Yusuf Taktak'la sanatın 'zamansız' hali üzerine...

Türkiye sanatının önemli isimlerinden Yusuf Taktak, “Zamansız” başlıklı son kişisel sergisiyle izleyicisiyle buluştu. Sanatçı, mekâna-özgü çalışma refleksinden, foto-gerçekçiliğe uzanan üslup çizgisine ve bunun ardından aşama aşama çadırlar, üçgenler ve bisikletlere uzanan bir imgelem dünyasına sahip.

Görüşme: Fırat Arapoğlu

Yusuf Taktak 24 Ekim’de Saint Benoît Lisesi’nin yeni hizmete giren sanat galerisinin açılış sergisi olarak, “Zamansız” başlıklı son kişisel sergisini izleyicisiyle paylaşma şansını buldu.

Sanatçı, bir yandan bugün “dikilitaşlar” ve “obeliskler” ile dünden yarına uzanan bir öykünün anlatıcısı olmuşken, öte yandan sadece sanatçı olarak değil yıllardır aktivist, yönetici, akademisyen ve girişimci olarak da Türkiye sanatında birçok rolü üstlendi.

Ulusal ve uluslararası alanda birçok etkinlikte yer alan sanatçıyı, aynı zamanda sanatın ve sanatçıların dolaysızca halka ulaşmasına dair eylemliliği ve egemen güçler karşısındaki konumlanmasıyla da tanımaktayız. Bu vesilesiyle hem dostumla görüşebilme hem de bir röportaj gerçekleştirebilme şansı buldum gerisi ondan gelsin.

Yusuf Taktak öncelikle seni soL Portal adına bu son kişisel sergin vesileyle tebrik etmek isterim ve röportaj talebimi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Bu bağlamda sorularımı biraz genel biraz da o genelin içinde küçük “özel” nüanslarla beslemek ve seni sanatseverlerimize ve genelde okuyucularımıza daha yakından sunabilmeyi arzu etmekteyim. Böyle başlamak adına hemen sorayım: Resimlerin ve genelde projelerin/deneyimlerinin öncesinde ve esnasında ne tür olgular/olaylar üretme arzunu arttırıyor ve diri tutuyor? Bununla birlikte ne tür olaylar heyecanını engeller ve bir süre seni alıkoyabilir?

Sergi açmaya karar vermek, işin en zor yanı. Bence, belli bir söz söylemeyi düşündüğünde, “gösterme” güdüleri başlar, elbette önce, kendime. Sergilemeye karar vermek için, belirli zaman geçmesi gerekir. Dediğin anlaşılmamışsa, yani diye başlayıp yeniden açıklarsın ya, onun gibi kimi işlerimi yeniden sergi mekânına taşıyıp, derdimi anlatmaya çalışırım. Her resmin kendi içinde macerası var, bunun için çalışmada süreklilik esas olmalıdır.

Hiç kuşkusuz, sergi, her defasında mekâna göre boyutlanır. Yol gösterici “mekân” hazır işlerin yer almasıyla düzenlenebildiği gibi, öneri-projeler doğrultusunda da hayat bulabilir.

Son sergimde, mekân beni heyecanlandırdı. Üstelik mekân sahiplerinin, sonsuz saygı ve işbirliği önerisi de bu yeni galeride yer almamı sağladı. Kimi sergilerde heyecan açıldığında biter ya da olumsuza doğru ilerler oysa son sergim zaman içinde devam ederken, hem öğrencilerle hem de sanatçılarla oluşturulacak platformlarla, sergi heyecanım pekişecek.

“Mimesis” Platon’dan bu yana sanata dair tartışmalarımızda büyük bir alanı oluşturan parametrelerden birisi. Bunu akılda tutarak eğer çalıştığın alanda sen varolmasaydın hangi ressam olmayı ve spesifik olarak hangi çalışmaları üretmeyi isterdin? Ve aslında gelmek istediğim – direkt olacak ama - yer: Buradan hareketle bugün çağdaş sanat alanını ve Türkiye Resim Sanatı’nın bugünkü durumu kısaca nasıl değerlendirebilirsin?

