Juris Prudentia

İşine geldiğinde, iki kişiyi birbiriyle ilişkilendirip örgüt suçlaması yapabilen hukuk sistemimiz, birbirine zincirlenmiş ve örgütsüz yapılması olanaksız bir cinayeti de “örgüt yoktur” diye birkaç meczubun üstüne yüklemeyi başardı!

Aldırmayın! Yeni değil. Halkın binlerce oyuyla seçilmiş milletvekillerini, dokunulmazlıklarına aldırmaksızın tutukla... Kent, kasaba sakinlerinin oylarının çoğunluğuyla seçilmiş Kürt belediye başkanlarını demir parmaklıklar arkasına gönder... İktidar partisine biat etmeyen gazetecilerin de ellerine, kalemlerine kelepçe tak. Onları da aylarca hapset... İfade vermek üzere tıpış tıpış davetine gelen generalleri, amiralleri, yüksek rütbeli subayları da evlerine değil, tutukevlerine yolla... Parasız eğitim isteyen öğrencileri de dışarıda bırakma... Doğu’da Kürt çocuklarına ve yeni yetme gençlere hiç göz açtırma. Onları da yaşlarına filan bakmaksızın hücrelere tık... Hatta... Hatta onları savunma görevini yüklenen avukatları da unutma sakın. Onları da al içeriye! Bunların kimini de önce tutukla, sonra tutuklanması için delil ve şahit aramaya başla... İşine geldiğinde, iki kişiyi birbiriyle ilişkilendirip örgüt suçlaması yap işine geldiğinde birbirine zincirlenmiş ve örgütsüz yapılması olanaksız işlerde de “örgüt yoktur” diye iki meczubun üstüne yükle gitsin. Bu insanların tümünü, ne zaman başlayacağı ve ne zaman sonlanacağı belirsiz bir dava boyunca kalın duvarlar arasında muhafaza et... Tabii bu arada birilerini de, ne bahasına olursa olsun koruma altına al. Ya tutukluluk kararını kaldır ve beraat ettir ya da haklarında soruşturma ya da dava açılmasını engelle. Bu arada, gerekirse savcıları yerlerinden sür, hatta meslekten men et, hakimleri değiştir.

Her Şey Hukuka Uygun!
Gazetelerde gündelik haberler arasında, yaşamın olağan bir parçası haline gelen bu olayları tekrarlayıp durmakta yarar yok. Her seferinde birileri hukuksuzluktan şikayet ediyor, diğerleri de herkesi “hukuka saygılı olmaya” çağırıyor.

Benim sözüm, bu uygulamalara tepki duyan ve “hukuk” arayışında olanlara.

Ne mene şeyse bu “hukuk”, herkes ona sahip çıkmaya, “hukuku korumaya” ya da “hukuku aramaya” çalışıyor.

Üniversitelerimizde hukuk fakültelerinde dört yıl boyunca sayısını bilmediğim kadar hukukçu yetişiyor. Bunlar hukuk tarihi, hukuk felsefesi, Roma hukuku, İslam hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku filan gibi dersler arasında koşuşturup duruyorlar. Sonra da „hukukçu“ oluyorlar. Ama bunların çoğu, şu herkesin peşinde koştuğu hukukun ne olduğunu halka açıkça söylemiyor. Ya tüm koşuşturmalarına karşın kendileri de tam anlamamışlar, bilemiyorlar, ya da söylemek istemiyorlar. Böylece milyonlarca insan “Hukuk nerede kaldı?” diye ağlaşıyor, gereksiz beklentiler içinde feryat edip duruyor,

Ben etmiyorum! Çünkü hukukun ne olduğunu biliyorum. O nedenle de tüm yukarıda saydığım –ve sayamadığım- olayların hukuka uygun olduğunu görüyorum.

Gelin, birlikte şu „hukuk“ üzerine biraz kafa yoralım ve hep birlikte „hukuk arama“ işinden vazgeçip, asıl gerekeni aramaya başlayalım.

* * *
(Kendim sorup, kendim yanıtlayacağım. Tabii okuyucunun farklı yanıtlar verme hakkı daima saklıdır.)

Hukuk, toplumsal yaşamın her alanındaki ilişkileri düzenleyen sistemin dayandığı genel anlayış değil mi? „Evet!“

Toplumsal düzen, bu anlayış temelinde, yaptırımlar içeren, yani Anayasa’dan başlayarak, medeni hukuk, ceza hukuku, ticaret hukuku vb. yani toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsayan ve adına „yasa“ dediğimiz kurallar sistemi sayesinde ayakta durmuyor mu? „Evet!“

Bu yasalar, yasa koyucu görevini yüklenmiş olan meclis tarafından hazırlanıp, yürürlüğe konmuyor mu? „Evet!“

Tüm yurttaşların ve tüzel kişiliklerin bu yasalara uygun hareket edip etmediği, devletin polisi, jandarması, gizli servisleri ve daha bir dizi deneteme kurumları tarafından kontrol altında tutulmuyor mu? „Evet!“

Uygunsuz davrananların yargılanacağı yer devletin mahkemeleri değil mi? Hak arayanlar da, bunun için devletin mahkemelerine, devletin savcılarına ve hakimlerine başvurmuyor mu? „Evet!“

Bunca “evet” yeter.

