Sömürünün halleri

Metal işçilerinin grevi için yasakçıların ne yapacakları bu yazı yazıldığı sırada kesinleşmiş görünmüyordu. Hep yaptıkları ise biliniyor: Grevleri erteliyorlar; gerçekte bu bir süre erteleme değil, düpedüz yasaklama anlamına geliyor. Ardından da, bir yandan, yaptıklarıyla açık açık övünüyor, bir yandan, bu kararlarını patronlara bir daha böyle bir hükümet bulamayacaklarını anlatmak için kullanıyorlar.

Bu kez de öyle olması yüksek olasılıktır. Ama hiç değilse biraz bekleyebilirler. İlan edilmiş grev ve lokavt kararlarının nasıl uygulanacağını görmek ve göstermek isteyebilirler. O arada “çalışma hayatının tarafları” karşısında ne kadar yansız bir hakem olduklarını da sergilemiş olurlar. Bunun herhangi bir sahiciliği bulunmasa da öyle olduğunu ileri sürüp bir süre oyalanabilirler. Ayrıca, eğer zaten yapılmamışsa, özellikle patronlarla ve onların örgütleriyle bazı bilgi, görüş ve veri alışverişini yapıp karşılıklı bir rahatlama sağlayabilirler. Sonunda, hatta bu sözcüğün hiç uygun düşmediği kadar kısa bir süre sonra, erteleme kararını alırlar; bir başka deyişle, yasağı getirirler.  

Burada 20 Aralık günü yayımlanan yazımda, bir grup arkadaşla yaptığımız bir tartışmadan söz ederken, şöyle demiştim: 

“12 Eylül İstibdadı’nın, emekçi sınıfların sendika kurma, sendikal mücadele yürütme, bunun vazgeçilmezi olan grev yapabilme haklarını fiilen ortadan kaldırdığı tartışmasızdır. Kâğıt üzerinde bu hakların hepsi varlığını sürdürmektedir. Ama, örnek olsun, patronlarla toplu pazarlık yapabilme hakkını elde etmek, deveye hendek atlatmaktan zordur. Patronla başta ücret olmak üzere pazarlık yapamayan bir sendikaya hangi işçi girsin? Bir başka örnek olsun, her ne kadar bir yığın engeli aşmayı gerektirse de, toplu pazarlık yapma hakkı bulunan bir sendikanın üyelerinin grev  hakları vardır. Ama bazı işkollarında bu hak yasal düzenlemelerle en baştan yasaklanmış durumdadır. Öteki işkollarında ise yürütme organının grevleri yasaklama yetkisi vardır. Sonuç olarak, ülkemizde artık grev yapmak hemen hemen imkânsızdır.”  

Diyeceğim, ülkemizde bu çerçevenin dışında bir grevin gerçekleşme olasılığının yüksek olmadığı biliniyor. Ancak, bu düşük olasılığın gerçeğe dönüşmesi durumunda, çok önemli gelişmelerin gündeme gelişi de şaşırtıcı olmayacaktır. Dolayısıyla, yapılabilecek her türlü nesnel durum değerlendirmesinin, kötümserliğe yol açmaması gerekir. Özellikle de mücadele geleneği gelişkin bu tür işkollarında…  

Bununla birlikte, hiçbir sınıf bilinçli işçi, kendi patronlarıyla, çalıştığı işyerinin sahibi ya da sahipleriyle yapılan hiçbir mücadelenin, doğru dürüst yürütülüp sonuçlandırılsa bile, sömürüyü ortadan kaldırmadığını bilir. Ama o kesin zafere ulaşmasa da bu mücadele ne yararsızdır ne de gereksiz; çünkü, sömürünün derecesini azaltabilir, daha az sömürülmeyi, böylelikle geçici bir süre de olsa biraz daha rahat soluk almayı sağlayabilir. Bunun uğrunda mücadele edilmeye değmez bir amaç olduğunu ise kimse söyleyemez.

Sömürünün dizginlenmesi, azaltılması, sınırlandırılması değil tümden ortadan kaldırılması, tek tek ya da gruplar halinde patronların ötesinde bir sınıf olarak patronlara karşı yine bir sınıf olarak emekçilerin mücadeleleri sonunda gerçekleşir ancak. Böyle bir durum, her günkü konuşmalarda patronlar diye andığımız kapitalist sınıfın elindeki iki gücün, önce siyasal iktidarın sonra üretim araçlarının alınması ile mümkün olur. Siyasal iktidarın alınması ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilmesi, sömürünün sona ermesinin de maddi koşullarını yaratır.

Buraya kadar sömürü derken anlatılmak istenen artı değer sömürüsüdür; kapitalist üretim biçimine özgüdür. Oysa, toplumsal sınıfların ortaya çıktığı çok eski çağlardan bu yana insanın insan tarafından sömürülmesi var olmuştur. Bunun bütün biçimleriyle ortadan kaldırılması, kapitalizmin son bulması ile gerçekleştirilebilir olacaktır.

İnsanın insan tarafından sömürülmesinin, toplumsal örgütlenmelerin gelişmesi ile hafifletilecek, süre açısından kısaltılacak, ama belki de hiç ortadan kalkmayacak biçiminin ise ana babaların çocukları tarafından sömürülmesi olduğunu ileri sürebiliriz ve vice versa; sömüren ile sömürülenin yerini değiştirerek de söyleyebiliriz.

Ne olursa olsun hiçbir türlüsüne rıza göstermemek en yakışanı gibi görünse de “sömürünün öylesine can kurban” demeden edemiyor insan! Herhalde bizim insanlarımızın çoğu da böyle der. En azından şimdilik sakıncası yok. Daha ne kadar sakıncası olmaz? Yanıtını bugünden söylemek imkânsız. Yanıtı bulmamızın maddi koşulları ortaya çıkmış değil çünkü. 

Çağrışımların dizginlerini biraz gevşetmek bile düşünceyi nerelere götürüyor. Büsbütün yararsız sayılmaz; ama sonuçsuzluğa bir sınır konmazsa, düşünmekten kaçma eğilimlerinin yaygınlaşması da önlenemez.      

Az önce kullandığım Latince deyişin ve yazının kendisinin yol açabileceği bilgiçlik taslama görünümüne son vererek sözü bağlamak gerekirse, şöyle denebilir: Sömürüsüz bir dünya hayali ve hedefi ile yürürken belli bir sıklıkla düşünce sağanaklarına tutulmak hem doğal hem yarayışlıdır. Yeter ki, yürüyüş kesilmesin ve yürüyüş kolu dağılıp bozulmasın…