AKP'nin 'ustalık' döneminde Türkiye'nin dış politikası çöküyor mu?

AKP iktidarının Suriye konusunda son bir yıldır uyguladığı politikaların başarısız olduğu yönünde yapılan yorumlar günden güne artıyor. Yeni Osmanlı projesi ve komşularla sıfır sorun söylemi fiyaskoya dönüşmüş durumda. Tüm yaşananlar akıllara "AKP'nin dış politikası çöküyor mu?" sorusunu getiriyor.

Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 70,000'i aştı ve bu sayı hızla artıyor. Hatay'da, Adana'da ve sınıra yakın bazı ilçelerde, yabancı ajanların cirit attığı ve silahlı muhaliflerin buralarda üslendikleri artık ayyuka çıktı.

Türkiye'ye ait jetin düşürülmesi, Suriye Kürdistanı'nda kontrolün PYD'nin eline geçmesi, Suriye politikaları üzerinden Barzani ile yakınlaşma çabalarının Irak merkezi hükümetiyle yarattığı gerilim, Mavi Marmara olayından günümüze İsrail'e yönelik hamasi söylemlerin kofluğunun iyice belirginleşmesi, Arap coğrafyasında yeni Osmanlı söyleminin tutmaması ve benzeri pek çok başlıkta AKP'nin sık sık övülen dış politika yaklaşımlarının çuvalladığı iyice belirgin hale geldi. AKP'nin "bölgesel güç" iddialarının emperyalizm taşeronluğunun ötesine geçemeyeceği, AKP'nin ufkunun netice itibariyle ABD'nin tercihleriyle sınırlı kalmaya mecbur olduğu daha önce soL'da pek çok kez yazılmıştı. Diğer yandan "komşularla sıfır sorun" söylemi, "sıfır komşu" gibi bir ironik benzeştirmeyle mizah dergilerine bile konu olmuştu.

Bugün gelinen noktada ise, Batı basınından pek çok isim dahi "AKP'nin dış politikası başarısız mı oluyor?" sorusunu sormaya başladı. Türkiye'de hükümet cephesinde ve yandaş medyada bolca propagandası yapılan "başarılı dış politika" ya da "bölgenin büyük gücü Türkiye" gibi söylemler, son günlerde Batı basınında da tartışma konusu olmaya başladı.

Örneğin, Fransız Le Monde gezetesinde Guillaume Perrier'in yazdığı bir makalede, Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanı olduğu 2010 yılından günümüze, çok övülen AKP dış politikalarının giderek nasıl bir sorun yumağı haline geldiğine vurgu yapılıyor. Perrier, "Her komşusu ile bir sorunu var" diye tarif ettiği dış politika panoramasında, Ermenistan ile sınır meselesinin çözülemediğini, Yunanistan ile yakınlaşmaların Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlük nedeniyle boşa çıktığını, Irak Merkezi Hükümeti ile Kürdistan Özerk Yönetimi arasındaki sürtüşmede açıkça Barzani'den yana saf tutmasıyla Türkiye-Irak ilişkilerinin gerildiğini, İran ile Batılı ülkeler arasında arabuluculuk misyonuna soyunan Türkiye'nin netice itibariyle İran'a karşı planlandığı açık olan NATO füze savunma sisteminin Malatya'ya kurulmasına izin verdiğini hatırlatıyor ve neredeyse tüm komşularıyla ilişkilerin gerilimli bir hal aldığı yorumunu yapıyor.

Perrier ayrıca Beşer Esad'la 2011'de yakın dost görüntüsü veren AKP hükümetinin ani dönüşüne de dikkat çekiyor. Davutoğlu'nun 2010'dan "Arap Baharı" sürecine kadar yaklaşık 50 ziyaret yaptığı Suriye'yle ilişkilerin bugün geldiği noktayı hatırlatıyor. Tüm bunların yanında süreci yönetmekte zorlandığı görülen AKP'nin, Arap ülkeleri nezdindeki itibarının da giderek zayıfladığına dikkat çekilen yorumda, Türkiye'nin "bölgesel düzen" iddialarının başarısızlığa uğradığı belirtiliyor.

Bölgesel güç olma hevesi ve taşeronluk
AKP'nin yandaş medya aracılığıyla uzunca bir süredir propaganda ettiği bölgenin yükselen gücü olma iddialarının sınırlarına dair daha önce pek çok yorum yapılmıştı. Zira geçtiğimiz Temmuz ayında Reuters'de yayınlanan bu doğrultudaki bir analiz, soL'da da yer almıştı. Alistair Lyon'un analizinde, Türkiye'nin Suriye ile tek başına savaşmaya cesaret edemeyeceği ve AKP'nin Suriye'ye yönelik görünüşteki sert tutumunun hiçbir zaman arkasının gelmediği belirtilmişti.

Nitekim, BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin'in ısrarlı vetosunun ve ABD ve NATO'nun da askeri müdahale konusunda temkinli davranmalarının, Suriye konusunda en sert tutumu benimseyen ve geri dönülmesi zor adımlar atan AKP'yi sıkıştırdığı biliniyor. AKP, daha önce Irak Savaşı ve Libya müdahalesi gibi başlıklarda süreci iyi okuyamamasının bedelini ödemiş ve buradan çıkardığı dersle Suriye başlığında aceleci davranmıştı. Ancak ABD'nin Suriye konusundaki zamanlamasıyla Türkiye'nin adımları arasında yaşanan uyumsuzluk, ABD'den bağımsız adım atamayacağı bilinen AKP'nin elini daraltan şey oldu.

AKP'nin kendi söylemlerinin aksine, bölgede sürükleyici güç olmak şöyle dursun, herhangi bir dış politika başlığında ufkunun ABD'nin çizdiği perspektifle sınırlı olduğu bugüne kadar çok söylendi ve yazıldı. Diğer yandan başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin doğrudan askeri müdahalenin maliyetini üstlenme konusunda çok da istekli olmadıkları ve bir yandan yıpratma taktiklerini kullanırken diğer yandan olası bir müdahaleyi de taşeron ülke ve güçlere ihale etme niyetinde oldukları da yapılan yorumlar arasındaydı. Bununla birlikte, Esad rejiminin bir türlü devrilememesinin ve bölgede buna bağlı diğer gelişmelerin yarattığı kriz dinamikleri ve bunların maliyeti, doğal olarak emperyalist ülkelerden çok taşeron ülkelerce üstlenilmek durumunda kalıyor.

İşte Suriye başlığında ortaya çıkan krizlerin faturası da emperyalist hükümetlerden çok, AKP Türkiyesi gibi pay kapma heveslisi ülkelere çıkıyor. Daha geçtiğimiz günlerde İslam İşbirliği Teşkilatı'nda konuşan Davutoğlu, Suriyeli mültecilerin yükünü taşımakta zorlandıklarını ve uluslararası toplumun yükü paylaşması gerektiğini söyledi. Sürecin uzamasının yarattığı mali yük bir yana, Suriye'de yaşanan her gelişme iç siyasete de doğrudan uzanıyor. Kürt meselesinde yaşanan gelişmeler ve son aylarda Alevilere dönük yaşanan provokasyon vakalarındaki artış bu çerçeveden okunabilir.

(soL-Dış Haberler)