Derin Stratejinin Abesle İştigali

Benim kuşağım başlıktaki abesle iştigal sözünü çok işitti. Hiçbir değeri, katkısı olmayan, kişileri gereksiz ve gerçekleşmeyecek hedeflere yönlendiren, bir tür aldatmacanın ötesinde içeriği boş, bilime aykırı konuşmaları, eylemleri büyüklerimiz bu sözle nitelerlerdi. Ne yazık ki bugün “Abesle İştigal” çağdaş propagandanın, yığınsal beyin yıkamanın kullandığı bir yöntem haline geldi. Medya (yazılı, görsel her türüyle), siyasi partiler, hepsinin ötesinde küresel kapitalist düzen yığınları böyle sindiriyor, umutlandırıyor, cehaletle cilalıyor, yerine göre “bam teline” basarak kendine bağlıyor. Son haftalarda bu yöntemin parlak bir uygulamasına hep beraber tanık oluyoruz. Açılmayan, tarihi fırsat diye nitelenen bir “Pandoranın sandığı” (kutusu değil) ile karşı karşıyayız. Kimisi “Kürt Açılımı”, kimisi “Kardeşlik ve Barış açılımı”, kimisi de “Demokrasi açılımı” diye betimliyor bu bir türlü açılmayan sandığı. Herkes kendince belirlediği bir umudu ona yükleyerek alkış tutuyor. Neredeyse maça çıkan futbolcular seyirciyi “Türk sporu ve sandığı adına” üç kez şa, şa, şa diye alkışlayacak.

Bu arada sorumlulardan medya kalemşorlerine kadar yoğun bir cehalet sergilemesi yeni ibret sahneleri olarak ortalığa saçılıyor. Son örneğine Şanlıurfa’da, büyük tantana ile toplanan “Ekonomi Koordinasyon Kurulu”nda yapılan konuşmalarda tanık olduk. Derin ve stratejik ekonomi bilgisi nedeniyle Başbakan Yardımcılığı ile taltif edilerek kurulun ve de ekonominin direksiyonu emanet edilen Babacan uzun uzun Kürt açılımının ziyneti olan açılmayan sandıktan söz ederek büyük miktarda (15 milyar TL olduğu rivayet ediliyor) fonun bölgeye akıtılacağını, yörenin böylelikle abat olacağını muştuladı. Olabilir. Ama velâkin bugün değişmez veri kabul edilen yaklaşımlarla değil. Hem “Doğal Serbestîyi” yani “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesini tek doğru olarak kabul edeceksiniz, piyasaya tanrının düzenleyici eli diye biat edeceksiniz, Kapitalist Ekonomik Politiği kutsal ve de dokunulmaz sayacaksınız, sonrada Şanlıurfa’da ki konuşmada olduğu gibi milyarlarca fon bölgeye akıtılacak. Bunu iddia etmek yukarıdaki kabuller bağlamında cehalettir. Dört elle sarınılan kapitalist düzenin eşitsiz gelişme yasası böyle bir şeye izin vermez.

Cumhuriyetin tüm yaşamı süresince özel sektörün yöreye yatırım yapması için nice ballı – börekli teşvik yasaları, kararnameleri çıkarıldı, ayrıcalıklar tanındı ama sermaye tınmadı. Neden, çünkü fizik ve sosyal alt yapı böyle bir çekimi sağlayacak nitelikte değil. Babacan şu sorunun yanıtını çok iyi bilir. Niçin özel sektörün tüm sanayi yatırımları Çorlu – Adapazarı – Bursa üçgeni içersindedir? Çünkü hem fiziki, hem de sosyal alt yapı bu bölgede üretime uygun maliyette girdi olarak katkı yapar. Ham maddenin sağlanması, ürünün tüketileceği merkezlere gönderilmesinin uygun maliyeti, teknik bilgisi yüksek işgücünün sağlanması çok kolay olan bu bölge ve buna benzer bölgeler caziptir. 80 yılı aşan cumhuriyet döneminde güneydoğuya yalnız devlet yatırım yapmış, son özelleştirme fırtınası ile birlikte o yatırımlar da heba olup gitmiştir. Bu durum sade Güneydoğu için değil Doğu, İç Anadolu ve Doğu Karadeniz yöresi için de geçerlidir. Yani hem ekonomik liberalizmi ve onun yaşamsal can damarı olan piyasacılığı benimseyecek, hem de Şanlıurfa konuşmasını yapacaksın. Buna “Abesle İştigal” derler.

