Sömürülenlerin sömürenlerin ve onların iktidarlarının boyunduruğundan kurtulması için örgütlenme şart ama ilkesiz, mücadelesiz, eylemsiz, sessiz örgütlenme değil.

Sömürüyle kaynaşanlar ve karşı çıkanlar

1960’ların sonunda Giresun Lisesinde münazara yarışmasına hazırlanırken, kem küm edip görüşünü net olarak savunamayanlar olunca öğretmenimiz -o zaman TÖS’lü idi çoğu- “geveleyip durma, neyi savunuyorsun açık seçik ve kararlı olarak anlat, safını duraksamasız belirle” diye uyarırdı. Bizim üç kişilik takımın finalde “süt siyah” ile kazanmasında bu uyarının etkisi yüksekti. Şimdi görüşemediğimiz arkadaşları bilemem ama “genç ben”deki etkisi de yüksek oldu.

Siyaset, devlet ve hukukla tanışıp içinde yaşamaya başladıkça, toplumsal ilişkilerde derinleştikçe bu lise birinci sınıf anısını anımsarım. Asıl anımsatan da “bu düzen sürsün ama sosyal, eşit, özgür, bağımsız, barışçı, laik, demokratik, adaletli, hukuksal olsun” diyenler olur. 

Sömürücü sınıf çoğunlukta değil, “demokrasi yanılsaması” içine düzene takılıp kalanlarsa bir hayli çoğunlukta. Başka deyişle, sömürücüler çoğunlukta değil ama sömürüyle kaynaşanlar hem sömürücülerin hem de onların siyasal iktidarlarının egemenliği ve sürdürülebilirlikleri için yadsınamaz bir etki yaratıyor. 

Kapitalist düzende seçime, devlete ve hukuka yüklenmek istenen toplumsal görev ve sorumlulukların, umudu bu düzenin ulusal ya da uluslararası kurum ve kurallarına bağlayıp beklemeye yatmanın bu kaynaşmada rolü büyük.

Kapitalizmin çok şeyi yıkarken yasalarının ve yeni sömürgeciliği kabullendirmesinin etkisi altında yalnızca aktif olarak değil, sessiz kalarak da uzlaşmacılığı seçenler en büyük zararı sermaye sınıfıyla uzlaşmazlığın karşıtına, işçi sınıfına, emekçi halka, insanlığa, doğaya ve barışa veriyor.

Sömürüyü tüm dünyada sürdürebilir kılmak, bunun için de emekçi halka -gerektiğinde göçe zorlayarak, gerektiğinde kan dökerek- baskı ve şiddet uygulamak için militarist güç olarak ortaya çıkan NATO ve zirvesinin düzenin aktörlerinin kendilerince çıkar hesaplarına konu yapılması da sömürüyle kaynaşmanın parçası.

Lenin Ağustos 1917’de (Devlet ve Devrim’in önsözünde); “güçlü kapitalist topluluklarla durmadan daha sıkı bir biçimde kaynaşan devletin çalışan yığınlar üzerindeki korkunç baskısı”nın kendini gitgide daha çok gösterdiğinden söz eder; tabii daha önce, 1916’da “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımladığı emperyalizm de devrede olarak…

Durum, 20. yüzyılın başlarına göre 21. yüzyılda daha korkunç. Düzen içi siyaset ve siyasi partiler, kendilerinin de tanımlayamadığı “iyileştirme”den söz ede ede sömürünün uyumlaştırıcılığına devam ediyorlar hâlâ… Uzlaşmaz sınıf çelişkileri içinde, milliyetçilikten ve dinsellikten destek alarak, emekçi halkı “evcilleştirme” isteğinden hiç mi hiç vazgeçilmedi; düzen içinde kalındıkça da vazgeçilmesi olanaksız.

Bir uçta mafya ve silahlı çeteler; diğer uçta NATO gibi uluslararası örgütler… Bir uçta devletler ve ulusal hukuk, diğer uçta uluslararası örgütler ve uluslararası hukuk… Bir uçta milliyetçilik diğer uçta dinsellik… Elbirliğiyle sömürücü düzenin sürdürülebilirliği ve istikrarı için koşturuluyor. 

Emekçi halkların örgütlü mücadeleleriyle kazanılan hak, özgürlük ve dönemler savaşlarla, çete savaşlarıyla, darbelerle, olağanüstü hallerle, baskı ve şiddetle, sindirmelerle, uyuşturmalarla bazen hızlı bazen yavaş kırpık kırpık parçalanıyor. 

Unutturduklarını sandıkları uzlaşmaz sınıfsal karşıtlık, devrimci ruh ve mücadele ortadan kalkmıyor. Emekçi halklar ve öncüsü siyasi partiler dünyanın her yerinde, sömürü düzeniyle kaynaşmayan ödün vermez sınıfsal mücadelelerini kesintisiz sürdürüyor.

Sömürülenlerin sömürenlerin ve onların iktidarlarının boyunduruğundan kurtulması için örgütlenme şart ama ilkesiz, mücadelesiz, eylemsiz, sessiz örgütlenme değil. Gerçekçi örgütlenme ve mücadelenin örnekleri çok.

Türkiye Komünist Partisinin örgütlü sınıfsal mücadelesi içinde yüreği bağımsızlık, laiklik, eşit, özgür ve adil bir ülke için atanların 19 Haziran’daki Ankara buluşması bunlardan biri.

Buluşma çağrısında da söylendiği gibi: 

“Ülkenin zenginliği bir avuç azınlığın elinde toplandı.

Salgında halka sabret çağrısı yapanlar patronlara sağladıkları ayrıcalıklarla servetlerine servet kattılar.

Hayat pahalandı, yoksulluk arttı.

Laiklik rafa kaldırıldı.

Din siyasete, siyaset ticarete alet edildi.

Özgürlükler kısıtlandı, siyaset yasağı sıradan uygulamaya dönüştü.

Böyle bir Türkiye yarattılar.

Şimdi halkı tüm bunların değişmez kurallar olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar.”

Öyle olmayacak. Halk seyirci kalmayacak…

Boyun eğmeyenler 19 Haziran Cumartesi günü 16.00’da Ankara Mitingi’nde, Anıtpark/Bahçelievler’de bir araya geliyor.

Karanlığı yırtıp atmak için…