Korona virüsü hikaye; asıl bulaşıcı hastalık akılsızlık

Haberin başlığı: Ağlarına 7 metrelik köpekbalığı takıldı. Balığın çenesini tutup poz verene bakıyorsunuz, ardından balığa ve adamın boyunun en az 3 metre olduğu sonucuna varıyorsunuz. Yılda üç-beş kez böyle yılan, köpekbalığı haberi çıkar memleketin hür ve özgür basınında; “yaklaşık on metre…”

76 bin 353… Yaklaşık filan değil. Birkaç saat sonra 117 bin 677 rakamı geliyor. Net bilgi. Birkaç gün içinde Türkiye’den çıkış yapan göçmenlerin sayısı bu. İçişleri Bakanı sabah-öğlen-akşam açıklıyor, büyük müjde verircesine… Denizden de karadan da gitseler fark etmiyor; bunların çok büyük bölümünün Yunanistan’da olduğunu varsaymamız gerekiyor. 11 milyon nüfuslu Yunanistan’ın iki günde bu sayıdaki bir göçmen trafiğini emecek ne ekonomik ne siyasi koşulları var. Mantık bu rakamların gerçek olamayacağını söylüyor. Yunanistan’dan da açıklama geliyor: “Çok abartılı”. Lakin, sayıları veren koskoca bakan, hem de küsuratına kadar!

Rakam açıklamayı çok seviyoruz milletçe, inandırıcılık artıyor. İdlib Suriye’ye ait bir bölge. Bu bölgeyi kontrolüne almaya çalışan Suriye ordusuna hükümetimiz “rejim güçleri” adını takmış durumda. Bir süredir her gün bu rejim güçlerinin kayıpları listeleniyor. Uzun süredir savaşın içinde olan ve kaynakları doğal olarak sınırlanmış Suriye Ordusu için öyle kolay tolere edilebilecek rakamlar değil bunlar. Öyle ki, bu verilerle, birkaç ay sürerse çatışmalar, Şam’da namaz kılma iddiasını engelleyecek bir güç kalmayacak Suriye’de! Herhalde bu hesap orada da yapıldı ki, “bu sayılar çok abartılı” açıklaması geldi Şam’dan. Ardından Ruslar benzer bir iddiayı dile getirdi: Abartılı! Mantık yine kabullenmiyor rakamları ama fark ettim ki bunun pek bir önemi yok. Kimse söylenenleri dinlemiyor zaten.

Enflasyon oranı açıklanıyor, ahali oralı değil. Herkes pazarda, markette etiketlere bakarak takip ediyor ekonomiyi. Deprem oluyor yıkılan binaların altında gerçekler de kalıyor. Yitirdiklerimizin bir bölümünün “sayı” dahi olamadığı kuşkusu yerleşiyor her defasında. Dünyada şu yeni Kovid-19 virüsünün resmi olarak giriş yapmadığı neredeyse bir tek Türkiye kaldı ama insanlar sokakta birbirine yaklaşmamak için slalom yaparak yürümeye başladı. O kadar büyük güven var yani yetkililere… Sağlık bakanımız yurt dışından gelenler 14 gün evlerinde dursunlar demiş. Yüz binlerce göçmeni oradan oraya sürükleyen, sınır ötesine sürekli silahlı güç yollayıp geri getiren, her gün sadece İstanbul’da yaklaşık 300 bin yolcunun havayolu ile gidip geldiği bir ülkenin sağlık bakanının bu yaklaşımı herkese “elinizi yıkayın, panik yapmayın” öğüdü verenleri bile dehşete düşürmüş olsa gerek.

Yağma, talan, yobazlık, imparatorluk özlemi filan derken ülke gerçek bir akıl tutulması yaşıyor. Bunun AKP ile bir ilgisi var ama AKP’de başlayıp AKP’de bitmediği açık!

“Yansın Suriye, yıkılsın İdlib” bayağı yaygın bir deyiş haline geldi, sosyal medyada, gösterilerde, Suriyeli kovalarken… Evet Suriyeli kovalarken! "Zalim Esed"le savaşıyorlar. Öyle diyorlar. "Zalim Esed"den kaçan yüz binlerce Suriyeli’ye kucak açıyorlar. Sonra "zalim Esed" ile savaşı tırmandırmaya karar verdikleri sırada "zalim Esed"den kaçan Suriyelileri dövüyorlar. Tutulacak akıl var mı?  

