Bugünkü yazımızdaki prensin beyaz atı var mı emin değilim. Zengin Arap aşiretlerinin bu tür merakları olduğunu biliyoruz. Her renkten atı vardır muhtemelen.

Beyaz entarili prens üzerine çeşitlemeler

“Beyaz atlı prens” ülkemizde geçen yüzyılın başlarından beri sürekli karşılaştığımız kültürel bir kavram. Pembe dizi türü romanlardan tutun, Hollywood ve Yeşilçam yapımlarına kadar farklı bağlamlarda kullanımını biliyoruz. Kavramın kökeni Batı ve muhtemelen Andersen veya Grimm kardeşlerin masallarıdır diye düşünürdüm ama bu yazı için araştırırken bunu Hint geleneklerine bağlayan yorumlara da rastladım. Sonuçta diller için Hint-Avrupa diye bir sınıflandırma kullanmıyor muyuz ? Var yani bir ecnebi tarafı. Başka bir deyişle “yerli ve millî” bir kavram olmadığı gibi farz, sünnet, helal veya caiz olduğuna dair bir fetva da bulunmadığına göre muhtemelen ya haram ya da mekruhtur.

Gel gör ki kullanıyoruz işte. “Mandacı” zihniyet dayatmış işte bunu da beynimize. Nitekim, 3,5 yıl kadar önce Aziz Yıldırım ile Ali Koç’un yarıştıkları Fenerbahçe kongresi öncesinde ben de bu kavramı kullanarak bir yazı yazmıştım Medya Günlüğü’nde. O dönem hâlâ 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olduğum için takma isimle elbette. Özellikle Fenebahçeli okurlarıma bir göz atmalarını öneririm. Çünkü ne yazık ki güncelliğini yitirmedi yazıdaki kimi öngörüler. Linki şuraya bırakayım: https://medyagunlugu.com/haber/buyuk-umutlar-43233

Bugünkü yazımızdaki prensin beyaz atı var mı emin değilim. Zengin Arap aşiretlerinin bu tür merakları olduğunu biliyoruz. Her renkten atı vardır muhtemelen. Kesin olarak bildiğimiz Prens Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid El Nahyan’ın Ankara’ya beyaz entarisi ve şıngırtısı uzaktan duyulan bir para kesesiyle geldiği. Kış günü Ankara’da beyaz entari giymeye uygun düşecek güzel deyimlerimiz var ancak oralara girmeyelim şimdi.

Bizi ilgilendirmesi gereken ne giydiği, ne yediği, ne içtiği değil, kim olduğu ve neden geldiği.

Prensin geldiği günün sabahı Akepe Genel Başkanı’nın İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerine gönderdiği bir mesaja denk geldim sosyal medyada. Genel Başkan Erdoğan özetle hiçbir teşkilat üyesi ülkenin Filistin Halkı’na zarar verecek adımlar atmaması gerektiğinin altını çiziyordu. Öğleden sonra ise Filistin Halkını tümüyle İsrail’in insafına terk etmenin diplomatik kılıfı diye niteleyebileceğimiz İbrahim Anlaşması’nın fikir babalarından ve ilk imzacılarından olan Beyaz entarili Prens, Batı basının kullandığı isimle MBZ, Ankara’da devlet veya hükümet başkanı olmadığı halde o seviyede bir protokol düzenlemesiyle karşılanıyordu. Biz buna benzer bir muameleyi daha önce de görmüştük aslında. 2002 yılında Akepe Genel Başkanı sadece Akepe Genel Başkanı iken kendisine ABD ve AB ülkelerinde gösterilen üst düzeyli teveccüh pek gururlandırmıştı birilerini.

Şimdi biz İbrahim Anlaşması neydi anımsayalım. Dünyaya ilk kez 13 Ağustos 2020 tarihinde duyurulan ve Eylül ayında imzalanan anlaşmanın tarafları BAE ile İsrail’di. BAE bu anlaşmayla İsrail’i resmen tanımış, diplomatik ilişki kurmuş ve askeri ve istihbarî alanı da içeren derin bir ortaklığa gireceğini ilân etmişti. İsrail’in buna karşılık verdiği taviz ise Batı Şeria’da daha da geniş Filistin topraklarını ilhak etme planlarını askıya almaktan ibaretti.