Öğrenciliğimin son yıllarında kimi tutucu hocalarla ve onu izleyen yıllarda piyasa düşkünü, konumunu muhafaza etmeyi seven ve bu konuda çevresini örgütleyen sanatçı, sanat düşünürleriyle çatışmalarım oldu. Klikler, yeni bazı düşüncelerin oluşumuna geçit vermiyorlardı. Akademideyken “Amerika tutkunu” sanatçı sonrasında, “Sovyet yanlısı” sanatçı, olarak kodlandım...

Oysa, Yusuf ya da diğer arkadaşlarının derdi nedir diye soran, sorgulayan ne sanatçı ne de sanat değerlendiricileri vardı. Şimdi kendini “genç sanatçı” olarak görenler, içi boşaltılmış “çağdaş, güncel, çağcıl...vb.” tanımlarıyla ifade edenler, tutup kendilerinden önce Türkiye’de sanat olmadığından söz edebiliyorlar. Kendilerini soysuzluğa mahkum etmek isteyenler cahil değildir de nedir? Çünkü sanat soyağacı ne denli güçlü olursa, kökler ne denli derin olursa sonra gelenler rahatlıkla boy salarlar.. Günümüz sanatının, çok sesliliği beni çok sevindiriyor. Ortamlarındaki olanaklar ileride daha büyük sanatın oluşacağını gösteriyor...

Genelde biçimsel ya da düşünsel ideolojini özelde ise hayata bakışını ve üretimlerinin altyapısını nasıl bir manifesto özetleyebilir?

Sorduğun sorunun yanıtı, yaptığım işlerde sürekli yineleniyor. Biçimler kimi zaman değişir gibi olsa da, sorunsal, hep aynı... Dolayısıyla son sergilerdeki isimler yanıtı veriyor: “zaman”. Artık benim biçimlerim, benim mührüm diyebileceğim üçgen, bisiklet, dikilitaş ve bir ara girip çıkan merdiven. Saydığım biçimlerin kendiliğinden zamanı simgelediği ve sergilerimin vazgeçilmez manifestosunu oluşturduğu muhakkak.

Bugün içinde bulunduğumuz noktada, çağdaş sanatın temsil ettiği düşünsel ve biçimsel nitelikler hakkında neler söyleyebilirsin?

Öğrenciliğimin son yılları, biraz da Pop sanatının kalıntıları, Arte Povera etkileriyle: gelecek sanatın temelini “kitlesel iletişim araçları” oluşturacak saptaması yaparak çevrenin ilgisini çeker, bize gelen tepkilerden, anlayamadıklarını algılardık. Çünkü yerleşik orta ve yaşlı sanatçıların sorunları farklıydı o dönemin. Oysa şimdi, tam da ortasındayız. Artık sanatçıların ve sanat çevresinin algıladığını zannediyorum. Dönüşü olmayan yoldayız. Eskiden ustalarımız eline fırçayı alan ressam oluyor diye başlayıp saydırırlardı. Televizyon, bilgisayar, fotoğraf makinası sanatçıları ele avuca sığmaz hale getirdi. Hemen bir görsel oluşturulabiliyor ama sanat yanı nerede bunu zaman gösterecek. Ben burada sevgili, çok değerli ve rahmetli Sabri Berkel gibi “atışa devam” demek istiyorum. Başta da söz ettiğim gibi sanatımızın çok sesliliği sanat dünyamızı genişletecektir...

Yıllar içerisinde izleyicilerinden aldığın geri dönüşler nasıl? Sana ulaşan yorumlar, eleştiriler ve düşünceler ile ilgili soL Portal ile paylaşabileceğin geri-dönüşler arasında dikkat çekici olanlardan örnekler verebilir misin?

Bilhassa son zamanlarda önceleri yaptığımız etkinlikler, farklı açılardan gündeme geliyor. Bu durum elbette sevindirici. Örneğin: Salt Direktörü Vasıf Kortun liderliğinde kurum 70’lerin ikinci yarısını arşivledi ve sergiledi. 80’lere de devam edecek. Bir yandan da bir hafta sonra sevgili Bedri Baykam kendi konsepti içinde 80’lere bir bakış gerçekleştiriyor. Kimi üniversitelerden son derece heyecan verici öneriler olmakta. Bunlar “müzayede” gibi iğrenç, tüketici sanat platformu değil, üretken, yaratıcı ve geleceğe kalıcı arşiv nitelemeleridir. Elbette bireysel geri dönüşler olmaktadır her sanatçı için ancak “bireysel” tatmin ediciden öte gitmemektedir. Günümüz sanatının bir parçasıdır aynı zamanda, “arşivlemek”.

