Tavuk, yumurta ve her halk layık olduğu biçimde...

Her halkın layık olduğu biçimde ve layık olduğu liderlerle yönetildiği söylemi ne derecede doğrudur acaba? Zaman zaman aklımı kurcalayan ve on yıllardır bir türlü peşimi bırakmayan bu soru, geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Gül’ün de buna benzer bir laf ettiğini okuyunca yeniden depreşti. (Tunus seyahati öncesinde Tunus Televizyonu’yla yaptığı bir söyleşide, Müslüman ülkelerdeki değişimle ilgili olarak. “Aslında her ülke kendi mecrasına kayıyor. Yani halkın değerleri ortada. Halkın değerlerine ters yönetim tarzları vardı. (...) Serbestlik olunca halk kendi mecrasına akıyor." demiş.)

Nasıl bir mecra imiş bu, merak ettim doğrusu. Mecra dediği neymiş, nasıl oluşmuş? Halk elbirliğiyle mi yaratmış bu mecrayı? Yoksa hedefli, mühendis ve mimarlarca hesaplanarak açılmış, açtırılmış bir kanalizasyonu mu kastediyor?

Bir ülke hayal edelim. O ülkede on beş, yirmi yıl boyunca altı maddelik bir plan uygulandığını varsayalım. Söyle ki:

1- GÜNÜBİRLİK YAŞAYAN İNSANLAR YARATILSA. Ülke çapındaki yaygın işsizlik nedeniyle, belirli bir işi olmayan yaşamını sürdürebilmek için, önüne gelen işi yapmak zorunda kalan, bazısı tek bir işten elde ettiği kazanç yetmediği için yan işler de yapmak zorunda olan (gündüz öğretmen - gece taksi şoförü, hafta içinde belediye işçisi - hafta sonunda işportacı vb) ya da dilenciliğe, yankesiciliğe, hırsızlığa, mafya tetikçiliğine dek uzanan yollara sürüklenense. Bu “başıbozuklar”ın yarattığı kültür, bir virüs gibi neredeyse bütün ülkeyi kültürel alanda etkisi altına alan bir salgın hastalığa neden olsa...

2- EĞİTİM DÜZEYİ SON DERECEDE DÜŞÜK BIRAKILSA. Cehaletin değişik biçimleri, hatta kimi profesörleri bile kapsayacak şekilde toplumda yaygınlaştırılsa. Aydınlık kafalar yerine, kafası eklektik bilgilerle doldurulmuş ve gözleri karanlığa bakan okumuş-yazmışlar yetiştirilse. Akıllı ve zeki değil, fakat müthiş kurnaz olmak giderek daha çok prim yapıyor olsa...

3- EN GENEL AHLAKSAL DEĞERLER SALDIRI ALTINA ALINSA. Doğrudan ahlaksız olmasa bile, “Herkes yapıyor, ben neden yapmayayım?” anlayışı giderek yaygınlaştırılsa. “Belki bir gün bana da fırsat çıkar!” düşüncesiyle, genel olarak ahlaksızlığın her türüne göz yuman insanların sayısı giderek çoğaltılsa...

4- KÖŞEYİ DÖNME BAŞARI OLARAK GÖSTERİLSE. Bir yanda maneviyata değer veriliyormuş gibi lafazanlıklar yapılırken, öte yanda her şey madde ve parayla ölçülür hale gelse. “Yolu ve yöntemi ne olursa olsun ve ne bahasına olursa olsun köşeyi dönme”nin, başarının tek göstergesi olduğu sayısız örneklerle yaygınlaştırılsa. Sonuçta, köşeyi dönmeyi yaşamının tek hedefi haline getiren, insanlık ve toplum adına herhangi bir idealden yoksun gençler yetiştirilmeye çalışılsa...

5- ŞİDDETİN HER TÜRÜ YAYGINLAŞTIRILSA. İnsanlar, bebeklikten ve aileden başlayarak okulda, sokakta, yaşamın her alanında baskı ve şiddetin her türüyle sarmaş dolaş büyütülse. Yetişmekte olan genç insanlar, sadece başka insanlardan gördükleri aşağılayıcı muamele, işittikleri küfür, yedikleri dayakla değil, devletin terörüyle de beslenseler katillerden ve insanlık suçu işleyenlerden başlayarak nice zorbanın yaptıklarının yanına kâr kaldığını, hatta onlara başarı olanağı sağladığını görseler. Böylece toplumun çoğunluğu şiddete alışmış, sorunları çözmenin en kolay ve kestirme yolunun şiddet olduğuna inanan insanlar haline getirilse...

6- POLİTİK PROPAGANDANIN TEMEL MALZEMESİ DİN OLSA. Milyonlarca insanı kayıtsız şartsız itaat eden bir yığın haline getirebilmek için, yukarıdaki önlemler yetmediğinden, son ve en etkili önlem olarak, üstlerine bir de dinsellik örtüsü örtülse. Dindar gençlik yetiştirmek adına Hatim indiren, fakat elindeki kitabının dilini bilmediği için, okuduğundan hiçbir şey anlamayan, kısacası dinsel olarak da karacahil nesiller yetiştirilse. Ayrıca bu çocukların ve gençlerin kişilik sahibi bireyler olmalarının önüne geçmek için, minicik yaşta başladıkları kuran kurslarından, üniversite sıralarında kaldıkları yurtlara dek birçok önlemle tarikatların kucağına itilmesi sağlansa...

Böylesi altı maddeli bir toplumsal plan sonucu, yukarıda kabaca tarif edilen insanların giderek toplumun geneline hakim olmaya başladığı bir ülkede, halkın çoğunluğu kendisine nasıl bir lider seçerdi acaba?

