Sömürücü düzen suçlarla ve suçlularla birlikte yaşıyor, karşıtlarının yaptıklarını suç kapsamına alırken kendi yaptıklarını olağan göstermeye çalışıyor.

Sömürü düzeni, suç düzeni

Organize suçlar, suç örgütleri, açıklamalar, saptırmalar, kaçamaklar, suskunluklar… İstifa istekleri… Devlet, hukuk, savcı, yargı, parlamento, yüce divan… 

Tartışmaların sonu suç ve cezaya, yargılamaya, kimileri için özel yargılamaya dayanınca yargı üzerinde yıllardır organize edilenlerin sömürü düzenini ve ayrılmazı suç düzenini korumayı amaçladığını unutuyor kimileri. 

Dün AKP Genel Başkanı Grup toplantısında, “FETÖ’nün yargıyı araçsallaştırdığından” söz ediyordu, o dönemde AKP diye bir parti yokmuş, iktidarda değilmiş, kendisi başbakan ve devamında cumhurbaşkanı değilmiş gibi, Gülen Cemaati AKP’nin ortağı değilmiş ve ortağı olsa da yargı üzerinde oynananları AKP yönetiminden ve başkanından gizli yapmış gibi… 2010 Anayasa değişikliklerini AKP koalisyonu yapmamış,  HSYK’yle, Anayasa Mahkemesiyle, yargıyla kendileri oynamamış gibi…     

Yargının beyin odası HSK üzerindeki pazarlık ve sözde seçim daha yeni yapıldı. 

2010 Anayasa ve yargı operasyonu sonrasında bir yazımın başlığı “Tilki kümese müdür oldu” (Odatv, 11.10.2010) idi.

O tarihte 22 asıl üyeyle çalışacak olan HSYK, 12 Eylülden sonra olduğu gibi ve bugünkü gibi Adalet Bakanı başkanlığında çalışıyordu ve Bakanlık müsteşarı da doğal üyeydi.  

Ne yargı ne de yönetimi, içinde bulundukları devlet ve düzen bütününden soyutlanarak, sınıfsallıktan koparılarak değerlendirilebilir. Özünde temiz olmayan düzenin temizliğini tek başına yargı yapamaz ama sömürü ve suç birlikteliği yargılamaya el atmadan sürdürülemez. 

Davalık olayların, suçların öznesi HSK ve yargı değil. Konu bütünüyle siyasal ve toplumsal. Minare-kılıf söylemi yargı için de geçerli. Savcı aramak, yargıdan medet ummak tekil olayları çözse de asıl olarak gerçekleri ve düzeni maskelemekten öteye geçemez. Tilkiler kümeslere müdür olarak atandıktan sonra, kimi tavuk ya da horozların, tilkiyle iyi ilişkiye girmesi, olsa olsa onların diğerlerinden biraz geç mideye indirilmesi anlamına gelir. 

Son haftalarda sermaye mutluluktan uçuyordur; “açıklamalarla ve kişilerle oyalanıp bizi rahat bırakıyorlar, hatta aklıyorlar” diye. 

Kazın ayağı öyle değil. Kimse emekçilerden düzen içinin tartışmalarıyla oyalanmasını, sermayenin sömürü gerçeğini, NATO’yu, yan örgütlerini, emperyalist ilişkileri unutmasını beklemesin.

Marx ve Engels’in “Komünist Manifesto”da söyledikleri gibi; Burjuvazi “dinsel ve siyasal yanılsamalarla perdelenmiş sömürünün yerine, apaçık, utanmasız, dolaysız, düpedüz sömürüyü getirmiştir” ve bugün sömürü aynı hızla, pervasızlıkla devam etmektedir. 

Mafya, Peker, Soylu, olaylar ve isimler üzerinden yapılan tartışmalar, salgın döneminde yaşananlardan ve kaybedilenlerden, emekçilerin hak ve özgürlük gasplarından, patron fırsatçılığından, işçi cinayetlerinden, bütünüyle emekçi halkın başına gelenlerden ve sömürüden daha önemli değil. Ama bunlardan ayrı da değil.

Eşitsizlikle, adaletsizlikle, yolsuzlukla, hırsızlıkla, katliamla, suçla, hukuksuzlukla, yasa dışılıkla iç içe olan bir düzen, sömürü düzeni kendi kördüğümünün içine emekçileri de hapsetmek istiyor.

