Sermaye Nâzım'ı Kirletirken…

Nâzım Hikmet'e, vatandaşlığını geri verdi AKP hükümeti, duydunuz mu? Nüfusuna geçirdi. Kimileri, bu "demokratik adım"ı alkışladı vıcık vıcık yağ akan elleriyle. Elbet, buna yanıt verenler de oldu. Nâzım'la aynı safta dövüşenler, bu sahtekârlığı suratlara çarptılar. Ama, gene de insanın içi cız ediyor işte...

Artık, Nâzım Hikmet üzerine bir yazı, ancak spesifik bir alanda derinleşmeye yönelik olarak kaleme alınabilir diye düşünüyordum. Genel sözlerin, tekrardan öte gitmeyeceğini ve bir anlam taşımayacağını. Gene de, vatandaşlık iadesiyle, "itibar" konusunun gündeme gelmesi, bana Nâzım'ın 100 yaşına bastığı yıl kopan yaygarayı anımsattı. Ekranlardan, gazete manşetlerinden, Nâzım adına fışkıran kiri. "Aydın"ların küçülüşünü, sermayeye diz çöküşünü. Anımsadım, o günkü duygularımı ve yazdıklarımı. Şöyleydi:

Vay! Yağma Hasan'ın böreği misali, kapanın elinde kalacakmış meğer bir gün Nâzım! Çığırtkanlar düşüp ortalığa, haraç mezat, işporta tezgâhlarında pazarlayacaklarmış onu meğer! Ve bunun adı, "büyük şairin kıymetini bilme, sahip çıkma" olacakmış da, cümle aydın tayfası buna el çırpacakmış... Vay!

Sponsor! Nâzım Hikmet'in 100. yaşgününde ortalığı çınlatan kelime bu işte. Doğan Hızlan bağırıyor bir yandan bu kelimeyi, yankılanıyor Can Dündar'dan Savaş Ay'a kadar bütün bir kuşatıcı halkada. Sponsor! Nâzım hiç duymamıştır bu kelimeyi. Türkçe sözlüklere girememiştir, aramayın. "Para verin, satın alın, pazara sunun" anlamında bir çığlıktır bu. Nâzım'ın şiirlerinden bildiğimiz kadarıyla, ilişkileri, karşılıklı "kanına susamışlık"tan ibaret sermayeye, "kirli geçmişi silecek" bir peçete önerisidir. Sponsor, yabancı dillerde, "vaftiz babası" anlamına da gelir, bilir miydiniz? Şairi kutsar gibi yap, kendini kutsa, adının seninle anılmasını sağla, nüfusuna geçir tezahüratı yapılıyor anlayacağınız! Vay!

Karşılıksız bırakmıyor bu talebi holdingi, hortumcusu. Hortumcusu, evet! Son zamanların çok kullanılan bir diğer kavramı "hortumlamak" da, bu 100. yıl pazarlamacılığının terkisinde gelip kirletiyor Nâzım'ın hatırasını. Üretemediğin, üretemeyeceğin değerlere, başkasının emeğine, sana yabancı emeğe el koy çağrısına, şevkle, ihtirasla karşılık veriyor sermaye!

Gün ışığına çıkmamış görüntüleri, bizim kanalda! Bizim kanala parayı verip bunları almamızı sağlayan holdinge teşekkür ederiz! Kitapları, bankamızın parasıyla basılacak! Konferansları tertip eden şirketler topluluğuna teşekkürler! Medya grubumuz, masraftan kaçınmadı, Nâzım'ın kadınlarla ilişkisini araştırdı! Dergiler, gazeteler ilan ediyor: Aşkları kaldı geriye! İdeolojisini silelim derken, aşkı da kirletiyorlar. Aşkları, kimlerin bekâretini aldı dedikoduculuğuna pazar payı yaratıyor...

Cumhuriyet gazetesi, manşet atmış: "Hatırlanmak ne güzel şey kardeşim!" Hatırlanmak ha! Hele hele...

Gemide güvertede, trende üçüncü mevkide, şosede yayan yolculuk yapanların sekizinde işe giden, yirmisinde evlenen, kırkında ölenlerin ekmeğin, pirincin, şekerin, kumaşın, kitabın hasretindekilerin toprağında gölge, sokağında fener, penceresinde cam olmayanların şairini, "plaza'larda, center'larda" hatırlamak da böyle olur elbet. "Büyük insanlığın umudu"nu, o insanlığın, o sınıfın safında verdiği kavganın içinde dile getirdiğini unutarak hatırlamak... Nâzım üzerine her yazıya, her belgesele, her konuşmaya, "komünizmle birlikte, ideolojisi de biten şair" diye başlayarak hatırlamak... "Yeni değil bu hikâye / Bu oyun, eski oyun"... İdeolojiler bitti... Komünizm bitti... Biricik gerçeklik, piyasa! O zaman, şu 100. doğum yılı kutlanan şairi, reel anlamında "Yeni Dünya Düzeni"ne uyarlamalı, arındırıp ideolojisinden aklayıp paklamalı. Geriye, "iyi bir adam, iyi bir şair" kalmalı. "Sponsorluklar" da bunu tescil etmeli.