Söz konusu süreç içinde, doğal olarak yukarıdaki nitelikleri taşıyan ve lider olmaya namzet çok sayıda insan yetişeceğine göre, liderler tabii ki, onlar arasında aranacaktır.

“Kimdir, kimdir acaba? derken...

Tarihsel olarak kabadayılarıyla meşhur bir mahallede, kabadayılığın / magandalığın kahramanlık olduğuna inanan bir kültürle yetişmiş... Cebinde bir diploma taşıdığı halde, cahil olduğu hissi yaratan, fakat duruma göre kurnazca popülist çalımlar atmakta usta... Söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmadığı için politik ahlakı şüphe götüren ... Dün az gelirli insanların yaşadığı bir mahalledeyken, köşeyi dönmüş ve nasılsa bugün hesabında milyonlar biriktirmeyi başarmış... Söylemleri ve vücut dili sürekli olarak şiddeti çağrıştıran... Buna karşın, çok dindar olduğunu her vesileyle söylem ve eylemleriyle ilan etmeye çok dikkat eden... Kısacası, toplumsal plandaki altı maddede bulunan tüm nitelikleri en üst düzeyde şahsında toplamış olan böyle biri çıkarsa ortaya...

O süreç içinde yaratılmış olan diğer insanlar tarafından, “bizden biri” anlayışıyla güçlü, becerikli ve sempatik bulunarak alkışlanmaz ve lider seçilmez miydi?

İnsanın içini karartan olasılıklarla uğraşıp durmayayım istiyorum, ama elimde değil. Bu tür tezler, onlara bağlı varsayımlar, kimi tarihsel dönemlerde gözlemlenen örnekler bende hep şu beylik soruyu çağrıştırıyor: “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” Toplumu yumurtaya, liderleri de tavuğa benzetiyorum. Ardından da “Bu sefer yumurtadan böyle bir tavuk çıkmış demek ki.” diyorum.

Doğrusu ya, şimdiki teknik olanaklarla yumurtaları genleriyle oynayarak kuluçkalayarak amaca uygun tavuklar çıkarmak mümkün. Bu tavuklar da, ellerindeki iktidarı kullanarak çürük yumurtalar yumurtlamaya devam edebilirler. Nitekim, birçok ülkede kuluçka döneminde yumurtanın genleriyle oynamak için yeterince olanak mevcut. Boşuna mı, medyanın neredeyse tümünü ele geçirmek için onca mücadele? Boşuna mı, küçük servetler ödenen köşe yazarları, televizyon moderatörleri? Boşuna mı, “kurala uymayan” gazetecilere, aydınlara, bilim insanlarına yöneltilen onca baskı? Boşuna mı, yumurtanın mutantlaşmasını engellemek için çaba gösterenleri yarınından korkutan tehdit havası?

Ama iş, o kadar basit değil. Toplumsal yaşam çok daha karmaşık, bambaşka dinamikleri de içinde taşıyor. Herşey birilerinin planladığı gibi yürümüyor.

Yürümüyor, çünkü halk dediğin, yığınlardan oluşuyor ama yığınlar da insanlardan! Ve bir bakıyorsun, yığın dediğin, hiç de tek maddeden oluşmuş bir kütle değil. İçinde çürük yumurtadan çıkmış tavuklar var, ama işçisi de var, emekçisi de var, namuslu aydını da var... Altı maddeli önlemlere karşın, o şablona uymayan, insanlığını yitirmeyen, köleleşmeyen, başkaldıran birileri de var işte!

Çünkü, bu arada başka bir yasallık daha işliyor. Adım adım uygulanan plan toplumu çürütürken, aynı zamanda kendi karşıtlarını da üretiyor.

Yoksullar, emekçi tabakalar başıbozuklukla bir yere varamayacaklarını anlamaya başlıyorlar. İşçiler, işsizler, emeğiyle geçinmek zorunda olan her kesimden insanlar, yaşam savaşını boyun eğerek ve günübirlik çözümlerle sürdürmek yerine, tek çıkar yolun mücadele ederek haklarını aramak olduğunu kavrıyorlar... Sayıları azaltılmaya çalışılsa da, aydın insanlar tüketilemiyor aksine, bunlar daha tutarlı ve sağlam konumlar alarak, daha da dirençle çevrelerine ışık saçıyorlar... Yaygınlaşan ahlaksızlığa tepki duyan kesimler giderek genişliyor emeğin sömürüsüyle, ülkenin değerlerini yağmalayarak, yalan ve dolanla köşeyi dönenlerden hesap sormak gereğini hissediyorlar... Bu arada, kutsal öğretinin bir parçası olarak önlerine konan ve kesinkes uyulmaları emredilen çoğu kuralın, aslında politik hedeflerle uydurulmuş dayatmalar olduğunu da fark ediyorlar...

Ve böylece...

Böylece, bir de bakıyorsun, bir dönem çürük yumurta gibi görünen o yığın, birden bire silkeleniyor, kendisini yeniliyor, tavukları kışkışlıyor ve kendisini yüzünü döndüğü aydınlığa taşıyacak başka liderler yetiştiriyor. Ancak, toplumları aydınlığa çıkaracak olan bu ikinci yasallığın işleyebilmesi için de kaçınılmaz bir koşul var. Bütün bunlar herhalde kendiliğinden olmuyor, olamıyor.

Peki, olabilmesi için ne yapmak gerekiyor?

Şimdi bu yazıyı okuyan herkes, “tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan” diye düşünmeyi bırakıp, asıl bunu düşünsün.