Garp Cephesinde Yeni Bir Şey

İspanya ve Portekiz Güney Amerika ve Filipinler’de ilk sömürgelerini kurmuş, Afrika ve Asya kıyılarında ticaret merkezleri üzerine kontrollerini sağlama almışken, Fransa, İngiltere ve Hollanda arkadan yetişmekte geç kalmadı. Büyük Britanya İmparatorluğu Avustralya ve Yeni Zelanda’yı, Hindistan’ı ve Kuzey Amerika’yı ele geçirirken Fransa da Kanada ve Hindistan’ın bir kısmına el koydu. Zarlar sürekli olarak yeni baştan yuvarlanıyor. Hollanda Endonezya’ya ve Karaibler’deki bazı adalara sahip çıkarken, Fransa Kanada, Amerika ve Hindistan’ı İngilizlere kaptırsa da, Güneydoğu Asya’nın bir bölümüne el koymayı başardı. Fakat dikkat! Arkadan gelen daha başkaları var. Rusya, Almanya, Belçika, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya da hep birlikte uyanmışlar. Süper güçler dünya yüzündeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarından ve pazardan paylarını istiyorlar. Kimin gücü kime yeterse.

Bu arada zarlar yeni baştan yuvarlanıyor. Çünkü Garp cephesinde yeni bir şey var: Amerika Birleşik Devletleri’nin “Bağımsızlık Bildirisi” kulakları tırmalarken, Fransa’dan dalga dalga yükselen “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” belgileri ve kurulan Demokratik Cumhuriyet, yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılması tüm Avrupa’yı tehdit ediyor. Avrupa ülkeleri namlularını hep birlikte Fransa’nın üstüne doğrultsalar da feodalizm kalesini ayakta tutan duvarların taşları dökülmeye başlıyor.

Fakat Garp cephesinde paylaşılamadık çok şey var hala. Ve zarlar yeni baştan yuvarlanıyor. Sınır boyları, cepheler değişiyor. Siperler yeni baştan kazılıyor. Hemen yeni paktlar, yeni çıkar ortaklıkları kuruluyor. Böylece, günümüze dek uzanan ve tüm dünyayı kapsayan ittifaklar arası savaşlar başlıyor. Napolyon savaşları, her seferinde yeni baştan kurulan koalisyonlar, değişen cepheler filan derken 20. yüzyılın başlarına dek kaç insan can verdi, hesabı tutulamıyor.

Aslına bakılırsa, Garp cephesinde yeni bir şey yok: Süper güçler dünya yüzündeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarından ve pazardan paylarını istiyorlar. Ve bu nedenle Avrupa’yı ve dünyanın bir kısmını alevler içinde bırakan 1. Dünya Savaşı’na doğrudan ya da dolaylı olarak katılan 40 ülkede yaklaşık 70 milyon insan silahaltına alınıyor. 17 milyon insan öldürülüyor. Yakılan, yıkılan kent, kasaba ve köylerin, uğranan maddi değer kaybının tam olarak saptanması olanaksız. Fakat o da nesi? Garp cephesinde yeni bir şey var: Rusya’daki devrimle birlikte ülkede kapitalist üretim ilişkilerine son veriliyor, yeni bir sistem doğuyor. Bir savaşın küllerinden yeni bir Sosyalist devlet yükseliyor. Ve savaş sona ererken tüm Batı ülkelerinin namluları bu yeni sisteme, Sovyetlere doğruluyor.

Çok uzatmayalım. Aslına bakılırsa, Garp cephesinde yeni bir şey yok: Süper güçler dünya yüzündeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve pazarı hala paylaşamıyorlar. Sömürgelerin yeniden paylaşımı, sınırların yeni baştan çizilmesi filan... Sorun bir türlü çözümlenemiyor. Hiçbir güç, elindekiyle yetinemiyor. Kazananlar doyamıyor kaybedenler kaybetmeyi içine sindiremiyor. Bu nedenle çok uzun zaman beklemeye gerek kalmadan, sözümona barıştan yirmi iki yıl sonra dünyayı tekrar alevler sarıyor. Ve bu seferki savaş eskilere hiç benzemiyor. 60 ülkenin katıldığı, tüm dünya denizlerini de kapsayan savaşta 110 milyon insan silah altına alınıyor. Can kaybının tam sayısı belli değil. Kimi kaynaklar 50, kimileriyse 70 milyon ölüden bahsediyor (sanki aradaki 20 milyon önemsiz bir şeymişçesine). Soykırımları yapılıyor, atom bombaları atılıyor...

