Hırsızı Yakalayın!

Federal Almanya’da Sol Parti geçenlerde emeklilik yaşının yükseltilmesini savunan bir bakana karşı "Hırsızı tutun!" sloganıyla bir etkinlik başlatmış. Hayret ettim. Neden yakalayacak mışız? Kaçan kimse yok ki. Yıllardır hesabını biraraya getirmek mümkün olmayan değerleri yok pahasına satışa çıkararak özel sermayeye peşkeş çekenler... İşçi haklarını bir el kaldırışıyla silenler... Devlete toplumsal hizmetlerden el çektirenler... Özgürlükleri kısıtlayan, devletin yurttaşlar üzerindeki kontrolünü arttıran önlemlere imza atanlar... Bunların tümü kaykılarak oturuyorlar oturdukları yerde. Parlamentolarda, devlet bankalarının, uluslararası bankaların yönetim kurullarında, devletlerin en üst kademelerindeki koltuklarda. Kaçmak şöyle dursun, gereğinde basın toplantılarında boy gösteriyor, kameralara gülümsüyorlar.

Kendisine ait olmayan bir değere hırsızlık, soygunculuk, gasp gibi yöntemlerle el koyanlara dünyanın her yerinde ağır cezalar öngörülüyor. Aç olduğu için, fırından ekmek çalmaya kalkan çocuk yakalanmaya görsün. Polise verilmeden önce esnaftan yeterince dayak yiyeceği garantidir. Bu tür basit suçlar işlemeyi meslek edinmiş olanların eninde sonunda gidecekleri yer hapishanedir. Bunların haksız yollarla ele geçirdiği malları bilerek satın alan ve başkalarına satanlar da cezadan kurtulamazlar.

Peki, birileri çıkıp, başkalarına (halka) ait olan değerlere el koymayı, bunları birilerine satmayı kararname ya da kanun haline getirirse ne olacak? Üstelik bu işi kotaranlar o ülke halkının "yaşamımızı daha iyileştirsinler, refah düzeyimizi arttırsınlar" diye seçtikleri temsilciler olursa ne yapacağız? Bunlar, sıradan suçlular için geçerli yasalar karşısında bir de dokunulmazlık zırhına bürünmüşlerse?

Birileri son otuz, kırk yıldır, boyutları hayal gücümüzü zorlayan bir yağmayı sürdürüp duruyor. Ne yağmayı yapanların, ne de bu yağmadan elde edilen değerleri kasalarına dolduranların yakalanacağı yok. Çünkü her şey yasal sınırlar içinde yapılıyor. Hangi sermaye gruplarının lobi sözcüsü olduğunu tam saptamak mümkün olmayan birilerinin hakim olduğu parlamentolarda eller kalkıyor, eller iniyor. Her el kaldırışla yeni bir soygun ve yağma yasallaşıyor. Aslında halkların malı olan ve devletin muhafaza etmekle yükümlü olduğu tüm değerler el değiştiriyor. Yeraltı, yerüstü kaynakları, fabrikalar, her türden işletmeler... Halkın hizmetinde olması gereken devletin üstüne düşen toplumsal görevler... Sağlık, eğitim, enerji, her alandaki iletişim sistemleri, posta hizmetleri, toplu ulaşım, demiryolları, su, kanalizasyon, belediye hizmetleri... (Galiba hepsini saymaya sabrım yetmeyecek.) Tüm bu görevleri başarabilmek için devlete emanet edilmiş değerler, sucuk dilimlercesine parça parça (yasal olarak) yağmalanıyor, (yasal olarak) gasp ediliyor ve bir takım sermaye gruplarının mülkiyetine devrediliyor.

Bu yağmanın (özelleştirmelerin) savunma gerekçesi de var tabii:

“Bu işletmeler zararına çalışmaktadır ve devlete büyük paralara mal olmaktadır.”
“Devlet sektöründe çalışanlar üretken çalışmamaktadır, devlet malına değer vermemektedir.”
“Özel sektör bu alanları çok daha iyi yönetebilir ve çok daha iyi hizmet verebilir.”
“Serbest rekabet piyasası nedeniyle her türden hizmet halka çok daha ucuz sunulabilir.”

