Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır

soL gazetesinde Erkan Baş’ın hazırladığı “Milenyum Dönekleri” yazı dizisi, ikinci büyük döneklik tartışmasını başlatır mı, başlatırsa nasıl olur, bilemeyiz. Birincisi, çok karışık bir döneme denk gelmişti. Bu dönemin, Sovyetler Birliği’nin çeşitli evrelerden geçerek çöküşüyle, Çin’de Tien Anmen Direnişi’nin bastırılmasından sonra hız kazanan kapitalizme geçiş süreciyle başladığını ülkemizde büyük ama yersiz umutlarla kurulan, solun kitlesel örgütü denilen siyasi partinin parçalanıp farklı bir yapıya evrilmesiyle de sona erdiğini söyleyebiliriz. Ondan sonra yine laf atmalar oldu ancak herkes kendi yerini belli ettiği için, tartışmanın anlamı kalmadı. Döneklik kotası dolmuştu daha doğrusu, dramatik etki yaratabilecek türden döneklikler sona ermişti.

Sosyalizm adına kurulmuş ne varsa hepsinin yıkılması, iki farklı tepkiye yol açtı. Bir kısım insan, müthiş bir heyecana kapıldı Sovyet proletaryasının bilinçli kesimi ile Kızıl Ordu’nun Ekim Devrimi’ni yenilemesini bekledi. Beklenti yersiz değildi, Sibirya’daki Vorkuta madenlerinde grev başlamıştı. Duma (parlamento) binası topa tutulduğunda Rusya’ya gitmeye kalkanlar dönemin kısıtlı iletişim imkanlarına rağmen Tien Anmen Meydanı’ndaki Dazubao’larda (duvar gazeteleri) ne yazdığını öğrenmek için çırpınanlar oldu. Bunlar yıprandılar ama dönmediler. Nasıl ki Paris Komünü 72 gün sürmüşse, sosyalizmi kurma deneyimleri de birkaç on yıl sürüp sona ermişti. Kapitalizm var oldukça, yeni devrimler kaçınılmazdı. Tarihin uğultusuna kulak vererek Marksizmin devrimci temellerine bağlı kaldılar.

Bir kısım insan ise büyük bir rahatlama duydu. Bu noktada durup, dönek dediğimiz kişinin, bizzat içinde yaşadığı maddi ortamın ve sosyal çevrenin ürünü olduğunu söylememiz gerekir. Kişilik özellikleri, vicdani yapıları, arzuladıkları hayat tarzı da Soğuk Savaş sonrasının postmodern ya da solumsu neoliberal söylemine yatkındı. Bildikleri, yaşadıkları anlamda sosyalist bir solun, bütün o kızıl bayrakların, üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkiyi devrimci yöntemlerle çözme, toplumun kültürünü dönüştürme arzularının (“büyük anlatılar/grand narrative”in) ebediyen tarihe gömüldüğünü sandılar ve rahatlayarak dönek oldular.

Hizmetine girdikleri siyasi ve iktisadi güçlerin niteliğine göre pek çok kategoriye ayrılırlar. Vicdan yükünü kaldıramayarak kendi geçmişinden, dolayısıyla kendinden tiksinen, sosyalistlerin geçmişine alenen hakaret ederek sürekli şişmanlayıp birer bok çuvalına dönen akademisyenler Alman vakıflarına kapılanıp ağır gazeteci pozlarında, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’nın yakın arkadaşı olduklarını da yerli yersiz belirterek, geçmişte yedikleri her türlü herzeyi inanılmaz bir pişkinlikle akla uydurmaya çalışan, gözlüğü yeşil çerçeveli, rahat tavırlı gazeteciler Avrupalı istihbarat örgütlerinin verdiği ödevleri yapıp kitaplar yazarak denizaşırı ülkelerin etnik ortamlarında itibarlı profesör olanlar Cemaat gazetelerinde köşe kapıp bir tür ilahi hoşgörü mertebesine ulaşanlar Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını alaya alıp aşağılayarak yobazlara hizmet edenler solcu ayaklarında yerel yönetim mafyalarına intisap ederek ihale kovalayanlar. Saymakla bitmez…

Daha indirgemeci bir tutumla, geç kalmış bir “şöhret budalalığı”ndan ve her ne pahasına olursa olsun “para sahibi olma ihtirası”ndan da söz edebiliriz. Aslında bu ikisi aynı şeydir ve birbirine sebebiyet verir. Bu bağlamda, AB’nin eski Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un ele geçirilen (2002) e-posta’larında yer alan şu tarihi sözü hatırlatmak gerekir: “Onlara paradan söz ettim, gözleri parladı.”

Döneklik söz konusu olduğunda, para çok önemlidir. Haziran isyancıları İstiklal Caddesi’nde dolaşan Büyük Entelektüel’e ne demişler? Şöyle demişler: “Kaç para alıyorsan biz verelim ağbi, bize de yaz!” Dönekliğin sonu işte budur! “Askeri vesayet kalktı, yerine Müslüman vesayeti geldi” şeklinde tornistan, adamı kurtarmaz. Fikri ve ideolojik kıyakçılığın sonu ayakçılıktır…

Bütün bunlar, sadece Türkiye’ye özgü değil elbette. Sınıf mücadelelerinin, bugüne dek yaşanmış bütün devrimci mücadelelerin tarihine bakıldığında, dünyayı saran bir pas kuşağı göze çarpar. Bu pas kuşağının içindeki hurdalar burjuvazi ve ona hizmet eden muktedirler tarafından zaman zaman ayıklanır. İçlerindeki işe yarar unsurlar yeniden preslenir, biçimlendirilir ve hakim ideolojinin birer parçası olarak kullanılır.