İki gün sonra mezuniyet töreninde kepini takıp cübbeni giyip hayallerini gerçekleştirme yolunda yeni bir adım atacaktın.
Meğer bunu gerçekleştirmek için cebindeki İzmirim Kart’ında bakiyenin “yeterli” olması lazımmış.
Cihaza okuttuğun kart “yetersiz bakiye” verdiğinde, okuluna ulaşabilmek için o parmaklıklardan atlamak zorunda kalmasaydın eğer, TCDD treninin 15 metre uzağa savurduğu gencecik bedenin nefessiz kalmayacak, bugün mezuniyet töreninde arkadaşlarınla bir kıvancı yaşayacaktın.
Olmadı. Olamadı. Sana bunu çok gördüler Berkay.
Bundan üç beş ay önce kenti yönetenler; kendilerini CEO, İzmir’i holding, seni müşteri sananlar aldı bu kararı. Kentin içinde bir yerden bir yere ulaşmanın, işe gitmenin, okula varmanın bir “bedeli” olduğunu düşünen “makam arabalılar” böyle buyurdular. “Berkay okula giderken, bindiği durak ile indiği durak arasındaki bedeli değil, en uzak mesafeyi ödeyecek” dediler. “Eğer kartında en uzak mesafe bedeli yoksa, bırakın bir yerden bir yere ulaşmayı, İZBAN istasyonuna bile girmeyecek” dediler.
Kalktı eller, indi eller, karar verildi.
Böyle buyurdular sabah akşam patronların masasında oturup kalkıp “patronların kasasını nasıl doldururuz” diye düşünenler.
Böyle buyurdu Binali’nin hayranı, Sancak’ın yakın arkadaşı.
İzmir’in kültür mirası Fuar’ı Folkart ile Vestel’e teslim edenler böyle buyurdular.
"İzmir’i İstanbullaştırıyoruz” deyip kenti parsel parsel patronlara açanlar böyle uygun gördüler.
Binlerce İzmirli İZBAN istasyonlarında “hayır” dedi günlerce, imza attılar on binlerce.
Umursamadılar bile. “İzmirli bir an heyecanlanır, sonra durulur, alışkındır, gelir yine bize oy verir” dediler.
O günden beri binlerce işçi geri döndü İZBAN kapısından, en uzak mesafe bakiyesi olmadığı için kartında.
O günden beri binlerce öğrenci, “Kartıma yeterli bakiye mi yüklesem yoksa kantinde kahvaltı mı etsem” kararsızlığının kahreden mekiğini dokudu boğazında acı bir yumruyla.
O günden beri binlerce anne-baba iki çocuğundan hangisinin kartında yeterli bakiye olup olmadığını düşündü istemsizce.
O günden beri binlerce genç “Gidişe yeter de dönüşte ne yaparım” diye düşündü çaresizce.
Ve kim bilir o günden beri kaç yoksul öğrenci, kaç yoksul işçi, kaç yoksul genç kaçak binmek zorunda kaldı İZBAN’a.
Küçük küçük biriken, minik minik can yakan, önemsizmiş gibi görünen yürek burkuntularıdır bunlar ve patron masalarında hissedilmez. Parsellerin paylaşıldığı, ihalelerin konuşulduğu, pazarlıkların alevlendiği, korkunç kahkahaların yükseldiği para babası sohbetlerinde esamisi okunmaz.
Ama bir gün bir tren gelir, sırf okuluna gitmek için evinden çıkmış, sırf “yetersiz bakiye” yüzünden trene alınmamış, sırf derse yetişmek için parmaklıklardan atlamış bir genci alıp götürür aramızdan.
Berkay’ı yoksul kılan düzen ile Berkay’dan “en uzak mesafe” parası isteyen düzen aynı düzendir.
Berkay’ın kartında yeterli bakiye bırakmayan düzen ile Berkay’a “yetersiz bakiyen yoksa binemezsin İZBAN’a, nasıl gidersen git okula” diyen düzen aynı düzendir.
Berkay’ın işçi ailesini parasızlığa mahkum eden düzen ile Berkay’ı parmaklıklardan atlamaya mecbur eden düzen aynı düzendir.
Berkay’ın ailesine açlık sınırının altındaki ücreti reva gören Ankara’daki düzen ile Berkay’a “Tek durak bile gideceksen en uzak mesafeyi kartına yükleyeceksin” diyen İzmir’deki düzen, aynı kahrolası, aynı yere batası düzendir.
Söz sana Berkay, ikisinden de kurtulacağız.
Sana söz Berkay, birinden kurtulmadan ötekinden de kurtulmayacağımızı iyi biliyoruz.
Cebindeki kartın bakiyesi yetmediği için ömrünün bakiyesini çalanlardan hesap soracağız.
Söz sana Berkay, bu düzeni değiştireceğiz.