Araya sokuşturulan ve sıradan insanların gözünü kamaştıran yarısı yalan laf çok. Say gitsin: “rasyonel yönetim”, “efektif üretim”, “mal/hizmet-kalite-fiyat eşitliği” falan filan... (Kapitalist sistemin sözümona ekonomi ve işletme “bilimi” uzmanlarının salt şaşırtmaca amacıyla öne sürdükleri uyduruk kavramları saymıyorum.) Sanki bu işletmeler devlet mülkiyetinde olduğunda bunlar başarılamazmış gibi. Bu arada kimseye de şu soruyu sorma hakkı tanınmıyor? “Siz ne hakla bu işletmelerin maliyet-kar hesabını sadece ve sadece kar elde etmek üzere çalışan özel sektörle karşılaştırırsınız?”

Konuyla ilgili olarak ortada dolaşan sayılar, tarihler, verilen değerler (benim burada yazdıklarım da) öylesine karmaşık ve değişik kıstaslara dayalı ki, işin içinden çıkmak neredeyse olanaksız. Örneğin, “2000 yılına dek 310 milyar ABD Doları değerinde yağma (pardon, özelleştirme) yapılmış” dendiğine, bundan ne anlayacağız? 1980 yılında 1 ABD Dolarının alış gücü ne kadardı? ABD Doları, Alman Markı, Fransız Frangı ve diğerlerinin döviz kurları nasıldı? Araya Euro girince kurlar ne oldu? Ve en önemlisi 310 milyar ABD Doları karşılığı devredilenlerin gerçek değeri neydi? Bu soruları yanıtlamak benim gibi sıradan zeka ve bilgisi olan bir insan için olanaksız. Yine de deneyelim:

1977’den bu yana Avrupa ülkelerindeki parlamentoların kararıyla gerçekleştirilen bu yağma (özür dilerim, “özelleştirmeler”) bir trilyon (1.000.000.000,00) ABD Dolarını çoktan aştı!

(Yağma daha da önce başlamıştı, ama ben Neo-Liberalizm ve Globalizm ile birlikte yükselen dalgaya bu yılı kıstas aldım. Bu yıldan başlayarak her yıl artan yağmaların (pardon: özelleştirmelerin) toplam üçte biri 2000 yılına dek gerçekleştirilmiş. Yani, son on yıl içinde, 2000’e dek yirmi altı yıl boyunca yapılan soygunun iki misli yapılmış. Üstelik, bu soygun (pardon, yasal özelleştirmeler) 1990 yılına dek borsa kanalıyla yapılırken, daha sonra kapalı kapılar arkasına alınmış. Böylece direk satışlar ve devirler de başlamış.

Neo-Liberal yağma yöntemlerinin en başta ABD’de geliştirildiğini, globalizm bayrağının orada yükseltildiğini anımsıyoruz. Avrupa’da da bu işin başını İngiltere çekti. Onu az farkla Mafya’nın anavatanı İtalya izliyor. Arkadan da Fransa ve Federal Almanya geliyor. Avrupa’da 2010 yılına dek yapılan tüm (yasal) yağmanın %70’i bu ülkelerde kotarıldı. (Listeyi merak edenlere sırasıyla: İspanya, Hollanda, Portekiz, Finlandiya, İsveç, Yunanistan, Norveç, Belçika, İrlanda, Danimarka, İsviçre)