Göçmenleri Yunanistan’a sürüyorlar, Yunanistan devleti plastik mermi, göz yaşartıcı bomba filan derken gerçek mermi kullanmaya başlıyor. Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan göçmenler canlarını kurtarmak için geriye dönüyorlar ama mümkün değil. Arada sıkışan binlerce kişiye yardım eli uzatmak isteyenler dayak yiyor, gözaltına alınıyor. Ve bu ülkenin Dışişleri, bu yöntemle yılların emperyalist Almanyasına, Fransasına diz çöktüreceğine inanıyor! 

Gelelim muhalefet cephesine… Son günlerde sabah kalktığımda ilk işim AKP-MHP iktidarına muhalif “milliyetçi”lere göz atmak oluyor. Çeşit çeşit. Ancak enteresandır, bazen son derece gerçekçi değerlendirmeler yapan, hatta bilgi veren kalemler ne zaman ki siyasi-ideolojik aidiyetlerini hatırlıyorlar işte o zaman aniden dağılıyorlar. Hem de ne dağılma! Bu da bir tür akıl tutulması. Suriye’yi tartışıyorlar, başından beri yanlış yapıldı diyorlar, fetihçiliği eleştiriyorlar, terör örgütleriyle işbirliğinin ihanet olduğunu söylüyorlar, Esad’ı devirme sevdası başımıza bunları açtı iddiasını dillendiriyorlar… Sonra aniden kendilerine gelip “ama” diyorlar, “bu aşamada en küçük bir taviz vermeksizin sonuna kadar gidilmeli.” Böyle buyuruyorlar. Ne diyorduk, milliyetçilik kendi zalimini, hırsızını, sömürücüsünü aklama, benimseme, kayırma saplantısıdır. Yurtseverlik ise memleket sevgisini, memleketi kötülüklerden arındırma iradesiyle birleştirmek. Birisi ülkenin karanlığına alışmaktır, diğeri ülkeyi ve halkı aydınlığa taşımak. Aradaki fark her an kendini belli ediyor.

Bir de muhalefetin CHP tarafı var. Hükümetin Suriye politikasını kendilerince eleştiriyorlar. Güzel. Sonra Suriye’ye asker için tezkere geliyor Meclis’e; iktidar partisi ile birlikte “evet” oyu veriyorlar. Ardından İdlib’de çatışma yoğunlaşıyor, hükümetin Suriye politikasını yine eleştiriyorlar. O politikaların sonucu üzücü haberler geliyor ülkeye. Ne yapıyorlar? Meclis’te hükümetle birlikte ortak bir bildiriyi imzalıyorlar. Birkaç gün sonra parti olarak hükümetin politikalarını eleştiren bir başka bildiri çıkarıyorlar. İki bildiriyi yan yana koyuyorsunuz aklınız almıyor ya da “aa ne güzel, akıl geri geldi” diyorsunuz. Ve aynı gün partinin sözcüsü çıkıyor “sen Putin’in ayağına neden gidiyorsun” diye soruyor. Hükümeti, ülkeyi askeri bir maceraya sürüklemekle suçlayan ana muhalefet partisinin aynı hükümeti sıkıştırmak için bulduğu konu bu: Putin’in ayağına neden gidiyorsun! Gitme diyor muhalefet partisi. Dik dur, taviz verme, ayağına gitme, o gelsin, gelmiyorsa savaşa devam et! Şu paragrafta özetlenen tabloda bir mantık görüyor musunuz?

Olanlar oldu; özelleştirmeler, vurgun, soygun, ağır sömürü, dincilik, ırkçılık, liberalizm, NATO’culuk, Amerikancılık, Almancılık, Sorosçuluk, Yeni-Osmanlıcılık derken Türkiye kapitalizmi topyekun akılsızlığa sürükleniyor. Kovid-19 virüsünden korkmayın ama bu akılsızlığın parçası olmaktan korkun; bulaşıcıdır ve tek tedavi yöntemi meselenin özüne inmektir: 

Türkiye’de mevcut düzenin dikiş tutma şansı bulunmamaktadır; değiştirilmelidir. Kararlılık, dayanışma kültürü, bir arada hareket etmek buna yetecektir. Ha bir de akıl!