Hoşgörü üzerine

Mutlu günlerimden birini daha yaşadım. Geleceğime yönelik birçok bilinmezin arasında kesin bir şey saptadım ve biraz da onur duydum desem yalan olmaz. Şimdi artık biliyorum: Hayatım boyunca hiçbir dönemde, hiçbir kurum bana “Hoşgörü Ödülü” vermeyecek, veremeyecek.

Çünkü ben hiç de sınırsız hoşgörü sahibi bir insan değilim. Aksine, hoşgörü sınırlarım o kadar dar ki, benim için “hiç de hoşgörü sahibi değildir” denebilir. Ve bu nedenle, bırakın böylesi bir ödül almak, ödüle aday bile gösterilemem.

Nedeni çok basit. Hayatta hoş görmediğim, hoş görmek bir yana, varlığına tahammül bile edemediğim ve insanlığın gündeminden silinmesini istediğim, onun için elimden geldiğince mücadele ettiğim o kadar çok şey var ki.

Örneğin, insan onurunu ayaklar altına alan hiçbir söyleme, hiçbir eyleme tahammül edemiyorum. Kadınlara yönelik şiddetten başlayarak, güçlünün zayıfa yönelttiği, ister sözcüklerle, ister fiziksel olsun her türden şiddet içeren hiçbir şeye tahammülüm yok. Bunları kabullenemeyen bir insan, bir ulusun diğerini ezmesini ya da bir ülkede yaşayan azınlıkların haklarının kısıtlanmasını kabullenebilir mi? Edemez! Öyleyse bunlar da benim hoşgörü sınırlarımın dışında kalıyor. Bu arada tabii arkaik çağlardan başlayarak günümüze taşınmış, ayırımcılık ve aşağılama içeren hiçbir örf ve adete, geleneğe, sözüm ona kültürel öğeye hoşgörü gösteremiyorum. Feodal ilişkilere göz yumamıyorum. Kim olursa olsun, hangi örgüt, hangi hükümet ve devlet olursa olsun, bunlar hangi iddialarla, hangi amaca yöneldiklerini iddia ederlerse etsinler, insan haklarını ayaklar altına alan hiçbir açıklamayı, davranışı, uygulamayı kabullenmemin olanağı yok.

Aslına bakılırsa, bu tür yaklaşımların bir yandan arkaik biçimleriyle yaşamasına izin veren, diğer yandan da her seferinde yeni savlar ve yeni görünümler altında ortaya çıkmasına, gelişip, yaygınlaşmasına neden olan en temel olguya, insanın insanı sömürmesine hiç mi hiç hoşgörü gösteremiyorum!

Böyle birine “Hoşgörü Ödülü” verilir mi? Verilmez!

Dahası da var: “Hoşgörü”, “demokratik anlayış”, “liberal yaklaşım” vb. savlarla bunlara hoşgörü gösteren, böylece bilerek ya da bilmeyerek hoşgörüsüzlüğün değirmenine su taşıyan hoşgörü sahiplerine de göz yumamıyorum. Çok kendi özelime ait bir hoşgorüsüzlüğüm daha var: Ucu hakim düzenin, kapitalist sistemin, emperyalist hegemonyanın hoşgörüsüne uzanan fikirlerin Marksist kavramlar kullanarak ifade edilmesine hepten içerliyorum. Elimde değil, bunu yapanlara da hoşgörüyle yaklaşamıyorum.

Evvelsi gün gündeme düşen bir ödül nedeniyle kendi kendime bu hesaplaşmayı yaptım ve sonunda kendimi “hoşgörüsüz” ilan ettim... Rahatladım!