Şimdi bir adım daha açılalım: “Hukuk” kavramı aslında “hak” sözcüğüne dayanır. Dolayısıyla, bir anlamda ona “haklar sistemi” de diyebiliriz. Ancak unutulmaması gereken önemli bir noktaya da vurgu yapmadan geçmemeliyiz:

“Hukuk sistemi” değimiz bu haklar ve yükümlülükler manzumesi, belirli bir toplumda, o toplumun içinden geçtiği belirli bir tarihsel süreç için geçerlidir. İnsanlık tarihi boyunca değişik toplumlar, geçirdikleri evrime bağlı olarak değişik hukuk anlayışları da geliştirmiş bulunuyorlar. Bu da şu demek oluyor: Her toplumda geçerli olan “hukuk”, o toplumdaki belirleyici üretim ilişkilerine, toplumda hakim olan sınıfların, katmanların (ve bazen kişilerin) konumuna ve güç dengelerine göre biçimleniyor. Çünkü topluma hakim olan bu sınıf ve katmanlar, aynı zamanda kanunu yapan, ona uyulmasını denetleyen ve kovuşturan kurumların tümünün (yani devletin) de hakimidirler.

Bu hukuk anlayışı çerçevesinde bakıldığında, insanlığın bin yıllar boyunca süregelen gelişimi içinde nereden nereye geldiğini görmek mümkün. Bir zamanlar kabile reisinin, derebeyinin, kralın vb. koşulsuz iktidarından “hak sahibi yurttaşlar” ve onların yanısıra “hiçbir hak sahibi olmayan” halk yığınlarının oluşturduğu toplumsal düzenlerden günümüze gelmişiz. Kısacası, “yasalar” ve onların belirlediği “haklar”, tarih boyunca toplum içinde güçlenenler, hakim olanlar ve yönetenlerle geri kalanlar arasındaki mücadeleler sonucunda ve her seferinde yeni baştan belirlenmiş. Uzatmaya gerek yok: iktidar yapısına uygun olarak oluşturulan “hukuk” çerçevesinde saptanan “yasalar”, yani “haklar”, bu dengeler sonucu ortaya çıkan bir dizi “taviz”den öte gitmiyor.

Günümüze dek bu yolda nice savaşlar, nice çatışmalar yaşanmış, nice kan akıtılmış, nice çileler çekilmiş. Hukuk da, ona bağlı yasalar da, hakim sınıf ve tabakaların işine nasıl geliyorsa ve güçler dengesini gösteren ibre ne tarafa eğiliyorsa ona göre yazılmış, uygulanmış, uymayanlar da cezalandırılmış Birileri “hak” elde ederken diğerlerinin özgürlükleri kısıtlanmış. Yerine göre, birilerinin “hak arama hakkı” genişlerken, diğerlerinin “sömürme hakkı” sınırlanmış. Bazen de tersi olmuş, birileri, değişik kavramlarla süsleyerek “sınırsız sömürü hakkı” elde ederken, hak aramaya kalkanlar kendilerini işkence masasında, zindanda, darağacında bulmuşlar.

Bunların hepsi, o andaki hukuka ve yasalara uygun yapılmış ya da uygun hale getirilmiş. Hatta, uygunsuzluğu uygunlaştıranların, daha sonraki tarihlerde uygunsuzluğunu soruşturmayı yasaklayan yasalar bile uydurulmuş!

Şimdi, yukarıdaki saptamayı günümüze bağlı iki soruya dönüştürelim:
- Bugün geçerli olan hukuk hangi toplumsal düzenin, hangi hakim sınıf ve tabakaların hukuku?(Bunun yanıtını okuyucuya bırakıyorum.)
- Dahası, bu hukuk sistemini korumakla ve uygulamakla yükümlü devlet kimin hakimiyeti altında? (En iyisi, bunun yanıtı da okuyucu versin.)

* * *

Birileri çıkıp, “hukuk arayışına” girdiğinde tüylerim diken diken oluyor. Varolan yasaların, toplumdaki tüm yurttaşlara hiçbir ayırım gözetmeksizin eşit şekilde uygulanmasını istediğinde, buna pek itirazım olmayabilir.

Ama bana kalırsa, sadece bununla hiçbir yere gidilemez. İstemenin ötesinde mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadele de sadece varolan yasalarda yazılı paragraflara, cümlelere, satır aralarına ve boşluklara dayanarak yapılamaz. Bu, avukatların işi olabilir. Mücadele, aynı zamanda toplum içindeki güçler dengesini değiştirmek amacıyla sürdürülebilirse, söz konusu yasalar ve onların belirlediği haklar yanısıra bunların uygulanmasında daha ileri konumlar kazanılabilir.

Sadece daha ileri konumlar?.. Benim kerteriz aldığım nokta başka. Şayet toplumun en geniş katmanlarını oluşturan, yaratılan değerlerde en büyük ve en belirleyici paya sahip olan, sömürü ve baskının hiçbir türüne gereksinim duymaksızın, el emeği ve akıl gücüyle geçinen on milyonlarca insan için en “haktan yana hukuk”un geçerli olmasını istiyorsak... Eğer gerçekten bunu istiyorsak...

Ne yapmak gerektiğini, yazımın başındaki sorulara bakarak siz bulun.

Cemil Fuat Hendek

Not: “Hukuk” kavramı zaten çoğu insana hiçbir şey söylemediği için, yazımın başına en azından onun kadar yabancı bir kavram koymayı tercih ettim: “Juris prudentia”