Bu arada, 1990-94 yılları arasında gerçekleştirilen korkunç bir işgal ve yağmayı da ayrıca anmakta yarar var. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin yıkılışı ve Federal Alman Cumhuriyeti tarafından işgal edilişinin ardından, bu ülkede Sosyalist sistem içinde yaratılmış tüm değerler yağmalandı. Devletin tüm mülklerine el konuldu. 14.500 üretime dayalı işletme ve 25.000 ticaret şirketi haraç mezat yok bahasına satıldı. Bu yetmezmiş gibi, inanılmaz düşük faizlerle krediler verilen alıcılar, bir süre sonra bu fabrika ve işletmelerin büyük bir kısmını yok etti. Böylece yıkılan Sosyalist cumhuriyetin sınırları içinde 1,5 milyon (1.500.000) işyeri özel sektöre devredilmiş oldu. Bunların bir kısmı çoktan işsizlik çilesi çekiyor. Yağma öylesine hızlı ve geniş çaplı oldu ki, duvarın yıkılışının üçüncü gününde, gıda maddesi satan tüm dükkanlardaki ADC ürünleri çöpe atılmış, raflara Batı ürünleri dolmuştu. Birinci haftanın sonunda en başta Coca Cola olmak üzere, tüm market zincirleri, IKEA vb. işletmeler eski ADC topraklarına yerleşmiş bulunuyordu. Bu topraklardaki yağma yetmedi, Batı’da yaşayan Federal Almanya Cumhuriyeti yurttaşlarına sözümona Doğu’ya destek amacıyla bir de ek vergi dayatıldı.

Tüm kapitalist dünya Neo-Liberal yağmaya tabi tutulur da Türkiye bunun dışında kalabilir mi?

Son yirmibeş yıl içinde satışa çıkarılan devlet malları ve işletme haklarının 42 milyar ABD Dolarını aştığı söyleniyor. 1985-2002 arasındaki on yedi yılda bunun sadece 8 milyarlık bölümü gerçekleştirilmiş. 2003-2011 yılları arasındaki sekiz yıl içindeyse bunun dört mislinden fazlası, 34 Milyar ABD Dolarlık devir yapılmış. PETKİM’ler, Erdemir’ler, telekomünikasyon, TEKEL işletmeleri, bankalar, enerji üretim ve dağıtımı alanında ne varsa... say sayabildiğin kadar. Doğru ya, kapitalizm koşullarında her şeyin fiyatı vardır ve her şey satılıktır. Parayı bastıran alır. Ama satılan mal halkın malıymış. Kim dinler? Sermayenin lobi sözcüleri, doluştukları meclislerde ellerini kaldırıp indirerek tüm değerleri “babalar gibi” sattılar hala satmaya devam ediyorlar. Madenlerin, otoyolların, köprülerin, deniz ve hava limanlarının işletme haklarını... Tatlı su kaynaklarını, nehirleri, gölleri... Hatta ordusunun, donanmasının silah, teçhizat ve mühimmatının üretimini ve satışını...

Doğanın insanoğluna sunduğu, insanoğlunun da kendi akıl gücü ve el emeğiyle yarattığı değerlerin yağması biter mi? HAYIR!
Uluslarüstü sermayenin durmadan büyüyen kursağı doyar mı? HAYIR!
Bu soygunu iki elimiz böğrümüzde mi seyredeceğiz? Bir kez daha HAYIR!

Hiç durmadan, yorulmadan ve bıkmadan haykıracağız: “Ey, halkım! Bu ülkede “özelleştirme” adı altında yağmalanan ne varsa, aslında senin malındır! Malına sahip çık!” diyeceğiz. Haykırmak yetmez. Bu soyguna son vermenin yollarını ve varılacak hedefi de göstermek bunu gerçekleştirebilmek için harekete geçmek üzere yığınları biraraya getirmek gerekiyor.

Ve bunu başardığımız gün... O gün bu yağmaya son verilecek. Kendi malına sahip çıkan insanlar kendi madenlerinde, fabrikalarında, her türden işletmelerinde elbirliğiyle, canla başla ve güvenle çalışarak üretecek... Üretimden hak ettiği payı alarak refah içinde yaşayacak. Bunun adı Sosyalizm olacak.