'Hayat pahalılığı karşısında toplumu korumak amacıyla devletçe kiraların kontrol altına alınması anayasaların da konusu ve kamu yararının gereği. Devlet yetersiz kalıyor diye susulup kalınamaz.'

Yaşam, hukuk ve piyasa arasında barınma hakkı

Yaşama hakkıyla doğrudan bağlantılı olan, yaşam düzeyini etkileyerek yaşama hakkının vazgeçilmezleri arasında sayılan, geçici süreli de olsa yerleşik olarak yaşanan yeri tanımlayan, yaşama ve emeğe enerji yükleyen barınma hakkı yükselen fiyatlar, kiralar ve piyasaya bırakılan yurtlar nedeniyle bir kez daha yaşamı tehdit etmeye başladı. Barınma(ma) üzerinden tehdit, yaşama hakkıyla birlikte eğitim ve öğretim hakkını, sağlık ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, yerleşme hakkını ve bu hakların etkilediği tüm hak ve özgürlükleri de tehdit ediyor.      

Ekonomik krizin, eğitim ve sağlık krizinin faturasını yüksek bedellerle öğrencilere, emekçilere kesmeye kalkışanlar devletten de “abartılacak bir durum yok” desteğini aldılar. Yine AKP döneminin olağanlaştırmaya çalıştığı durumlarından biriyle karşı karşıyayız.

En temel hak ve özgürlüklerdeki sorunların ve ihlallerin “Anayasa ve hukuk uygulansaydı sorun çözülürdü” gibi bir dilek ve umutla karşılanması ilk bakışta yanlış değil. Nitekim tarihsel süreç de bu alanda devletçe alınan önlem ve sınırlandırmaları gösteriyor. 

Ama barınma gibi temel bir hak, kiralama, kira bedeli, tahliye gibi işlemlerle ve devrede olan devletin dahi borçlandırarak piyasa kurallarını uyguladığı, devletin devre dışında kaldığı alanlardaysa tamamen piyasa yasalarının uygulandığı yurt, sosyal konut, misafirhane gibi barınma alanları Anayasanın mülkiyet hakkı kapsamı içinde değerlendirildiği için sorun, devletçe alınan önlem ve sınırlamalardan mülkiyet hakkının korunması alanına geçiveriyor.

Sorun AKP’den önce de vardı. AKP’nin fırsatçılık ve yağmacılık yönündeki iktidar anlayışı, özel mülkiyet hakkını ve piyasayı daha katı savunması, kamu yararını dışlaması, emekçi halka karşı katı tavrı, hak tanımazlığı sorunu keskinleştirdi, yaygınlaştırdı, kalıcılaştırdı. 

Gayrimenkullerin toplumu ve ekonomiyi ilgilendiren önemi büyük. Barınma sorunu da bu alanda ve hem mülk sahipliğiyle hem de kiralama yöntemiyle piyasaya teslim ediliyor. Bu teslimiyet diğer tüm alanları da etkiliyor fiyatları yükseltiyor ve emekçi halkı daha çok etkiliyor. Birçok ülkede kiraların sınırlandırılması, dondurulması gibi önlemler alınıyor.

Türkiye’de 1940’da Millî Korunma Kanunu, 1955’de Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (GKHK) bu önlemlerin yasal düzenlemeleri arasında. GKHK, 2011 yılında AKP tarafından yenilenen Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunla yürürlükten kaldırıldı. Gayrimenkul kiraları artık Türk Borçlar Kanununun, diğer deyişle tamı tamına kapitalizmin mülkiyetle birlikte en etkin unsuru olan sözleşme hukukunun ve borç/alacak ilişkisinin konusu.     

Oysa yoksullaştırma ve hayat pahalılığı karşısında toplumu korumak amacıyla devletçe önlem alınması, kiraların kontrol altına alınması anayasaların da konusu ve kamu yararının gereği. Devletin bu alandaki müdahalesi, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla yasayla sınırlanabileceğini öngören Anayasa kapsamında.

Ama kapitalizmin düzeninde işler öyle yürümüyor. Yaşam ve barınma hakkı hukukla korunmaya çalışılırken yine hukukla gasbedilebiliyor. 