Halide Edip geliyor tabii, insanın aklına hemen. Nâzım büyük şair diyordu Edip, hatta, dâhi denilebilir, ama ah, bir de ideolojisi olmasa! Şimdikiler gibi yani. Ama, şimdikilerin bir avantajı var Halide Edip'e göre. Nâzım yaşamıyor. Haliyle, atıp tutmakta daha özgür hissediyorlar kendilerini. Edip zamanında, Nâzım fizik olarak da yaşıyordu ve ağzının payını vermişti: "Hem içerledim, hem sevindim. Sonra, ve belki hepsinden önce, 'ideoloji' meselesine güldüm. Hey sersem bayan, dedim, ben dâhi değilim, fakat iyi bir sanatkârım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkârlarınız yoksa, ideolojinizin bugün artık iyi sanatkâra muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir." Var mı ötesi!

Ama yoooo... Liberalizm, ar damarının yırtılmasıdır da. Halide Edip'e verdiği yanıt, ne holdinglerin, ne de holdinglerin "aydın" pazarlamacılarının suratında iz bırakan bir şamar oluyor. Duymazdan gelip, devam ediyorlar. Üstelik, onun "bu fevriliklerini bağışlamış" olgunluk edalarıyla! Kınamıyoruz. Mecburlar! İflas etmiş, insana sunacak tek bir güzel sözü kalmamış bir sistemin temsilcileri, sanatı, estetiği devşirmek zorundadır. Kültürü, birikimi devşirmek zorundadır. Aydınlar katında, parayı ve statüyü devreye sokmak, kendisine beyinler almak zorundadır. Bakın plazalara, holdingler ideolojik karargâhlarını döneklere emanet etmiştir. Devşirilmiş aydınlarla kendi ideolojisini derinliğe, estetiğe büründürmeye mecburdur. İşte yaşayanlarla hayata geçirmekte zorlanmadığı bu planı, 100. yıl vesilesiyle şimdi sinsice Nâzım'a uygulama çabasında. Ama, yok öyle!

"Pehlivanlar cümle libastan soyunmuş, üryan idiler / herbiri aşikâr etmişti zâmirin..." Nâzım'ın, Kıyamet Sureleri! Çırılçıplak, safı net, kimliği ayan beyan pehlivanlar... Neredeyse, "hey gidi günler" diyesimiz geliyor. İki uzlaşmaz toplumsal gücün, iki çatışan sınıfın cephe cepheye geldiği günler, hey gidi! Maskesiz, riyasız, açık dost düşman! Şimdi nasıl da "kan kadar karmaşık" bir zar örtülüyor üzerine sınıfların. Nasıl da kişiliksizleşiyor düşman! Düşman! Evet! Kimse kusura bakmasın...

Doğumunun 100. yılında meltem olup estirilmek istenen bir Nâzım Hikmet kimliğini, herkesin kucaklaştığı bir barışı, şair etrafında sponsorların ördüğü uzlaşma, paylaşma halesini reddediyoruz, kimse kaşını çatmasın! O, herkesin şairi değil, herkesi seven biri değil. Holdingler onu alamaz. Biz de almadık. O, kendisini bize verdi. Haydi bakalım, "incelmiş, estet aydın"lar, şu son cümlelerin ilkelliğinden, ajitatifliğinden, mazide kalmış slogancılığından dem vurun. Çekinmeyin, hadi! Sonra o "ilkelliği, ajitatifliği, slogancılığı" sıyırıp atın o cebinize koymaya çalıştığınız adamın yapıtlarından bakalım. Geriye kalanlar, kabul, sizin olsun eğer varsa... Cümle libastan soyunmuş geliyoruz, zâmirimiz aşikâr... Sizin ilkellik dediğiniz, bu örtünmemişlik işte. Nâzım ilkelliği! O muazzam estetiğin, o sahiplenmeye çalıştığınız yaratıcılığın kaynağındaki ilkellik! Kendisini "Tepeden tırnağa kavga" olarak tanımlayan, "bağır bağır bağıran", "kavgaya, kurşun eritmeye çağıran" ajitatiflik!

Holdingler sponsorluk yapsınmış! Hani şu Nâzım'ın "ülkeyi üç kuruşa satan"lar dediği holdingler... Teksas'lı çavuşu getirip bağrımıza bağdaş kurduranlar... Halkına değil, Mister Bravn'a güvenenler. Avrupa, Amerika bize medeniyet getirir diyenler. Mandacılar! Mandacılar! Sponsor olsunmuş ona, Sivas Kongresi'ne sapsarı yılgınlıkları ve ihanetleriyle gelenlerin, son kuşak temsilcileri!