Düşman ceza hukuku ile sermaye düzeninin ve iktidarının, ortakları tarikat ve cemaatlerin, mafyanın, halka karşı suç işleyenlerin cezasızlık iklimi karşı karşıya. Düzen partilerinin -dönemsel ilişkilere göre konu başlıkları değişse de- cezasızlık iklimi içindeki çaresizlikleri ve kabulleri tarihin hemen her döneminde var. 

Emeğin ve aydınlanmanın mücadelesinin yükseldiği dönemler olsa da sermaye sınıfının ekonomik, siyasal ve yönetsel egemenliği, suçu içinde taşıyarak ve cezasızlık iklimi havuzuyla birlikte sürüyor.   

Bu yazının konusu dışında başlı başına inceleme ve araştırma konusu olmakla birlikte, suçu içinde barındırmayla, diğer deyişle suçla birlikte yaşamayla ilgili birkaç başlığı verelim. 

Birincisi, mafya-devlet-sermaye ilişkisi…

İkincisi, 2008 yılında demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırılığı “suç odağı” olarak tanımlanan siyasi partinin, aynı nitelikteki fiilleri işlemeye devam ederek bugüne kadar iktidarda kalması…

Üçüncüsü, yasa dışı tarikat ve cemaatlerin ve dinselliğin devletin, hukukun, siyasetin içine sızıp yaygınlaşması…

Dördüncüsü, emekçi halka karşı işlenen suçlar…

Bu dörtlüye FETÖ olarak hukuka giren örgüt üyelerinden ayrı tutularak siyasi iktidarla birlikte faaliyeti, savaş suçlarını, hırsızlık ve yolsuzlukları, komisyon adı altındaki rüşveti, işgalleri, talanı, yalanı ve daha birçok suç başlığını ekleyebiliriz. Usanmadan vurgularsak, sömürücü düzen suçlarla ve suçlularla birlikte yaşıyor, karşıtlarının yaptıklarını suç kapsamına alırken kendi yaptıklarını olağan göstermeye çalışıyor.  

Hem ulusal hem de uluslararası hukukları ve mahkemeleri, olmadı tahkim kurulları ve arabulucuları da var. BM Güvenlik Teşkilatından NATO’suna, IMF’sinden Dünya Bankasına bir sürü üst kurumları var. Kara paraları yatırdıkları, transfer ettikleri bankaları, onların da olabildiğince esnek kıyı bankaları var. Serbest bölgeleri var.

Öyle bir düzen ki kuralsal ve kurumsal yapısıyla suçu ve suçluyu yaşatmaya devam ediyor. Özü belli, sömürüyü yaşatmaya devam ediyor.

Mafya ve videolar üzerine, dinlerken ya da tartışırken harcanan enerji, damat bakan üzerine harcanan enerji, medyada ya da sosyal medyada süren kısır tartışmalara harcanan enerji sömürü düzeninin, emekçilerin sömürülmesinin, eşitsizliğin, adaletsizliğin, toplumsal gerçekçiliğin üzerine harcanmalı.

Sömürü düzeninin ürünü bataklığın içine attılar halkı. Bu düzen sürdürüldükçe normale dönülemez.

Kapitalizmin temizini arayanlar da aynı amaca hizmet ediyor; sömürüye… Düzen siyaseti ekonomiden siyasi faaliyete, yönetimden dinselliğe, sağlıktan eğitime, kültürden toplumsal yaşam tarzına kadar geniş kitleleri esir alma, yaşam boyunca da esir tutma peşinde. Tarikat ve cemaatler, milliyetçi örgütlenmeler, gericiler, ulusal ve uluslararası suç örgütleri, hepsi sömürücülerin ortakları; emperyalizmin taşeronları. Hepsi emekçi halkın düşmanı. 

Düzen değişmeden sömürüden, baskı ve şiddetten, suçlardan kurtuluş yok. Düzeni değiştirmek için de başkalarının yaptıklarını beklemeye gerek yok. 

Mücadele beklemeye gelmez, örgütsüz mücadele olmaz. 

Sömürü düzenini yıkmak ve halkçı, laik, bağımsız, sosyalist bir Emekçi Cumhuriyeti kurmak için örgütlü mücadeleye…