2000’li yılların başından, bir yasa ve iki Anayasa Mahkemesi kararıyla, sabrınıza sığınarak örnek vereceğim:

6570 sayılı GKHK’ye 16.2.2000 günlü, 4531 sayılı Yasayla eklenen geçici 7. maddenin birinci fıkrasıyla, ekonomik göstergelerde öngörülen yıllık değişikliklerin kiralardaki artışı önlemesi amacıyla kiralara sınırlama getirildi. Ve sözleşmelerde kararlaştırılan bedelin 2000 yılı için yüzde 25, 2001 yılı için de yüzde 10 oranında artırılabileceği belirtildi. 

4531 sayılı Yasa, ekonomi kurallarına göre hak ve adalete uygun, makûl bir kira parasının saptanmasında kiracıların durumu ve tüketici fiyat endeksinin üstünde seyreden kira paralarındaki artışın diğer fiyatlar üzerindeki olumsuz etkileri gözetilerek taşınmaz mal kira bedellerinin kamu yararı amacıyla ve yasayla sınırlandırılması amacıyla getirilmişti. Anayasa Mahkemesi “2000 yılı için yüzde 25” olan sınırlamayı Anayasaya uygun buldu. 

Gerekçe şöyleydi: Kuralın “kira paralarının sürekli yükselişinin ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz yönde etkilemesi nedeniyle, kira artışlarının, temel ekonomik göstergelerin hedeflerine bağlı olarak geçici bir süre için sınırlandırılmasının kiracı kiralayan arasında bozulan ekonomik dengenin yeniden sağlanması toplumsal barış ve kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır. (…) Çeşitli yönleriyle toplumu etkileyen taşınmaz mal kirası, özel hukuk yanında kamu hukukunu da ilgilendirmektedir. Taşınmaz mal darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa'nın 2., 13., 35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur. İptal isteminin reddi gerekir” (AYMK., E.2000/26).

Daha sonra incelenen “2001 yılı için yüzde 10” sınırlamasıysa: “4531 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihte öngörülen fiyat artışlarına koşut olarak kiralarda 2001 yılı için kabul edilen yüzde 10 oranındaki artış, 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle oluşan fiyat artışlarının çok altında kalmıştır. Böylece, kira bedellerine getirilen sınırlama, amacını aşarak kiracı ile kiralayan arasında bulunması gereken adil dengenin kiralayan aleyhine demokratik bir toplumda makûl, kabul edilebilir olarak nitelendirilemeyecek biçimde bozulması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda, itiraz konusu ibare ile mülkiyet hakkının özüne dokunacak biçimde yapılan ölçüsüz sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı ileri sürülemez” gerekçesiyle iptal edildi (AYMK., E.2001/303).

Sözün özü, özel mülkiyet hakkının ve piyasanın galip geldiği bu sürece, AKP de 2011’de Borçlar Kanunuyla noktasını koydu. 

Barınmanın piyasa konusu olması kapitalist üretim tarzının gereği ve emekçilerin yaşam haklarına ve düzeylerine önemli bir baskı. Yerleşme ve barınma işi, kapitalist düzende hukukla ne kadar denetim altına alınırsa alınsın, kapitalist mülkiyet ilişkilerinin içinde. Mücadele bu gerçek üzerinden sürdürülmeli. 

Yasalar, Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları gösteriyor ki sosyallik için, barınma sorunu için ne kadar müdahale edilirse edilsin bu müdahaleler geçici, bireysel uygulamalar olarak kalıyor ve düzen istikrarı kapitalist ilişkilerin isteğine göre şekilleniyor. Mülkiyetin korunması hakkı “mutlak bir hak değildir”, “kamu yararı ve demokratik toplum için kontrolü ve müdahaleyi gerektirir” deniliyor ama sermayeye, tarikat ve cemaatlere teslimiyet, sınıfsallık ve sömürü açık, pervasızca uygulanıyor. 

Kapitalizmin yarattığı sorunlar ve felaketler kapitalizmin yasalarıyla çözülemez, giderilemez. Burjuva devletinin aldığı/alacağı önlemler de bu yasanın dışında kalmaz, geçici ve aldatıcı olur. Düzenin adil denge arayışının sınırı, sermaye sınıfının ve kapitalist mülkiyet ilişkilerinin yararıdır.   

Devlet ve hukuk sosyallikte yetersiz kalıyor diye susulup kalınamaz. Toplum yararına haklı mücadeleler haklı müdahaleleri getirir. Sonunda hedefe ulaşılır, kapitalist mülkiyet ilişkilerinden kurtuluş gelir. Sosyalist Cumhuriyette kuşkusuz durum farklı olacak. O halde kanmadan, usanmadan, boyun eğmeden umudu büyütüyoruz.