Yönetici olarak da aktif olarak ulusal ve uluslararası projelerde rol almaktaydın. Sergi ve sanat aktivitelerini karşılaştırsak nasıl bulgularla karşılaşabiliriz? Ve yurtdışıyla ülkemiz arasındaki sanat üretimi arasında nasıl analojiler ya da zıtlaşmalar bulunmakta sence?

Gerek kendimin, gerek Türk sanatının önemli sanatçılarından edindiğim bilgiler doğrultusunda deneyimlediklerime dayanarak söylersem: tek başına ya da bir kaç kişinin Batı’ya gidip etkinlik yapmasıyla ülke sanatının uluslararası boyutlara geleceği düşünülmemelidir. Türk sanatıyla ilgili pek çok sergi yapan Nurullah Berk’in dediklerine göre “...ulusal karaktere bağlı eserler götürdük beğenmediler, onların işlerini çağrıştıran eserlerle katıldık kopya dediler, ben bu işin içinden çıkamadım...” Ve sonunda başka bir reçete geliştirildi o da önce ulusal olacaksın sonra uluslararası... İşte bu şablon yıllar boyu sürdü.

Bir başka anı da Sarkis ile ilgili 1977 de Paris’teki atölyesini ziyaret ettiğimde, bana söyledikleri arasında en çarpıcı olanı, Joseph Beuys’un Sarkis’e bir çeşit tavsiyesiydi. Onun doğduğu topraklara gitmesini, önce orada var olmasını istemişti. Ben müzede çalışırken, orada sergi yapmayı çok istemekteydi ancak, devreye girmeme karşın, müze yönetimi sergi konseptini anlayamadı. Bir de üstüne Ermeni meseleleri ortaya çıktı. Kaybolmadıysa, gönderdiği proje Müze arşivindedir. Sonuçta sergi ne yazık ki gerçekleşemedi. Daha sonra açtığı Maçka Sanat Galerisindeki “Çaylak Sokak” sergisi hala belleğimizdedir.

Müzede çalışırken, müze düzenlemesi dışında, onlarca sergi yaptım büyük salonunda. Tümü de sanatımızı anlamaya dönük etkinliklerdi. Ne yazık ki, belge olmadığı için, kaybolup gittiler, belleğimde kaldı sadece.

70’li yıllara dek Türk sanatında olanca varlığıyla etkisi olan devlet sergileri, büyük bir kırılmayla, önemi kalmadı, sıradanlaştı. Bir de devletin iki kurumu arasında, yani, Akademi ile Bakanlık arasındaki çatışma nedeniyle Müzeye gelen eserler de kesildi ve Müzenin söz konusu dönemden sonraki koleksiyonunda açıklar vardır.

İşte anlattığım atmosfer nedeniyle iş başa düştü ve sivil inisiyatif örgütlenmeleriyle gruplar oluştu. Belki de güncel sanatımızın bugünkü durumunun temelleri atılmış oldu. Çünkü, İstanbul bienallerine hazırlık teşkil eden bir takım gruplar etkin olmayı başardılar. Günümüz Sanatçıları sergilerini dönüştürdüm. Bu sergi hala devam etmekte. Öncü sanat sergileri de hiç kuşkusuz çok öneme sahiptir. Sergide yer alan arkadaşların tümü de sanatımızın etkin kişileri olmakla birlikte, yurt dışında da önemli sergilere katıldılar.

Beuys’un Sarkis’e tavsiyesine uygun bir gidişatla, sanatımızın enerjisi yurt dışında ses getirmiş oldu. Şimdiyse, Türk sanatına, kendi yapıtları dışında çok emek vermiş Nurullah Berk’in çok istediği bir ortamda bulunuyoruz. Sanat ve sanatçı kalıpları, “Batılı sanat adamı işlerime ne der?” sanatçı ezikliği, oryantalist kompleks kalmadı. Birçok kültürü topraklarında barındıran bu ülkenin sanatçıları, hiç kuşkusuz, enerjileriyle dünya sanat ortamının dikkatini çekiyorlar.

Yusuf Taktak çok teşekkür ederiz, böylece hem seni ve son serini daha yakından tanıma hem de son sergin vesilesiyle ve ondan hareketle sanata dair genel bir perspektife sahip olma şansına sahip olduk.