İsrail bu anlaşmada, Türk sağcılığının “Çürüksu Beldesi düşerse, Kudüs düşer!” benzeri feryatlarında sıkça adı geçen, eski adıyla İslam Konferansı Örgütü’nün kuruluş amacı olduğu söylenen ve uğruna türlü türlü madrabazlık törenleri düzenlenen Kudüs’ün tamamını yutmak, kentin Filistinli Halkını türlü yöntemlerle kovalamak konusunda en ufak bir ödün bile vermeye zorlanmadı.

Anlaşma İsrail ve BAE tarafından aynı yılın Ekim ayında onaylanarak yürürlüğe girmiş oldu. Karşılıklı uçuşlar başladı, Büyükelçilikler açıldı. En büyük yarayı 1993 ve 1995 yıllarında imzalanan Oslo Anlaşmalarıyla alan Filistin Kurtuluş Hareketi böylelikle yeni ve ölümcül bir darbe daha yemiş oldu.

Bu satırlardan Yahudi düşmanlığı veya Anti-semitizm çıkartmak isteyenler olacağı için bu satırları da ekleyeyim. İsrail halkının ve onun belirleyeceği devletin var olma hakkını tartışmam. Türkiye Cumhuriyeti nasıl kurulduğu dönemden beri burjuvazisinin tercihleriyle şekil değiştirip şu an bölgesinde tehdit ve kriz üreten bir birime dönüştüyse İsrail de Emperyalizmin hizmetinde ve dinsel gericilikle beslenerek bugünkü çirkin ve ırkçı görüntüsüne ulaştı. İsrail ve Filistin halklarının ilk aşamada sınırları yıllar önce BM kararlarıyla belirlenmiş iki komşu ülkede, daha sonra da Orta-Doğu’da kurulacak bir emekçi federatif yapı içinde siyasi bilinci yüksek iki halk olarak birlikte barış içinde yaşamalarını istemenin Yahudi düşmanlığıyla bir ilgisi olmasa gerek.

Biz yeniden beyaz entarili prensimize dönelim.

Emperyalizmin askeri ve siyasi darbeleri Filistin halkını zaten koyu bir taassup ile ırkçı bir faşizm arasına sıkıştırmış alabildiğine ezerken, BAE’nin yaptığı aslında arazide çoktandır bilinen bir gerçeği kağıt üzerine de geçirmekten ibaretti. ABD’nin İsrail’in güvenliğine odaklı ve SSCB’nin dağılmasından beri dizginsiz hale gelen Orta-Doğu politikasının yeni bir başarısıydı Abraham Anlaşması. İşte o Anlaşmanın lokomotif aktörlerinden biri olan MBZ Ankara’ya elbette salt kendi adına gelmedi.

MBZ, ABD’nin terk ettiği söylenen Orta Doğu’daki mutemet kişilerinden biri olarak geldi. Bana sorarsanız, aşınan fren balatalarını uzun süredir değiştirmediği ve sermayeyi kediye yüklediği için mutemetlik görevini aksatmakta olduğu anlaşılan mevkidaşına “kişisel gelişim” ve “bekâ“ tavsiyelerinde bulunmak için Ankara’daydı. Ziyaretin parasal boyutuyla ilgili rivayetler muhtelif ama 10 veya 20 milyar dolar olduğu söylenen “yatırım” miktarının Akepe’nin kazdığı mali çukuru kapatmaya yetmeyeceği de açık. Bu tavsiyelerin “İhvan” sayfasını kapatmaya olduğu kadar Türkiye’nin emekçi halkının sırtına yeni kamburlar eklemeye yönelik olduğundan da emin olabiliriz.

Beyaz atlı prens Fenerbahçe’ye geldikten sonra o camianın yaşadıkları ortada. Bu yüzden Beyaz entarili prensin gelişini de hayra yormak kolay değil. Atı ve entarisinin rengi ne olursa olsun Prenslerden halka bir fayda gelmez. Sömürü düzenini sürdürmek için Prenslerin pelerin veya entarisine sarılan Burjuvaziden de.

Aristokrasi hastalığının tedavisi Robespierre ise, burjuvazininki de Lenin’dir. Tarihin akışında bu isimler değişir ama halka düşmanlık eden Prensler ve Patronların kaderi değişmez.