Biraz Daha Üçten Beşten Bahsedelim

Üçtü beş oldu. Açık artırmaya devam! Tek sayılardan gidiyoruz: Yedi, dokuz olsun. Ortalık çocukla dolsun! On bir, on üç de var. Say sayabildiğin kadar!

Kendiniz doğurmadığınız ve insanlığın bir yarısını sadece vajina ve rahim olarak algıladığınız, dolayısıyla onları -bu nedenle haklı olarak- örtüler altında sakladığınız sürece sayıları daha da yükseltebilirsiniz. Dilinizi tutan mı var? Çok zorlanırsanız "lapsus lingua" der geçersiniz. (Bu sözcüğün anlamını bilmeyenler, bilinçaltında sakladığı düşünceleri ağzından kaçıran kimi politikacılara sorabilirler.)

Bir kadın kaç çocuk doğurabilir ki? Tek kadın da yetmez! En azından üç karı gerekiyor her erkeğe. O zaman, en azından 3 X 5 = 15 çocuk. Bugünkü meclisteki koltuklarda kaç tane çok karılı erkek oturduğunu bilmiyorum. Ama en azından yarısına yakını öyle mi, yoksa öyle olma hevesinde mi, bilmek isterdim. (Dolayısıyla bunu yasalaştırılmaya kalkan olursa, sakın ola ki, şaşırmaya kalkmayalım.)

Evet, en azından on beş çocuk! Böylece yakında Hindistan'ın nüfusuna ulaşırız. Demografik olarak birçok ülkeyi arkada bırakırız. Sadece demografik olarak değil, ucuz işgücümüzle uluslar ötesi sermayenin önemli bir atölyesi haline gelebiliriz. Hatta… Elli yıl önce başladığımız ticareti en üst noktaya yükseltiriz: Yığınsal ucuz işgücü ihracatına hız verebiliriz. ("Kazandığının yaklaşık yarısını ülkeye döviz girdisi yapan ücretli köle ihracatı" demiyorum.)

Yalnız, burada matematiksel bir sorun çıkıyor. Üç-beş diye sayanların her konudaki cehaletinin yanısıra, basit aritmetik bilgisinden bile yoksun oldukları görülüyor.

Eğer insanlığın bir yarısı, spermlerini sağa sola dağıtmak üzere insanlığın öbür yarısından en az üç insanla evlenmek isterse, yarısı kadın, yarısı erkek olan insanlığın matematiği buna uymayacak! O zaman, ya erkekleri insanlığın dörtte birine indirgeyecek önlemler almaları gerekecek, ya da erkek çocukların doğumunu engelleyerek, kız doğumunu tetikleyecek önlemler alacaklar ve kadınların sayısı erkeklerin üç misli olana dek sabırla bekleyecekler.

Erkek sayısını düşürmek, geçmiş yüzyıllarda çok kolaydı. Din savaşlarında papaların, kardinallerin ülkeler arası savaşlarda beylerin, prenslerin ve kralların çıkar çatışmalarında cephede kırılan erkek nüfusun yarıya indiği çok dönem var tarihte. Günümüzde artık cephe savaşı yok. Topyekün savaş var. Kitlesel imha silahları sayesinde kentler, köyler, asker ve sivil halk, yaşlı-sakat-çocuk ayırımı gözetmeksizin her birey hedef tahtasının tam ortasında duruyor. Dolayısıyla, bu hesap tutmaz. Bu cahiller savaş çıkararak üç kadınla evlenmek isteyen rakiplerini yok edip, kadınların oranını üç karılı aile sistemine göre ayarlayamazlar!

Bir başka yöntem de oğlan çocuk doğumunu engellemek. Oldu mu ya? Bu ağzından çıkanı kulağı duymayan cahiller kürtaja karşı değil miydi? Fetüsün cinsiyeti belli olduğu anda kürtaj mı yaptıracaklar? Bu durumda da kürtajla kadın oranını ayarlamaları mümkün değil.

O zaman başka bir olanağa daha işaret edeyim: Kadınların birden fazla erkekle evlenmesi. Burada uzun uzadıya matematik formülleri yazmak istemiyorum ama... Eğer kadınların da birden fazla erkekle evlenmesine izin verilirse, insanlığın yarısı kadın, yarısı da erkek olmasına karşın, her erkeğin üç karısı olabilir. Ne var ki, bu formül bazı kadınların üç kocalı olma olasılığını da içermektedir. Cehaletin karanlığında gözlerine perde inmiş cahiller bunu duyduklarında gözleri faltaşı gibi açılıp, tüyleri diken diken olacağı için, bu yöntemi uygulamaları da olanaksız. Üstelik, kadınların doğum olanakları yaşamlarının bir kesimiyle ve her seferinde altı ayla sınırlı olması nedeniyle, bu düzenlemenin çocuk sayısını artırmaya katkısı da olmaz.

