Kadrolarımızın Sorunu Ne?

Tartışmaya başlayabilmek için gerçekten böyle bir sorunun olduğunu kabul etmek gerekir. Kanımca böyledir.

Siyasi ilişkilerde yavaşlık, tutukluk, içe kapanıklık, kendi doğrularının verdiği mutlulukla yetinme, mücadelede devamsızlık hızının yüksekliği, hatta dönem dönem uzun fasılalar verme, tutku eksikliği: Bunlar.

Sözünü ettiğim sorun belki de önemli oranda mücadelenin zorluğuna ve buna karşılık bireylerin dayanma güçlerinin sınırlılığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla baş etme mekanizmalarını da düşünmek gerekmekle birlikte, yapısal nitelikli faktörlere odaklanmak daha ön açıcı olabilir.

* * *
Sorunun önemli nedenlerinden birisi, kadroların sınıfsal karakteriyle örgütlemeye çalıştığımız emekçi sınıfların karakteri arasındaki farklılıktır. Nihayetinde biz de en geniş anlamıyla tanımlanan emekçi sınıfın içinde yer alıyoruz, onun bir bölmesiyiz. Ancak, işçi sınıfı eğitim düzeyiyle, geliriyle, alışkanlıklarıyla, kültürüyle homojen bir yapıda olmadığı için, bölmelerin birbirleriyle temasında, ilişki kurmalarında, bu ilişkiyi süreklileştirebilmelerinde, sözünü ettiğim farklılıklara bağlı olarak ortaya çıkan yapısal bir sınırlılığın bulunduğunu da kabul etmek gerekir.

Bir de buna bizim içinde insanileşip, siyasallaştığımız kendi örgütsel ortamımızın “jargonunu” ekleyelim. Bu durumda yapısal sınırlılıkların boyutu daha net olarak ortaya çıkar.

* * *

Sorunun bu yönü sayısal çoğalmayla birlikte kısmen aşılabilir. Büyüme işçi sınıfının daha alt bölmelerindeki bireylerin örgüte dahil olmasıyla gerçekleşiyorsa, o zaman bu alt bölmelerle içeriden ilişki kurmanın olanakları da yakalanmış demektir.

Ancak, bu şekildeki büyümenin örgüt içine taşıdığı önemli bir sorunun da ayırdında olmak gerekir: O da işçi sınıfının alt bölmelerinden örgütlenenlerle, daha orta sınıf karakteri taşıyan daha eski ve “çekirdekteki” kadrolar arasındaki sosyoekonomik farklılıklardır. Son derece farklı refah ve gelir seviyelerindeki bir hekim ile bir taşeron işçinin aynı salonda eşitlikçi bir düzene ulaşma yollarını tartışmalarının, taşeron işçiye samimi gelebilmesi için: 1- Bu ikisinin belli bir alanda somutlanan mücadele ortaklığı içinde olmaları ve 2- aralarındaki gelir farklılığının yarattığı eşitsizliği hiç olmazsa belli derecelerde azaltacak bir iç dayanışma ağının yaratılması gerekir.

* * *

Örgütsel kültürle ilişkili iki olgunun da kimi zaman bu tür sorunlara neden olduğu söylenebilir. Birisi özellikle gençlerin kısa süre içinde köklü toplumsal değişikliklerin olacağı beklentisiyle mücadeleye katılmaları ve bu beklenti gerçekleşmeyince de çökmeleridir. buradaki önemli nokta örgüt ikliminin bu “boş” beklentinin yaratılmasında ne derecede etkili olduğudur.

İkincisi mücadele ortamının pedagojik yanıyla ilişkilidir. Sol, mücadeleye başlarken önce mevcut durumu tanımlar, sonra da kendine göre bir yol haritası sunar. Bu süreç ontolojik olarak zaten negatif bir kurguya sahiptir. Çünkü mevcut toplumsal yapı içinde, bir solcu için, benimsenebilecek, mutlu olunabilecek neredeyse hiçbir unsur yoktur. Yani durumun tarifi bile zaten negatif bir atmosfer yaratır. Buradaki kritik nokta, bu atmosferin kadroları bileyici etkisiyle, moral bozma, heves kaçırma, korkutma gücü arasındaki dengenin iyi saptanmasıdır.

Ben sol mücadele kültüründe kadro eğitim ve yönlendirmesinde, sürekli negatife vurgu yapan pedagojik yöntemin abartılı kullanıldığı kanaatindeyim. Oysa işin içine biraz zevk katmak gerekir. Mücadele zevk alıcı bir hale getirilmedikçe, aynı zamanda sosyal bir ortam yaratmadıkça, başarılara vurgu yapılmadıkça sürekliliğinin sağlanması çok güçtür.

* * *

Kadro yetersizliğiyle ilişkili olarak en yapısal gördüğüm etkeni en sona bıraktım. Bundan daha önceki bir yazımda da söz ettim ve yeniden, ayrı yazıların konusu olarak ele almak gerekiyor:

Biz mücadelede, sınıfın ve birey işçinin karşısında fazlasıyla öğretmen pozisyonunda yer alıyoruz. Bu, belki de, Lenin'in bilincin sınıfa dışarıdan götürüleceği şeklindeki tamamen doğru saptamasının yorumuyla ilişkilidir.

Ancak sınıfa bilinç götürmek gazete, dergi, bildiri verip, birkaç kelime konuşmakla olacak iş değildir ve zamanında Bolşeviklerin yaptığı da kesinlikle bu değildir. Sınıfa bilinç götürmek, sınıfı, yaşadığı sorunlara karşı duyduğu rahatsızlık üzerinden (potansiyel enerjiyi) somut bir hedef için hareketlenmek üzere birleştirmekle, hak arama mücadelesinde birlikte yürümekle olur. Ve üstelik bu yalnızca bir başlangıçtır.

Bu işi becerebilmenin belli sayıda ve nitelikte kadro gerektirdiği açıktır. Ancak yine de şu soruyu sormalıyız: Perspektifimiz yayın dağıtmanın ötesine acaba ne kadar geçebiliyor? Kısaca, sorun mücadeleyi bu şekilde yaşamak için gereken kadro eksikliğinde mi, yoksa mücadeleyi bu şekilde kavramak konusundaki perspektif eksikliği mi kadro yetersizliğine neden oluyor?