Türkiye de 1962 – 1980 yılları arasında dört kalkınma planı hazırlandı. Bu dört planın stratejilerine, yüzlerce “özel ihtisas komisyonu” raporlarına, binlerce sayfaya ulaşan plan ve yıllık program kitaplarına göz atarsanız bölgeyle ilgili birçok iyi niyetli karar ve düzenlemeye rastlarsınız. Sanayileşme fiziki alt yapı olarak yığınla proje bu planlı dönemde yaşama geçmiştir. Eğitim ve sağlıkta ciddi adımlar atılmıştır. Ne var ki sistemin içindeki virüs kesin başarıyı engellemiştir. Bu virüs “Karma ekonomi” ve “piyasa” olarak nitelenebilir. “Karma ekonomi” kavramı 1923 İzmir İktisat Kongresi ile gündeme girmiştir. Dönemin İktisat Vekili ekonomide “Doğal Serbesti” ve “Kolektivizmi” reddederken “izleyeceğimiz yol karma ekonomidir” derken kamu ve özel sektörden oluşan ikili yapı kabul edilmiştir. Ne var ki geliştikçe özel sektör kamu iktisadi teşebbüslerinin kurdu olmuş, eski bir plancının Turgut Özal’ın neo – liberal programı ile (1980) onların ölüm fermanını imzalanmıştır.

Başta da değindiğimiz gibi kapitalizmin “eşitsiz gelişme” ye yol açan yapısı hem bireysel, hem sınıfsal, hem de ülkesel eşitsizliğin kaynağıdır. Küresel kapitalizm “az gelişmişliği” ulusal ve uluslararası boyutta daha da yaygınlaştıracaktır. Dünya nüfusunun yüzde doksanına yakın büyük bir bölümü bugün mutlak yoksulluk ve açlıkla savaşmaktadır, görece yoksulluk ve açlık oranı bu sınırında üzerindedir.

Türkiye’nin bireysel, fonksiyonel ve iller temelinde gelir dağılımı tablolarına baktığımızda aynı resmi görebiliriz. Marmara, Ege ve bir ölçüde Akdeniz bölgesi dışında etkin ve yaygın bir fukaralığın varlığı ortadadır servetler daha da eşitsiz dağılmıştır. İktidarın, belediyelerin yardım paketleri, sayıları artan aş dağıtıcı imaretler, yardım kurumları, iftar çadırları, kurban bağışları yoksulluğun hem belgesi, hem de uygulanan piyasacı ekonominin arsızlığının yadsınamaz tanığıdır.

Bugün eklemlendiğimiz paragöz neo – liberal kapitalist öğreti ne Türk, ne de Kürt halkının yaralarına merhem olamaz. Barış özlemiyle ne yapacağını şaşıran Sezen Aksu’nun evlatlar ölmesin diyen Bülent Arınç’ın “sel olan” gözyaşlarını dindiremez. Kapitalist düzenin bir barış ve demokrasi projesini yaşama geçirdiği nerede görülmüş? Vietnam’da mı, Pakistan’da mı, Filistin’de mi Irak’ta mı, yoksa Afganistan’da mı? Barış Umutları (kabul edelim etmeyelim) Berlin Duvarı'nın yıkan irili ufaklı çekiç sesleriyle tarihe gömüldü.

Sosyalist bir ekonomik ve toplumsal kalkınma planı olmadan Güneydoğu'da ve diğer yörelerdeki ezilen yığınların geleceği aydınlatılamaz. Toprağa bağlı kulluk, şeyhlerle, ağalarla dayatılan acımasız töreler ortadan kalkmadan, sağlık sisteminin sosyalizasyonu gerçekleştirilmeden, eğitim yaygınlaşıp, etkinleşmeden, piyasanın acımasızlığı dizginlenip, yeniden düzenlenmeden konuşmak, vaatlerde bulunmak, “Pandora Sandığı”nı umuda dönüştürmek abesle iştigaldir iyi niyet sömürüsüdür. Ve de emperyalist emellere örtülü hizmettir, günahı büyüktür.