TKP’nin “Başarısızlığı”

Yerel seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmeler, her zamanki gibi, bulutların ötesinde yaşayan, adı "seçmen", "kamuoyu", "göbeğini kaşıyan adam" olan bir varlığın, düşünüp taşınıp, sandık başına giden insanları son derece titizlikle kurgulanmış "mesaj"ları iletecek şekilde manipüle ettiği varsayımına dayanılarak yapılıp duruyor. Şunu iktidarda tutayım, ama, kanaat notumu birkaç puan kırarak şöyle bir uyarıda bulunayım öbürüne ana muhalefet rolünü vereyim, ama, biraz daha yüksek oran tuttursun ki, o da şu mesajı alsın... Bir merkezden gelen talimatı yekvücut uygulayabilen, ortak karar haline getiren, feci şekilde örgütlü bir toplumuz bu fantastik yaklaşımda.

Sulandırmaya pek müsait olsa da, o kadar da yabana atılır bir "total analiz yöntemi" olmadığı görüşünü kabul etmekte bir sakınca yok. Eğer meseleye böyle bakarsak, "seçmen"in mesajını algılayan ve gereğini yerine getiren partilerin, bir dahaki sınavda daha başarılı bir not alması beklenebilir.

Yalnız, bu "mesaj"ın ikili yönü var. Birincisi, "seçmen"in size ne kadar meylettiğiyle ilgili olan, onaylama sayısı, verdiği oy. Nicelik. İkincisi, bu meyli ve oyunu artırması için sizden bekledikleri. Nitelik.

İşte TKP'nin önünde çok daha zorlu bir mücadele döneminin uzandığını gösteren şey, bu ikili karakter. "Seçmen"in meylettiği siyasal duruşla, ya da aradığı nitelikle çatışan ve bununla birlikte, nicelikle belirlenen diğer yönünü bu doğrultuya kanalize eden bir hat oluşturmak. Akıntıya karşı durarak güçlenmek. Başka bir deyişle, "seçmen"in tercihlerini değiştirmek, kendisine yönlendirmek...

Yerel seçimleri değerlendirmesinde, TKP'nin kendi adına "başarısızlık" sonucunu çıkarması, herhangi bir durum saptaması değildir. 2007'den bu yana oylarında gerileme mi var ilerleme mi, oran olarak eksilme mi var artma mı gibi noktalara hiç takılmaksızın, sonuçlar olumlu bir yönde seyretse bile bu saptamanın değişmeyeceğini söylemek, "başarısızlık"tan, "seçmen" eğilimini belirleyen nesnel şartlara vurguyla sıyrılmayı reddetmek, iktidar perspektifini yitirmemişlikle kendisini diğerlerinden ayıran, olgun bir partinin işidir ancak.

"Başarısızlık" kelimesinin moral yükseltici olduğunu söylememizi yadırgayanlara rastlıyorum. Bunun ancak karmaşık felsefi cambazlıkların ürünü olarak "tanıtlanabileceğini" söyleyenlere de. Oysa, gayet somut, gayet siyasal pratik. Asıl, bilmem ne kadar oy artırmayı başarı görmekle bozulması gerekirdi morallerin. Çünkü bu, var olan gerçekliği kabullenmek, avunmalarla yetinmek anlamına gelirdi. Ki, yenilgilerden zafer nidaları çıkartmaya eğilimli mahut sol gelenek, bu açıdan pek mahirdir.

Nitelik açısından doğru yerde durmakla övünmek başka şeydir, "ne yapalım, doğruları görenler ancak bu kadar" deyip kolları kavuşturmak başka şey. Analizlerinin, projelerinin, siyaset üretimlerinin haklılığını, bunlarla toplum arasında köprü kurulamayışının sorgulanmasının önüne geçirmek, fikir kulüplerinin, münazara gruplarının davranışıdır. Siyasal iktidarı hedefleyen partilerin değil.

Materyalistler, gerçeği olgularda ararlar. Olması gerekenlerin olmamasına hayıflanmakla oyalanmazlar. Ya da olgulardan ürküp, kendi tahayyüllerine göre eğip bükmezler. Nesnelliği çıplak bir veri olarak almadan, nesnelliği değiştirme eylemine girilemez.

Emekçiler dahil, toplumun kulağı, sosyalistlere kapalıdır. "12 Eylül'den beri" vurgusunun en hatalı tamlayanı olan "sindirmişlik, ezmişlik" gibi çıplak zorun, "depolitizasyon" yanılgısına yol açan, sistemi kabullenmişlik politizasyonunun artık çok ötesindeki asıl tamlayana, "ideolojik hegemonya"ya bağlı bir sendromdur bu. Ve, sinmiş bir toplumu değil, bunu da içeren, zihinsel dumura uğratılmış bir toplumu harekete geçirmek zorunluluğunu kavramadan, klasik söylemlerde ısrarla düzeltilemez. "Namaza niyeti olmayanın, kulağı ezanda olmaz." Bir sabitte durarak, insanları doğruya çağırmanızın karşılık bulmadığı, artık tartışma dışıdır. Asıl yönünü depolitizasyonun değil, politik tercihini kurulu düzen yönünde kullanmanın oluşturduğu bir toplumu, bunun aksi yönünde örgütleme olanaklarının hiçbir zerresi ihmal edilebilir değildir.

TKP, bunun farkındalığını net olarak ortaya koymuştur. Ve kuşkusuz, gerekenin yapılması yönünde irade gösterecektir. Doğruları söylemenin "kitleselleşmeye" yetmediğini, nicel açıdan siyaset alanına ağırlık koymanın, niteliği yaygınlaştırmanın önemini, bunların yürürlüğe sokulacağı sosyal zeminin eksiksiz topografyasını çıkarmanın ve engebeleri gözeten taktiklerin gereğini saptamak, sınıf omurgası sağlam bir partinin, "başarısızlığı" sıçrama noktasına çevirmesinin anahtarıdır.

"Başarısızlık" telaffuzu, hamle kararlılığıdır. Doğru ya da yanlış, benim TKP değerlendirmesinden çıkardığım sonuç budur, yorumum budur, umudum bundandır.

Örgütlenme, çeperlerden merkeze bir akış doğrultusu, ideolojik massediş araçları, mevzi de olsa elle tutulur başarı örneklerine ihtiyaç, dikkat çekme yöntemleri, topluma nüfuz, siyasal tutamakları kullanma esnekliği gibi bir nice başlığın altını doldururken, üç değişmezimiz var: Omurganın dikliği, güç kazanma, sosyalist iktidar hedefi. Gerisi, bizim aklımıza, çalışmamıza kalmış...

Gereksiz bir not: "İnadına"... Benim "romantik subjektivizm"im ya da "slogancı hamlığım", özür dilerim ama, bunu tersine çevirmeyi öneriyor. Konumunu, karşısındaki güce kıyasla, savunma mevzisiyle belirleyen bir söylem, "direneceğiz, yok edilemeyeceğiz" anlamı da içerse, "başarmak için savaşacağız" kararlılığı da ifade etse, yukarıda habire altını çizdiğim nesnelliğe uygun da olsa, pek içime sinmiyor. Kişisel, duygusal bir şerh sadece. Atılım vurgusuna, şimdi onların ne kadar inatçı olduklarını göstermeleri gerektiği eşlik ediyor bende... Onların inadını kırmak... Somut bir karşılığı olmayabilir, bilemem, sadece böyle bir duygu...