Cehenneme giden yol

Seçim sonuçları, feryatların ve itirazların nasıl sonuçlanacağı bir yana, Türkiye ahalisinin belirgin hatlarla bölündüğünü ortaya koydu. Bu bölünme, coğrafi bölgelere göre de izlenebilir. Ege’de yaşayan Kemalist ile Rize’de yaşayan Tayyipçi arasında, bu ikisiyle Diyarbakır’da yaşayan Kürt arasında, Kocaeli’nde AKP’ye oy veren işçi ile Ankara’da yaşayan sosyalist arasında tam bir manevi kopuş var. Halkımız artık, 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde yazdığı gibi, “kaderde, tasada ve kıvançta ortak” değil.

Kaderde ortak değil, çünkü herkes kendi kaderini tayin etmek istiyor. Bunun yasal alt yapısı da hazır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi’ne uygun yasalar çıkardılar Kalkınma Ajansları, İller Bankası ve TESEV saman altından yürüttükleri faaliyetleriyle, dışarıdan sübvanse edilen projeleriyle, hep birlikte yıllarca büyük bir çabayla çalışıp bugünler için hazırlandılar. Yani Kürt kardeşlerimiz “özerkliği inşa edeceğiz” dedikleri zaman, temelsiz bir şeyden söz etmiş olmuyorlar.

“Tasa ve kıvanç” durumu biraz daha karışık. “Mustafa Kemal’in askerleri”nin uğradığı seçim hezimeti, pek belli etmeseler de kendileri için büyük bir “tasa” mesela yobazların Cumhuriyet’i çökertmeleri, kendi zenginlerini yaratmaları, ailece balkonda poz vermeleri kendileri için çok büyük bir “kıvanç”. Eskiden de bu türden farklı tasalar ve kıvançlar olurdu elbette ancak bunlar, özellikle 1970’li yıllarda sendikalar ile işverenler ya da siyasi akımlar ve gruplar arasında olurdu. Gerçi o zamanki bölünmenin tarafları da karşılıklı zarar vermeye, birbirini yok etmeye çalışırdı ama, hepsi aynı iktisadi ve toplumsal zemin üzerinde faaliyet gösterirdi. Yani herkesi ve her şeyi bir arada tutan, yasalarla desteklenmiş iktisadi ve toplumsal bir yapı vardı. Buna da, ayıp olmazsa eğer, (af buyurun!) “ulus devlet” diyelim, izninizle... Bunun bir altyapısı vardı.

Bir süre önce, bu yapıda meydana gelen değişiklik en kısa nasıl ifade edilir diye düşünürken, Metin Çulhaoğlu’nun iki cümlesine rastladım ve hemen not ettim. Şöyle diyor:

“Kim ne derse desin, ‘sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi’, eğitim alanında yapılanlar, sanayileşme çabaları ve kalkınma planları, ‘sosyal devlet’ ve istihdam politikaları, tarımda destek alımları, taban fiyatları, sübvansiyonlar vesaire, ülkenin ve insanlarının tamamını asgari bir zeminde buluşturuyor, bu anlamda ‘bütünleştiriyordu’. Siyaseti de, ideolojisi de, kültürü de bu zemin üzerinde değişip şekilleniyor, mücadeleler de gene aynı zeminden kaynaklanıyordu”( 27 Mart 2014 Sol Portal).

24 Ocak Kararları’yla başlayan, eski sistemin direnci yüzünden Özal’ın tamamlayamadığı, fakat AKP’nin şu son on iki yıl boyunca doludizgin koşturarak paramparça ettiği iktisadi ve toplumsal yapı işte böyle bir birleştirici zemin sağlıyordu. Şimdi bu zemin yok. AKP’nin attığı temel, anayasal bir çerçevede “sosyal devlet” anlayışıyla değiştirilmedikçe ve bu anlayışa uygun yeni yasalar çıkarılmadıkça, hiçbir şey değişmiş olmaz. Bunu kafamıza mıh gibi çakalım!

Referandum niteliğindeki yerel seçimleri, hile dahil her türlü imkânı kullanarak kazanan AKP, “tapeler”le vurulmuş, can havliyle koşan ve saldıran bir av hayvanına benziyor. Atlantik ötesindeki avcı onun takatinin süresini rahatlıkla hesaplayabilir.

Kimse görünüşe aldanmasın: iktidardaki ağır yaralı kadronun takati kesildiğinde yeni bir siyasi kadro, onun yıllardır döşediği temel üzerinde restorasyonu başlatacak ve Türkiye’nin küresel entegrasyonu, yani küresel sermaye ve siyasetin ağır tahakkümü altında sömürülerek parçalanması gerçekleşecek ya da tamamlanmış olacaktır. AKP gidicidir kalıcı olan, döşediği temeldir.

“Muhafazakâr seçmenden nasıl oy alabiliriz?” sorusunun saçmalığı bir kez daha kanıtlanmış, uçurumlar derinleşmiştir.

Yerel seçimler, ülkemizin aydınlanmacı insanları için cehenneme giden yolun oy pusulalarıyla döşeli olduğunu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla gözler önüne sermiştir. İran ve Afganistan’da da seçim yapılıyor.