Amerikan emperyalizminin yeni maskesi

13 Kasım 2012'de SOL GAZETESİ'NDE "DİK YOKUŞ" adlı köşede yayımlanmıştır. Yavuz Alogan'ın yazılarını soL Gazetesi'nde her Salı okuyabilirsiniz.

Amerika başkanını seçti, bizim ana-akım medya coştu. İmrendiler. Hayran oldular. Ne kadar da demokratik bir seçim yarışı olmuş! Başkan minik yavrularını podyumda nasıl öpmüş, tviterde zarif eşini nasıl kucaklamış. İyi ki aşırı zengin Mormon rahibi seçilmemiş de demokrat yarı-Müslüman seçilmiş. Seçilen de kaybeden de ne kadar olgunmuş, birbirlerine nasıl da iltifat etmişler “talihsiz bedeviyi çölde öpen kutup ayısı” gibi sokak çocuğu esprileri yapmayıp, “ispatlamayan şerefsizdir, uleyn!” diye naralanmayıp, Amerikan ulusal çıkarlarında kucaklaşmışlar… Bayraklar, flamalar, konfetiler… Sabaha kadar eğlence, sabaha kadar dans!
İktidarın uzantısı gazeteler ve televizyonlar gıpta ettiler. Kendilerini tutmasalar, onlar da Mitt ve Barak’la birlikte bağıracaklardı: “Tanrı Amerika’yı korusun!”
Tanrı asıl bizi, Ortadoğu halklarını korusun!
ABD, küresel askeri stratejisinin ağırlık merkezini Asya-Pasifik bölgesine kaydırdı. Yeni ağırlık merkezinin stratejik üssü maalesef bizim bölgemiz, özellikle de Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri olacak gibi görünüyor. Talihsiz Dışişleri Bakanımız, Stratejik Derinlik adlı ünlü kitabında, Türkiye’nin asla “periferal” olmadığını, NATO’nun “Sideline”ı (kenarı) sayılamayacağını Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’nın “epicenter”ı (dışmerkezi) olduğunu, Akdeniz’den Pasifik’e kadar uzanan Rimland’in (nüfus, doğal kaynak, endüstri kuşağı) ortasında yer aldığını söylemişti. Elbette herkes kendi ülkesini yüceltir ve en iyisi olsun ister. Lakin, Amerikalı generallerin Anadolu’yu öteden beri Asya-Afrika-Ortadoğu üçgenine hâkim bir uçak gemisi olarak gördükleri ve onu kullanmak için sabırsızlandıkları kesindir. Ancak bunun için yaptıkları arazi çalışması yetmedi, biraz daha tesviye (düzleme) ve zımpara gerekiyor. Bunu da Türkiye’nin anayasal sistemini ve bütün idari yapısını AKP’ye değiştirterek yapmaya çalışıyorlar. Farklı ama benzer işlemlerle aynı sonucu Ukrayna ve Gürcistan’da da almaya çalıştılar, fakat beceremediler, Rusya izin vermedi.
Türkiye’ye bunu yapabilecekler mi?
Konumuz bu değil. Obama’ya dönelim.
Obama, İlinoy senatörü olarak Beyaz Saray’a davet edildiğinde, kovboy bakışlarıyla onu tepeden tırnağa süzen Bush, şöyle der: “Fazla öne çıkmasan iyi edersin, yoksa seni indirirler.” Onunla tokalaştıktan sonra elini özel bir spreyle dezenfekte ettiğini bizzat Obama anılarında anlatıyor. Büyük gerilimler ülkesi!
Nereden nereye... Dört yıllık hizmet süresince Obama, ABD imajının küresel düzeyde daha da yıpranmasını kısmen önledi. İlk kez Başkan seçildiğinde Ahmedinecat bile onu kutlamıştı (bu sefer kutlamayacağı kesin!). Kendi ülkesinde ekonomik kriz ve sosyal hakların budanmasından en çok zarar gören alt-orta sınıfın, isyan etmesi en muhtemel azınlık ve marjinal kitlelerin, bütün göçmenlerin ve siyahların Amerikan Rüyası’nı canlı tuttu. Birinci döneminin başında, mali krizi kastederek, “dünya büyük bir tehlike altında” dedi ve vergi mükellefinin 800 milyar dolarını bu işe harcadı Detroit’teki otomotiv endüstrisini finans canavarının elinden kurtardı, fakat sağlık reformunu Senato’dan geçiremedi Irak’tan asker çekti, fakat Afganistan’da çamura battı. Şimdi daha büyük bir tertiplenmeyle yeni bir saldırıya hazırlanacaklar. Bu seferki, Körfez Savaşları gibi “doğrudan” değil, bölge halklarını birbirine karşı kışkırtmayı amaçlayan “dolaylı” bir saldırı olacak.
Mormon, acımasız kapitalist, saldırgan Romney’e kıyasla ABD’nin şimdiki emperyal çıkarlarını maskelemek bakımından Obama mükemmel bir karışım. Abraham Lincoln heykellerini andıran duruş ve bakışlar (artistik yön) Fazilet Mücadelesi’ni yazarkenki imajıyla J.F.Kennedy’e özgü pozlar (sistemin esir aldığı başkan) ABD’nin uzun emperyal tarihinde insan hakları ihlalleriyle en fazla suçlandığı bir dönemde, Martin Luther King tavırları (kurban, aziz).
Amerikan demokrasisi bir tiyatrodur.
Tiyatronun derin bir altyapısı vardır. O yapıda silah üretim tekellerinin, petro-kimya tröstlerinin, uluslararası finans kuruluşlarının ve bütün dünyayı besleyen devasa bir medyanın iç içe geçmiş çıkarları yer alır. Bu çıkarlar ağı Senato ve Temsilciler Meclisi’nde fil (cumhuriyetçiler) ve eşek (demokratlar) partilerinin uzlaşma ve çekişme oyunlarıyla dalgalanıp durur. Tiyatronun temel senaryosu, Amiral Alfred Mahan’ın 1890 yılında yazdığı Deniz Gücünün Tarihe Olan Etkisi’nden bu yana değişmemiştir. ABD kendisini küresel olarak “savunur”. ABD için bütün dünya ülkeleri potansiyel bir “şer ekseni” oluşturmaktadır.
Aslında Başkan sadece bir maskeden ibarettir. Stratejik kararlardaki payı yüzde 5 kadardır. Rolünü iyi oynamayan, yüzde 5’i zorlayan Başkan’ı, Bush’un dediği gibi, “indirirler”.