Ucu Pançatantra’ya Dek Uzanan Bir Nazire

Ucunu, bucağını bilmediğimiz halde, giderek genişlediğini kesin olarak bildiğimiz evrenin bir köşeciğine savrulmuş minicik bir gezegende yaşayıp gidiyoruz. Bir eşinin daha bulunmadığını düşündüğümüz şu canlılar dünyasına biraz merakla bakıp da hayranlık duymamak elde değil. Tekhücrelilerden başlayarak, hiçbiri bir diğerine benzemeyen ve her birinin kendi yaşam biçimi olan şu canlılar dünyası... Ve onlar arasında, hiçbirinde bulunmayan özelliklerle donatılmış bir yaratık. Sadece kendisinde bulunan özellikler yetmiyormuş gibi, başka hayvanların da bazı yeteneklerine sahip olan ve elindeki olanakları hem kendi cinsinden olanların, hem de doğanın tümü üzerinde hakimiyet kurmak için seferber edebilen bir canlı, homo saphiens.

Hal böyleyken, bazı “insanca davranışlar”ı daha iyi nitelemek için hayvanları örnek göstermeye bir türlü aklım ermiyor. Üstelik bu benzetmelere konu olan hayvanları uzaktan da olsa birazcık gözlemleyen herkes, ne büyük haksızlık yapıldığını, ne ağır iftiralar atıldığını hemen anlayabilir.

Bir insan için “fil gibi hantal” diyenler, Hindistan’ın balta girmemiş ormanlarında gidip, koca bir fil sürüsünün göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda ve çıt çıkarmaksızın nasıl ortadan kaybolduğunu görmelidirler. Vücut yapısına göre asıl hantal olan insandır. Ya da fiziğinden beklenmeyecek yükleri sırtlanabilen, çalışkan, ardıcıl, üstelik en azla yetinmesini bilen eşek? Bir dizi olumsuzluk yükleyip, bu hayvanların adını hakaret haline getirmekten büyük haksızlık olabilir mi? Hiçbir yük hayvanının tırmanamadığı sarp kayalıklarla, uçurumlarla dolu arazide, yüklerini sırtından atmaksızın temkine yürüyerek dağları aşan katıra yapılan aşağılama kabul dilebilir mi? Çöllerde kervanlar oluşturarak yüzlerce kilometre yol alan deveye kindar diyenler, aslında nesiller boyu kan davaları sürdüren insanlara bakıp, utanmalıdırlar. “İnsan gibi kindar” demek sizce de daha yerinde olmaz mıydı?

Konum ne biyoloji bilimi, ne de bazı insanları tarif etmek için hayvanları öne sürenlerin eleştirisi. Asıl amacım, yaptığım son incelemeyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak.

Hayvanlar aleminin bir üyesi oldum olası ilgimi çeker. Son derecede atik, hızla koşabilen, durduğu yerden metrelerce yükseğe sıçrayabilen, en yüksek ağaçların en ince dallarına kadar tırmanabilen, pençeleriyle timsahların zırhını bile parçalayabilen tam bir güç paketi. Üstelik uyumlu bedeni ve çizgilerle süslü güzel postuyla tam bir estetik harika. Bir sürü de akrabası var. Aslandan başlayarak leopar, panter, puma derken evimizin içine dek girip, kanepenin köşesine kurulmuş akrabalar...

Son günlerde kendimi bu hayvanı incelemeye vermiştim. Bir zamanlar Anadolu’dan başlayarak bütün Asya’ya bulunan, Sibirya steplerinden Bengal’e, oradan bütün Uzakdoğu’ya yayılan, sadece anakarada kalmakla yetinmeyip Japon adalarına, Java ve Bali’ye dek sıçrayan, her bölgede kendine özgü biçimler alan panthera tigris ne yazık ki, giderek tükeniyormuş. Bütün dünyada, vahşi doğada tek başına yaşayan sadece 3948 tane örneği kalmış. Doğadaki en vahşi, acımasız ve yıkıcı homo saphiens, on binlercesini katlederek ve yaşam alanlarını yaşanamaz hale getirerek kökünü kurutmuş bu hayvanların. Tam nerede, kaç tane örneği kaldığını incelerken yeni bir türü çıktı karşıma, Anadolu kaplanları.

