Anayasanın tanıdığı denetim yollarının dahi kullanılmaması/kullandırılmaması “seçimden seçime”ye gönderme yapmayı ve seçimi tek çözüm yolu göstermeyi kolaylaştırıyor.

Seçimin cazibesi altında… 

Seçme hakkı olanın “geri çağırma hakkı” olmadığı bir seçim sisteminde, iktidar ya da muhalefetteki siyasi temsilcilere yönelik toplumsal denetim genelde ve yerelde “seçimdeeeen seçime” kalıyor.

Anayasanın tanıdığı denetim yollarının dahi kullanılmaması/kullandırılmaması “seçimden seçime”ye gönderme yapmayı ve seçimi tek çözüm yolu göstermeyi kolaylaştırıyor.

Dernek, vakıf, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu, sendika, siyasi parti gibi örgütlenme yollarının bir yandan hukuksal sınırlama ve denetimlerle, diğer yandan düzen içinde tutulup egemen sermaye sınıfının ve destekçileri olarak dinsel ve etnik grupların eline geçmesi ya da güdümüne girmesi toplumsal denetimin en büyük zaaflarından biri olarak ortaya çıkıyor. 

Buna TBMM, belediye meclisleri, il genel meclisleri gibi seçimle gelen kurulların etkisizliği de eklendiğinde, devlet bütünlüğünde cumhurbaşkanı, belediyelerde belediye başkanı, il genel meclislerinde vali gibi “başkan”ların tabulaştırıldığı bir düzenle karşı karşıya kalınıyor ve seçim denilen eylem artık “kişiye özgü”leştirilip dar alana sıkıştırılıyor.

Yetmezmiş gibi bir de adaletsiz seçim hukuku var ki adı üstünde tek tek sayıp zaman harcamayalım. 

Laikliğin olmadığı, dinselliğin devlete, hukuka, siyasete, bireyin ve toplumun yaşam tarzına el attığı bir yerde hangi adalet ve hukuktan söz edilecek?

Dahası, eşitsizliğin diz boyunu aşıp insan boyuna ulaştığı bir ortamda hangi genel ve eşit oy hakkından söz edilecek?   
Dümdüz kapitalist toplumun, burjuva devletinin durumundan söz ediyoruz.

İçinde yaşadığımız toplumun Anayasasından, bolca değişikliğe uğramış 1982 Anayasasından anlatırsak daha net anlaşılacak.

Şekli “Cumhuriyet” olan bir devletten söz ediyoruz (madde 1). Bu cumhuriyet, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti (madde 2). “Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” devletin temel amaç ve görevi (madde 5). “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip (madde 12). “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler için kullanılamaz” (madde 14). Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması “demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” (madde 13). Vatandaşlar “seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahip”. “Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır”. “Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” (madde 67).

Daha da eklenecek birçok hükümle demokratik ve laik hukuk devleti, demokratik toplum düzeni burjuva toplumun ve devletinin vitrinini parlak ışıklarla süsler.

Şimdi 2001’de kurulan, 2002 genel seçiminde iktidara oturan ve bugüne kadar iktidarı bırakmayan AKP’nin seçimlerine genel bir bakış atalım:

Geliş dikkat çekici derecede: Oy oranı %34,3, Mecliste temsil oranı %66, ilk seçimde iktidar. 

2002 (363 mv), 2007 (341 mv), 2011 (327 mv), 2015 Haziran (258 mv), 2015 Kasım (317 mv), 2018 (295 mv) ve 2023 (268 mv) genel seçimlerinde, bir bölümünde salt çoğunluk altında kalsa, koltuk sayısı azalan seyir izlese de hep birinci parti. 2015 manevrasını, dört ay içinde “özür dileriz, milletvekili sayısını 258’e düşürdük, hemen 317 yapalım” dercesine yükselişini unutmayalım. 

2007’de iki dereceli seçimle Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yaptıktan sonra 2014 ve 2018’de tek dereceli seçimle Recep Tayyip Erdoğan’ı iki kez CB yapan, 2023’te Anayasanın “bir kimse en fazla iki defa CB seçilebilir” açık hükmüne karşın adaylığını dayatarak tek dereceli seçimle Erdoğan’ı üçüncü kez CB koltuğuna oturtan siyasi parti.

İktidar döneminde, 2004, 2009, 2014 ve 2019 yerel seçimlerinde (sırasıyla 1750, 1442, 800 ve 742 belediye başkanı olmak üzere) azalan sayıya karşın tek başına en fazla belediye başkanlığı kazanan siyasi parti.

Anayasa değişikliği rekoru kıran, 2017 değişikliğiyle yürütme organını tek başına CB’ye bağlayan, Anayasa değişikliğine ilişkin üç halkoylamasında (2007’de %68,95 oyla, 2010’da %57.93 oyla, 2017’de %51,41 oyla) evet çıkaran siyasi parti.

Evet, 21 yılda azalan oranlar var ama iktidardan indirilemeyen bir siyasi parti. Azalan oranlara çözüm olarak “ittifak” desteği bulmak da AKP becerisi. 

Düzen içi muhalefet her seçimde “AKP yenilsin/gitsin” propagandasına sığındı. Dar ve ilkesiz seçim propagandaları ve stratejileri Türkiye’nin gerçek sorunlarını, gerçek çözüm arayışlarını, ilkeli siyaseti geriye itti. Cumhuriyetin, laikliğin, anayasallığın, hukuk devletinin, doğanın, yer üstü ve altı kaynakların yok edilmesi, yağma ve talan, işsizlik ve yoksulluk, adaletsizlik, kadın ve işçi cinayetleri önlenemedi. Tarikat ve cemaatler kapatılamadı. Kapitalist, emperyalist bağımlılık arttı. 

Bu demokrasinin adı: sermaye sınıfının söz ve karar sahipliğini, sömürücü ve gerici düzeni emekçilerin, sömürülenlerin kabul düzeneği. AKP bu düzeneğin anahtarını düzen içi muhalefetin desteğiyle elinde tutuyor. Düzen içi muhalefet de emekçileri, sömürülenleri “ben sana mecburum” kapısında tutuyor. Sermaye sınıfı, iktidar ve muhalefet aracılığıyla emekçilerin genel oyunu çalıyor, sömürüyor.

Jacques Duclos’nun, Fransa’da burjuvazinin planları ve onları harekete geçiren ekonomik ve politik dürtüleri, burjuva demokrasisinin tahribatını anlattığı “Demokrasinin Geleceği” (Türkçeye çevrilen bölümüyle “Demokrasi ve Kişisel İktidar”) kitabının pabucunu dama atan, yine Duclos’nun deyişiyle “hilkat garibesi” sürüp gidiyor.

Bir karikatür sanatçısı, bu durumu hiç dolandırmadan çizer ve altına da “yorumsuz” yazardı. Komünistler de kısa ve öz anlatıyor: 31 Mart yerel seçimlerinde, kirli çarkın parçası olan, olabildiğince fazla zübükten kurtulmalıyız.