Bir yöntem daha var: yapay döllenmeyle, yapay rahimlerde fabrikasyon halinde yaratılacak çocuklarla nüfus patlamasını gerçekleştirmek. Bu arada erkek kadın oranını da isteğe göre ayarlamak. Ama bu yöntem, tek yaratanın Tanrı olduğuna inananların işine gelir mi? Gelmez!

Gördünüz mü beyler? Nereden bakarsanız bakın, heves ettiğiniz şeyler ne matematiğe, ne doğaya, ne de toplumsal gerçekliklere uyuyor.

Şimdi alayı bırakıp, ciddiyete dönelim:

Meydanlarda çatık kaşlarla haykırılan üç-beş çocuk yapmak, erkek toplantılarında fısıldanılan üç kadınla evlilik hedeflerinin arkasında duranların söyleminin özeti şudur:

“Kadın dediğinin sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin!”

Bu anlayış sonunda değil mi ki, ülkemde kadına karşı şiddet hızla tırmandı? Namus yoksunlarının namus adına işledikleri cinayetler neden çoğaldı? Yedi yaşında kızlar nasıl oldu da çarşafa dolandı?

Ülkemde yaşayan insanların yarısını salt vajına ve rahim olarak algılayan ve giderek mal haline dönüştürmeye çalışan anlayıştır bu! Kürtajı yasaklamaya çabalayan, sezaryene karşı laf sokuşturup, işi “doğuramıyorsa ölsün!” noktasına getirenlerin asıl söylemek istedikleri şudur:

“Vücudunuz size değil, bize aittir!”

Yaşamın yükü altında ezilmekte olan işçi ve emekçi erkeklere, kendilerinin de ezebileceği bir hedef yaratarak bilinçlerini bulandıracaklar. Kadınların esir olduğu bir toplumda erkekler de özgür olamayacağı için tüm halkımı prangaya vuracaklar. Nüfusun artmasına hız vererek, ucuz işgücünü çoğaltacaklar. Hedeflenen strateji sadece bundan ibarettir.

Ama bu hesap tutmayacak! İroniyle yukarıda sıraladığım nedenlerden değil...

Çünkü bu ülkede…

Halkevci kadınlar… ÖDP'li kadınlar… EHP'li kadınlar… DİP'li kadınlar… DİSK'li kadınlar… KESK’li kadınlar… İHD’li kadınlar… EMEP’li kadınlar var! Sosyalist Kadın Meclisleri var! Üniversiteli Kadın Kolektifi var! Mavi Kalem Derneği var! İmece Kadın Sendikası var! (Bunlar sadece Kadıköy eylemi haberinde yer alan kuruluşlar. Dahası da var.)

Bu arada, şu anda susmakta olan (hatta kimisinin başı bağlı) daha milyonlarca onur sahibi kadın var!

En önemlisi… Hapisle, işkenceyle korkutup susturamayacakları TKP'li kadınlar var!

Ve bu ülkede, bütün bu saydığım kadınların babaları, amcaları, dayıları, ağabeyleri, küçük erkek kardeşleri, kocaları ve oğulları var!

Bu karanlık ve cahil kafalar matematikten anlasaydı, bunları hesap eder, haddi aşan laflar etmeye kalkmazlardı. Ama ok yaydan çıktı. Ve iktidarlarının sarsılmaz olduğunu sanan gözü kararmışlar, böylece kendi sonlarını hazırlayacak yeni bir karşıt daha yarattılar: Hangi sınıf ve tabakadan olduğundan, hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak, tüm onur sahibi kadınları karşılarına aldılar!

* * *

Demokrat Parti'nin ne denli güçlü olduğunu propaganda etmek için, her gün radyolarda Vatan Cephesi'ne giren binlerce ismin okunduğu dönemde (1959), Balkan Harbi'ni ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı bir subay karısı olarak yaşamış, istilalar görmüş, ateşlerden geçmiş anneannem başını sallayarak söylenirdi:

"Sen bakma evladım, bu dünya Sultan Süleyman'a kalmamış…"