Bildiğim kadarıyla Anadolu’da yaban kedisi, çakal, sansar, tilki, karaca, yaban domuzu, ayı gibi bazı hayvanlar yaşıyordu ama kaplanlardan haberim yoktu. Meraklıyım ya... Hemen Internet’te araştırmaya başladım ve yine bir benzetmeyle karşı karşıya olduğumu anladım. Yazımın başında bu benzetmelerin haksızlığına değinmiştim. Burada da büyük bir yersizlik saptadım. Onun için, madem hayvanlardan yola çıkılıyor, ben de hayvanlara atıfta bulunarak bazı düzeltmeler yapmak istedim.

Kaplan dediğin, karnını doyurduktan sonra çekip giden, ardında bıraktığı avından başka hangi hayvanların yararlanacağına aldırmayan, karnı tokken ve kendisini tehdit altında hissetmediği sürece pek de saldırgan olmayan bir hayvan. Bunlarsa doymak bilmiyorlar. Ve önlerine çıkan her olanağa vahşice saldırıyorlar. Doğada böyle bir doyumsuz hayvan yok. Onun için bir benzetme yapmak olanaksız. Olsa olsa “kendisine özgü bir insan tipi” denebilir.

Söz konusu cins, aslında kaplanlar gibi kendi güç ve becerisine dayanarak ve birey olarak mücadele ederek yaşamını ve neslini devam ettirmeye çalışmak yerine, sömürerek, ezerek başkalarının sırtından geçiniyor “sülük, kene, bit gibi” mi desem?

Bazıları, bütün bir ulusa ait değerleri özelleştirmeler sayesinde ele geçirip, yurtdışındaki benzerlerinden geriye kalan artıklardan istifade etmeye çalışıyor. “Akbabalar, çakallar, sırtlanlar gibi” denebilir mi acaba?

Kaplan dediğin, doğrudan avının karşısına çıkıp, açıkça mücadele eder. Bunlar arasında sinsice, kapalı kapılar ardında, türlü dalavereyle iş çevirenlere, “gece sessizce tavuk kümesine yanaşan sansar” benzetmesi yapılabilir mi?

Kaplan, doğada tek başına varlığını sürdüren bir canlı. Bunların bir kesimi, birbirlerine sığınarak tarikatların karanlık mağaralarına saklanmışlarsa ne diyeceğiz? “Yarasalar gibi” demek geliyor içimden...

Bunların tümü, benzerleriyle elbirliği içinde sömürü ve talanı, dolayısıyla toplum yaşamındaki çoğu kötülükleri yaratıyorsa ve daha da yaygınlaşması için ellerindeki tüm olanakları seferber ediyorsa nasıl bir benzetme yapılabilir? “Virüs gibi” dense yerinde olur mu?

Fakat hayır! Bu benzetmelerin hiçbir anlamı yok. Zaten, insanların olumsuz davranışlarını hayvanlara yüklemeye kesinlikle karşı olduğumu en başta yazmıştım. Yukarıdaki nitelemelerin tümünü geri alıyorum!

Medyada yeni liberaller vb. kapitalizmin en savaşkan savunucularının yanısıra bazı şaşkınların “Anadolu kaplanı” benzetmesi yaptığı bu insanları daha iyi tanıyabilmek ve onları daha yerinde niteleyebilmek için, bu güzellemelerden bir an için kafayı kaldırmak ve başka bir şey yapmak gerekiyor.

Aslına bakılırsa, bunların fabrikalarında, çeşitli işletmelerinde çalışan işçilere sormalı.

Yurtdışında yıllarca en ağır koşullarda çalışıp, en kötü koşullarda yaşayarak edindikleri birikimleri 80’li yıllarda bunlara kaptıranlara, sormalı.

İyi niyetle, yoksullara ve yoksunlara yardım amacıyla yaptıkları bağışların başka çanaklara akıtıldığını duyarak hayal kırıklığına uğrayanlara sormalı.
Özelleştirmelerden yararlanarak değerinin çok altında fiyatlara el koydukları işletmeleri, fabrikaları başka spekülatif amaçlarla kapatmaları ya da işi taşeronlara havale etmeleri nedeniyle işyerlerini ve bu arada birçok kazanılmış haklarını kaybedenler
e sormalı.

Onların en doğru ve yerinde nitelemeleri yapacaklarından eminim. Yeter ki, soru yöneltilen adres doğru olsun.