Fakat o da nesi? Garp cephesinde yeni bir şey var: Savaş sona ererken, sosyalizmin sınırları genişliyor, birçok ülkeden oluşan bir Sosyalist Blok oluşuyor. Yani, savaş aslında sona eremiyor. Cepheler değişiyor. Zarlar yeni baştan yuvarlanıyor ve tüm kapitalist dünya hep birlikte namlularını sosyalist sisteme doğrultuyor. Ama artık herkes ayağını denk atmak zorundadır. Çünkü dünyada iki ayrı sistem, güçler dengesi içinde birada durmaktadır. Bu nedenle, bir yandan “soğuk” yöntemlerle sinsi ve acımasızca bir savaş sürdürülürken bir yandan da değişik bölgeler ısıtılıyor. Doğrudan silahlı mücadeleler sürüp gidiyor. Ülkeler işgal ediliyor. Milyonlarca can kaybı, yakılıp yıkılan kentler köyler...

Aslına bakılırsa, Garp cephesinde yeni bir şey yok: Süper güçler dünya yüzündeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve pazarı paylaşamıyorlar. Eskisi gibi doğrudan olmasa da, bölgesel savaşlarla, karşı devrimlerle, kışkırttıkları iç savaşlarla bir yandan ortak düşmanları Sosyalist Sisteme karşı mücadele ediyor, diğer yandan da kendi aralarında çekişmekten vazgeçemiyorlar.

Ve tam bu sırada dünyayı sarsan bir gelişim oluyor. İşte yine Garp cephesinde yeni bir şey var: Sosyalist dünya sistemi parçalanarak yıkılıyor. Böylece Kapitalizmin önünde artık hiçbir engel kalmıyor. Fakat hayır! Garp cephesinde yeni bir şey yok: Süper güçler dünya yüzündeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve pazarı paylaşamıyorlar. İşte şimdi dünyanın tümünün yeni baştan fethine girişmenin tam zamanıdır. Artık her türlü yönteme başvurulabilir. İstediğin ülkeyi turuncuya, istediğini yeşile boyayabilirsin. İstediğin yerde baharın geldiğini ilan edebilirsin. İstediğin ülkeyi gidip, doğrudan işgal edebilirsin. Liderlerini ipe çekebilirsin, linç ettirebilirsin. Hatta bu nedenle ulu orta kahkahalar atabilirsin. Artık nüfuzunu arttırabilmek için her yol mubahtır.

Bu arada bir nokta göze batıyor. Garp cephesinde yeni bir şey var: Artık tüm mücadelenin, tek tek devletlerin “ulusal” çıkarlarıyla uzak-yakın en ufak ilişkisi kalmamış. Kavga, doğrudan dev sermaye gruplarının çıkarları etrafında dönüyor. Bunlar dünya çapında öylesine birbiriyle örülmüş, öylesine sarmaş dolaş olmuşlar ki, hiçbir bağlamda ulusallıkları kalmamış. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Ortada dönüp dolaşan, sanki devletlerarasındaymış gibi görünen mücadele, aslında bu sermayeler arasında sürüp gidiyor. Böylece, bir zamanlar kendi halklarına bir miktar rüşvet vermek zorunluluğunda kalan emperyalist güçler, bundan da vazgeçiyor.

Garp cephesinde... Garp cephesinde değişmeyen tek bir şey var: Sermayenin işçi ve emekçi yığınları sömürmek, dünyadaki tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ele geçirmek, bütün pazarlara hakim olmak için hem dünya halklarına karşı hem de kendi içinde mücadelesi sürüp gidiyor.

“Değişmeyen tek bir şey” mi dedim? Pek fark edilmeyen bir şey daha var, bugüne dek hiç değişmeyen. Aslında tüm değişimlerin altında bu değişmez yatıyor: Tarih boyunca sonu gelmeyen çalkantılara, savaşlara, ileri ve geri adımlara, zikzaklara karşın insanlık aşama aşama ilerliyor. Kendisini sömüren, ateşe ve kana boğanları tarihin karanlıklarına gömerek... En büyük facialardan sonra bile, kendi küllerinden yeni baştan yükselerek... Yıkıntılar üstüne bir yeniyi kurarak... En temelden değişmeyen bu işte!

Bugüne dek değişmeyene ve gelecekte de değişmeyecek olana güvenerek, değiştirmek için...