavga, cinayet v.b. sahneler dizide önemli bir öğe olabilir, ancak, bu kanlı görüntüler kullanılmadan da – görüntüyü flulaştırarak değil!- sanatsal bir dille anlatılabilmelidir. Fiziksel betimleme olmadan, ima etme, hissettirme biçimindeki bir sunumun, asıl anlatılmak istenenden daha çok ilgi toplayacağı açıktır. Ama reyting artırma uğruna eril şiddet meşrulaştırılır. Oysa güç, hak yaratmaz. Güç de toplumsal bir kurgudur. Şiddet kültürümüze girmiştir. Silah edinmek çok kolaylaşmıştır. Şiddet uygulayan da, şiddete maruz kalan da ruhsal yönden izi kolay kolay silinemeyecek tahribata uğramaktadır. Özellikle çocukluk çağında kız ve erkek çocukların yaşam karşısında cesaretini kırar şiddet. Yetişkinlikte kadınları “eve hapsolunmaya” yazgılı kılar. Dizi yapımcılarının, toplumun şiddete bakışını değiştirme konusunda sorumlulukları vardır. Ama anlaşmazlıkların çözümünde diyalogdan çok şiddet kullanılır. Diyaloglardaki sözel şiddetse fiziksel şiddete taş çıkartmaktadır.
Denilebilir ki, dizilerin egemen kültürün kodlarından tamamen bağımsız olması beklenemez: Adı üstünde dizi… Aşk, kıskançlık, intikam, entrika v.b. izlekler aracılığıyla DNA, ilik nakli, aile sırları , yetimhaneye bırakılmış , evlatlık verilmiş çocuklar v.b. moda unsurlarla ; karakol, hapishane, hastane, ameliyathane, yetimhane, lüks rezidanslar, konaklar, restoranlar v.b. mekânlarla izleyicinin dikkatinin olay örgüsüne yöneltilmesi sağlanabilir. Karakterleri canlandıran oyuncular ne denli başarılıysa amaca o denli kolay ulaşılır. Ancak bir yere kadar… İçerik, gerçekliğe denk düşmüyorsa, inandırıcılığını yitirir. Örneğin hemen tüm dizilerdeki günün yeni modası, işadamı – çalışan “varoş” kız arasındaki gönül ilişkisini ele alalım: Karakterlerin yaşamı toplumsal konumlarından, dönemin çatışmalarından, gerginliklerinden soyutlanarak, klişeler üzerinden yansıtılır; gerçek duygu, düşünce, beklenti, düş kırıklığı gibi ruh hallerine değinilmez. Konaklarda çalışan hizmetlilerin, hakaret, kovulma , gece gündüz çalıştırılma v.b. kötü koşullarda çalışmayı kabul eder hale gelmelerine “dokunulmaz” .
Yapımcılar, piyasanın rekabet ortamında farklı konulara el atmaya ihtiyaç duysalar da sarsıcı olaylara odaklanmaktan çekinirler.
Ancaki, izleyici gündelik yaşamın sorunlarından kaçmak için bu tür dizilere ilgi duyuyor, argümanını artık kuşkuyla karşılamak gerekir. Eleştirelliği sindirmiş aktif izleyici yerine, ekran başına mıhlanmış, sistemle uyumlu, teslimiyetçi izleyici olmayı teşvik etmek, kendi bindiği dalı kesmektir. İzleyicinin eleştirelliğinin sönümlenip gerilemesine yol açmak sür git olamaz. Gün gelir yapımcıları bel bağladıkları Güney Kore dizilerinin ehlileştirilmiş uyarlamaları da kurtaramaz. Nitekim, canlı yayınlarla sunulan hayatın içinden yaşam dramlarının – faili meçhul cinayetler, çalınmış çocuklar, kaçırılan genç kızlar, kavuşamamış aile bireyleri v.b.- esaslı reyting getireceğinin kokusunu almış olan programcılar, saatler süren programlarıyla tüm kanallarda faaliyet göstermeye başladılar. Dolayısıyla yoksa dizilerin modası geçiyor mu , sorusu geliyor akla. Aslı varken kurgusuna ilgi duymuyor demek ki izleyici !
Nitelikli dizilerin daha önce örneklerini gördük, halen de görmekteyiz. Dizinin, izleyicinin algılama düzeyini geliştirmesi beklenir, geriletmesi değil. Sanatın artık geçmişe oranla eleştirel, muhalif olamadığı bir dönemden geçiyoruz. Sanatçının , içeriğin izleyici tarafından daha kolay algılanabilmesi için sanatsal ilkelerinden ödün vermeye hakkı yoktur. Dizilere gelince; değil mi ki gerçeğimiz olmuştur; nitelikli bir dizi, onu izleyecek, değerini kavrayacak izleyici sayısının artmasına bağlıdır. Nitekim dizilerden farklı beklentileri olan, ekran başındaki tutsaklığa direnen izleyiciler de yok değil. Yeter ki giderek yalnızlaşmasınlar. Toplumsal bilincin gelişmesinde kuşkusuz nitelikli yapıtlara ihtiyaç vardır; dizilerden de beklenen budur kanımca.