Gündem

Siyasette “gündem” çok önemlidir. Siyasetçi, gündemin gerisinde kalmamaya, gündemi takip etmeye, onu yakalamaya, sıkıca tutmaya ve belirlemeye çalışır. Belirlediği gündemin üzerine çıkar ve onu dörtnala koşturarak taraftarlarını peşinden sürükler.

Fakat bazen gündem başını alıp gider siyasetçinin anlayamadığı, hatta tanımlayamadığı farklı bir şeye dönüşür. Gündem elden kaçmıştır, siyasetçinin o anki çıkarlarına ters istikamette seyretmektedir. Siyasetçi telaşlanır, onu düşürmek, yerine başka bir gündem geçirmek ister. İşte tam bu noktada “cambaz”ı ortaya çıkarır ve haykırmaya başlar: “Cambaza bakın, işte cambaz!” İnsanlar başlarını bakışlarını cambaza çevirdiklerinde, siyasetçi harekete geçer ve istemediği gündemi arkasından dolanarak boğar cambazı katlayıp ileride kullanmak üzere ceketinin iç cebine koyar ve şapkasından yeni bir gündem çıkarıp havalandırır.

Şu son on iki yıl içinde hükümetin çıkarlarına ters düşen, hiçbir şekilde hâkim olamadığı sadece iki gündem oluştu: birincisi, Haziran Ayaklanması’dır, milyonlar sokaklara akın edip iktidarı madara etti ikincisi, 17 Aralık hadisesidir, hükümetin kara paralarını, rüşvetçiliğini, rezaletini ortalığa döktü. Birincisinden CHP başta olmak üzere muhalefeti ve iktidarıyla herkes korktu. Halk ayaklanmasının, devrimin kokusu burunlarına geldiğinde, ister sağcı ister solumsu olsun, bu düzenden çıkarı olan, düzenin içine yerleşik her türlü muhalif, hükümetin bu tatsız gündemi bir an önce değiştirmesini bekler, isyan eden insanlarla göz göze gelmemek için bakışlarını kaçırır. Her iki gündemin de cambazı, hükümetin ceketinin iç cebinden çıkardığı “paralel yapı” olmuştur. Şimdi hükümet mağdur, “paralel yapı” suçlu Haziran kitlelerini sokağa çıkaran da o zaten, “turuncu devrim” maksadıyla… Öyle mi?

Yolsuzluk rezaletlerini Meclis komisyonlarına gömen AKP bu kez cumhurbaşkanlığı gündemini yakaladı. Fakat çok sıkı yakaladı manevra alanlarını genişleterek bütün siyaset kurumunu peşine takmış koşturuyor. Herkes ikiliye bakıyor: Haşim Kılıç’ı dinlerken sergilediği hafif tebessümden, bakışlarından, kaş çatışlarından, baş başa yedikleri yemeklerden, kullandıkları sözcüklerden, dil sürçmelerinden kazık kadar adamlar saatlerce televizyon ekranlarında tartışarak mana çıkarmaya çalışıyorlar. Birinci turda şöyle olursa, ikinci turda öyleyken böyle olur muhabbetleri!... Bu mudur yani sizin cumhuriyetiniz, demokrasiniz, iktidarınız, muhalefetiniz, siyasetten, adaletten anladığınız? Çarşafa sokun cumhuriyetinizi, üstüne de parti rozeti takarsınız!

Seçimlerden hemen önce bu köşede şu cümleyi yazdım: “Seçimlerde ne kadar oy alırsa alsın, Tayyip Erdoğan ve hırsız çetesi kendisini tutuklatmamayı becerebilirse, çok büyük bir başarı kazanmış sayılmalıdır.”

Bu başarıyı kazanabildiler mi? Hayır, kazanamadılar. Korkudan yürekleri ağızlarında. Asapları bozuk. “Edepsiz!” diye bağırdığı Barolar Birliği Başkanı’na, bıraksalar, “Yandınız, uleyn!” diye dalacak. Ne diyor Hüseyin Çelik, Datça Bozburun imar planına ilişkin eleştirilere karşı? Şöyle diyor: “Hani gezi olaylarının yıl dönümüne yakın bir zamana geldik ya, onu besleyecek, kışkırtacak şekilde bazı yayınlar yapılıyor, biz bunun farkındayız.” Farkında olun! Haziran’da ölümüne sokağa çıkan on milyon insan da her şeyin farkında, öfkesi burnunda. Her şeyiniz ortalığa saçılmış, hesap vaktiniz yaklaşmış. Kaçmazsanız, sonunuz fena! Ama yine de kaçtığınız yerde saatlerinizi ve ayakkabılarınızı satsanız hayatınızın sonuna kadar gül gibi geçinip gidersiniz.

Peki kim cumhurbaşkanı olacak? Hayatta olsaydı, benim adayım Sayın Matilda Manukyan olurdu. Asıl mesleği terzilik olan, karakter sahibi bir kadındı. Muhtemelen liderlik vasıflarına da sahipti kapsayıcı ve kucaklayıcıydı. Açık sözlü, yaptığını gizlemeyen biriydi her şeyden önce üstelik o da vergi rekortmeniydi, tıpkı Koçlar gibi. Bence muhalefet böyle bir “isim” üzerinde birleşmeli çöküş halindeki II. Cumhuriyetin şu aşamasına, hem iktidarına hem de muhalefetine pek yakışır.