Zaten artık duymayan kalmadı, geçen Cumartesi günü T.C. Başbakanına böyle bir ödül verilecekti. Verilemedi. Recep Tayyip Erdoğan, “hoşgörüsü ve açıklığı” nedeniyle, Federal Almanya’da dokuz yıldır verilmekte olan “Madenciler Ödülü”ne layık görülmüş. Yazık oldu, bu ödülle taltif edilecekti, edilemedi. Afganistan’da bir helikopter kazası sonucu on iki askerin ölmesi nedeniyle yurtdışına çıkmaktan ve ödülü almaktan vazgeçtiği açıklandı.
Bu askerlerin orada ne aradığını, onları oraya kimin gönderdiğini, kimlerin buna göz yumduğunu sorgulamak çok az insanın aklına geldi. Ben tabii çok hoşgörüsüz biri olduğum için havalara zıpladım. Ama ülkemde bu tür uygulamalara hoşgörüyle bakan insanlar ne yazık ki çoğunlukta. Sürekli olarak hoşgörü sahibiymiş gibi laflar üreten, fakat aslında sıkıyönetim dönemlerini dışarıda bırakmak koşuluyla, gelmiş geçmiş iktidarların en hoşgörüsüz olanına hoşgörüyle bakanlar... Ülkenin tüm yeraltı ve yerüstü servetinin sermayedar sınıfının mülkiyetine aktarılmasına, ekonomik gelişme adına hoş bakanlar... İşçilerin zaten sınırlı olan sendikal haklarının, türlü oyunlarla büsbütün kısıtlanmasına ve sömürünün büsbütün şiddetlenmesine tahammül gösterenler... Kürtlerin ulusal hakları için mücadele edenlerin katledilmesine, hapislerde çürütülmesine onları birbirine kırdırmak için korucu diye birilerinin yaratılmasına, bunlara maaş, silah ve cephane verilmesine bir yanı mafya diğer yanı jandarmaya, orduya uzandığı görülen terör odaklarının varlığına gösterilerde taş attığı için çocuklarına bile azılı katil ve terörist muamelesi yapılmasına hoşgörüyle bakanlar... Arkaik zamanlardan kalma kan davasına “kahramanlık” adına, aile içinde işlenen aşağılık cinayetlere “töre” adına, kadınlara yönelik şiddete “namus” ve “aile bütünlüğünü sağlamak” adına hoşgörü gösteren böylece bunların ülke çapında yaygınlaşmasına ve “halkın kültür değerleri” gibi ortaya konmasına göz yumanlar... Okullarda, kimsesizler yurtlarında, tutukevlerinde çocukların ırzına geçilmesini sırada olaylar gibi karşılayanlar... Bu iktidara temelden boyun eğmeğe yanaşmayan gazetecilere, yazarlara, aydınlara yönelen baskılar karşısında konum almayanlar... Parlamentoda bile şiddet uygulamaktan çekinmeyen, sözün bittiği yerde işi tekme ve tokatla hallederek yasa çıkarmaya çalışan parlamento üyelerini anlayışla karşılayanlar...

Saymaktan yorulacağım, üstelik böylesi hoşgörülerin önem sırasını da şaşıracağım. Onun için burada kesiyorum. Ve tekrar ilan ediyorum. Benim bunların hiçbirine hoşgörüyle yaklaşmam olası değil!

Federal Almanya’da binlerce insan yollara düştü, alanlara toplandı. Ne varmış? Recep Tayyip Erdoğan hoşgörü ödülü alacakmış. Halbuki ben işte bunu hoş görebilirdim. Bence uyardı. Bıraksalardı alsaydı. İnsanlık suçu işleyenlerin davası düşürülüp de katillerden bazıları cezadan kurtulunca “Hayırlı olsun!” diyen birinin ne denli “hoşgörü” sahibi olduğu ortada değil mi? 1990’lı yılların ortasında Nuba dağında insanları açlıktan ölmeye mahkum eden, on yıl sonra Darfur’da dört yüz binden fazla insanın öldürülmesinde, iki milyondan fazla insanın topraklarından sürülmesine, iki yüz yetmiş beş bin insanın ülkeyi terketmesine neden olan Omar Hassan al-Bashir gibi bir insanlık suçlusuna bile göz yuman, onu ülkesinde ağırlayan birinin ne kadar „açık“ ve „toleranslı“ bir insan olduğunu ispata gerek var mı? Bu da nereden geldi şimdi aklıma? Başbakanın böylesi hoşgörüleri saymakla bitmez. Bıraksalardı alsaydı ödülü.

Üstelik, ödül törenindeki konuşmayı da eski Federal Almanya Başbakanı Schröder yapacakmış. Hani şu, işçilerin ve işsizlerin haklarını budayan, özelleştirmelerin yolunu açan uzatmadan söyleyeyim, muhafazakar bir parti yapmaya kalksaydı, milyonlarca insanın sokaklara döküleceği dönüşümleri, sendikaların da ağzını mühürleyerek başaran Sosyal Demokrat Schröder... (Gülelim diye yazıyorum) Putin’in sempatizanı olan, onun pırıl pırıl bir demokrat olduğunu savunan böylesi bir sabık başbakan, halen iktidarda olan ve yukarıda saydıklarıma hoşgörüyle bakan iktidardaki bir başbakana verilen ödülde konuşma yapacaktı. Keşke o ödül verilseydi, o konuşma da yapılsaydı.

Böylece herkese ibret olurdu. Vicdan sahibi herkes, benim yaptığım gibi, hoşgörü sınırlarını bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalırdı.
Buna rağmen, şimdi bu yazıyı okuyan herkese öneriyorum. Hoşgörü sınırlarınızı daraltın! İşçi sınıfına, emekçi yığınlara yönelen sömürü, baskı ve en ufak bir haksızlık içeren hibir girişime, söyleme ve uygulamaya göz yummayın! Insan onuruna, kadın ve erkeğin eşit değerliliğini ve eşit haklılığını engelleyici en ufak bir yaklaşıma tahammül göstermeyin! Uluslara, halklara, azınlıklara yönelik saldırının hıçbir türü hoşgörü sınırlarınız içine giremesin.

Böylesi fikirlere, söylemlere ve davranışlara hoşgörüsüz olan insanlar ne denli çoğalırsa, ülkemiz o denli hoşgörülü bir ortama doğru ilerler.