AB kapısında el açanlar, ABD'ye bağlılık yemini edenler ve devşirme aydınları, Kuvvayı Milliye Destanı'nın şairine sponsor olacak, duydunuz mu! "Bin dereden su getirip" ülkeyi pazarlayanların karşısına dikilen şaire! "Güçlü dizeler" diyorlar o destana. Dizeler! Ne anlatıyor o dizeler, efendiler?

O dizeler, yıllarca hapiste yatırdığınız, sürgünlere yolladığınız, vatan haini ilan ettiğiniz, yurduna hasret öldürdüğünüz adamın dizeleridir. Dünyada 72 dilde basılırken, Türkiye'sinde, Türkçesiyle yasak ettiğiniz dizelerdir. "Vatan Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa" vatan hainliğini ilan eden dizeler... Şimdi o dizeleri mi sunuyor bize bankanız? Ne hoş!

Cahit Sıtkı Tarancı, "Yeşil Bursa'da konuk bir garip kuş" diye başlayan, Bursa Hapishanesi'ndeki Nâzım'a "yazıklanan" bir şiir yazdığında, yanıtı şöyle gelmişti: "Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar." Dışarıdaki prangalı tutsaklığa karşı, içerideki zincirini kırmış özgürlük! Çünkü, "Memleket toprağındadır kökü / Bedreddin gibi taşır yükü" o mahpusluk. "En alâ bir mertebeye ermiş yatar" içerideki. Ne mi o mertebe? Elden bir şey gelmez sayın sponsorlar, maalesef, "sevdalınız komünisttir"...

İşte Nâzım Hikmet gerçeği. İdeolojilerden arınmış dünya balonunu patlatan iğne.

Herkesin onu sevmesini olanaksız kılan, çünkü kendisi herkesi sevmeyen bir kavga adamı. Sınıflarüstü görünümlü bir felsefeyi, biyolojik varlık olarak insan sevgisi masalı hümanizmi Nâzım'a yamamak, sponsorluk hizmetleriyle becerilebilir bir şey değil. Aşklarını ön plana çıkarmanın, böyle bir planın parçası olması, hoş görülebilirdi aslında. Eğer liberalizmin aşkı yatağa indirgeyen kepazeliği hâkim olmasaydı!

Holdinglerin işi zor bu kez. Yapıtlarını yayımlamak değil, imha etmek zorundalar, belki birkaç nesil sonrasına istedikleri gibi bir Nâzım Hikmet portresi sunabilmek için. Boydan boya ihtilale, partiye, emekçilere adanmış bir ömrü ve o ömrün dizelerini Yapı Kredi Bankası, CNN, Doğan Medya ve devşirilmiş aydıncıklar silemez. Ama...

Ama, o büyük şairi sevenlerin, kavgasının dizelerinden haz alanların yapması gerekenler de var. Nâzım'ı sevmek, zordur. Koklanan bir çiçekten öte, okşanan bir kadifeden öte bir şeydir o. Bir davanın insanı olmaktır Nâzım'ı sevmek. Şiir estetiğini, neyin emrine sunduğunu anlamaktır. "Büyük şair" olmayı, "güçlü dizeler" yazmayı ikinci planda tutabilmenin, ve "işini iyi yapmayı", safına karşı bir görev olarak kabul etmenin derinliğine varmaktır. "Nâzım'a evet, kavgaya hayır" seçeneğini, o sevdalandığınız komünist iptal etmiştir...

Nâzım Hikmet doğalı yüz yıl olmuş... "Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime" diyordu. Oyuncak kadarcıklığını bilmesine rağmen, ona inanılamayacak kadar büyük gelen dünyanın her mili bahrisinde, her kilometresinde dostları ve düşmanları vardı. Bir kere bile selamlaşmadığı, ama aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebileceği dostlar. Ve düşmanlar ki, kanına susamışlar, kanlarına susamış. Ve kurtarıp kellesini nida ve sual işaretlerinden, açık ve endişesiz safına girdiği bir büyük kavga. Öyle ki, "Ve dışında bu safın / toprak ve sen / bana kâfi gelmiyorsunuz / halbuki sen hariklâde güzelsin / toprak sıcak ve güzeldir"... Nâzım'ın aşkları ha! Kavgası bitti ha!

Yüzyıl.. Asır denirdi o zamanlar. "Uyumak şimdi, uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim"... Reddettiği bir talepti bu. Asrından korkmuyordu, kaçak değildi. Asrı sefildi, yüz kızartıcıydı. Cesur, büyük ve kahramandı asrı. "Bana yeter / yirminci asırda olduğum safta olmak / bizim tarafta olmak / ve dövüşmek yeni bir âlem için"...

Nâzım'ın asrının sefilliği, yüz kızartıcılığı, bugün sponsorluğa soyunuyor. Cesur, büyük ve kahraman yönü o asrın, elbet buna bir yanıt verecektir...

Ve yüz yıl sonra...