'Öfkelenelim' ama programımız da olsun

Nazi işgaline karşı Fransız direnişinin önemli isimlerinden ve Birleşmiş Milletlerde ve savaş sonrası Fransasında uzun yıllar diplomatlık yapmış olan insan hakları savunucusu Stéphane Hessel geçtiğimiz gün 95 yaşında hayata gözlerini yumdu.

“Çok uzun yaşamamak gerektiğini düşünmüyorum. İnsan zevk aldığı, kendisini ifade edebildiği sürece yaşamalı. Böyle olduğu müddetçe yaşamaktan memnunum.” diyordu Hessel ölümünden bir yıl önce verdiği bir röportajda. 95 yaşına kadar da bu şekilde, kendisini ifade ederek yaşamış olduğu için huzur içinde öldüğünü varsayabiliriz.

Hessel, üç yıl önce yayınladığı, Türkçeye “Öfkelenin !” adıyla çevrilen “Indignez-vous !” adlı broşürü ile tüm dünyada tanınır hale gelmişti. “21. yüzyılın manifestosu” olarak da anılan bu on beş yirmi sayfalık broşür kısa bir süre içerisinde 500 binden fazla basıldı ve onlarca dile çevrildi. 2010 yılında basılmış olan broşürün New York’ta fitili ateşlenen “Occupy Wall Street” hareketine ve daha sonrasındaki “başkaldırılara” ilham kaynağı olduğu da iddia ediliyor.

Çok basit bir dille yazılmış olan bu kısa manifestoda Hessel özetle “tepkisiz kalmayın, doğru olmadığını düşündüğünüz şeylere karşı öfkelenin, tepki gösterin ve ayağa kalkın!” diyordu. Hessel’e göre başta iki şeye karşı tepki göstermek gerekiyordu: zenginler ve yoksullar arasındaki büyük eşitsizlik, yani son yüzyıldaki neo-liberal politikaların etkileri ve insan haklarının ve dünyanın içinde bulunduğu durum.

İnsanlığın seyrini kökünden değiştirmiş olan eylemlerden birine, faşizme ve Nazilere karşı direnişe ve insanlığın bu büyük kazanımının sonucunda ortaya çıkartılmış olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yazım sürecine birebir katılmış bir aydın ve direnişçi olarak Hessel, gençlere “en kötü şey etrafınızda olup bitenlere dair tepkisizliktir” diye sesleniyordu. “ ‘Ben ne yapabilirim ki, başımın çaresine bakayım’ derseniz insanı insan yapan en önemli öğelerden birinden uzaklaşmış olursunuz. Vazgeçilmez olan bu öğe, öfkelenme ve onu izleyen kendini adama yetisidir” diyordu.

Kendisini hayatının son döneminde Filistin sorununun çözümüne adamış olan Hessel, gençlere de tepki gösterebilecekleri olaylar olarak, göçmenlere, örneğin Çingenelere karşı yapılan ayrımcılığı gösteriyordu.

Dikkat edilirse, Hessel manifestosunda özellikle sosyalist hareket açısından bakıldığında yeni bir şey söylemiyor. Bir zamanlar burjuva demokratları tarafından dile getirilen ancak 20. yüzyıl itibariyle burjuvazinin tamamen sırtını döndüğü ve son iki yüzyıldır sosyalist mücadeleye temel teşkil eden kavramları bize hatırlatıyor: eşitlik, adalet, insanlığa olan inanç ve geleceğe dair umut. Hessel’i değerli kılan ve sonuna kadar haklı olduğu nokta da tam burada: bu ortak değerler var olmadan bir mücadele, direniş ya da ayaklanma inşa etmek mümkün olmayacaktır.

Ancak bu mücadele çağrısında sola ya da sosyalizme vurgu yapmaktan kaçınması ise Hessel’in manifestosunun sınırlarına işaret ediyor. Hessel röportajlarında, kendisini faşizme karşı mücadelede yer almaya iten etmenlerden biri olarak 20. yüzyılın başında Almanya’dan gelerek Fransa’ya yerleşmiş olan anne ve babasının solcu olmalarından bahsediyor. Hessel’in de altını çizdiği bu “küçük ayrıntı” esasında Fransa ve Avrupa çapındaki direnişin “özünü” teşkil ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı insanlığın onurunu temsil eden direniş hareketlerini soldan, sosyalist hareketten ve Sovyetler Birliği’nin varlığından ayrı düşünmek mümkün değil (Burada bir parantez açarak, Hessel’in manifestosunda Sovyetler Birliği’nin yıkılışını 1948’den beri ileriye doğru atılmış önemli adımlar arasında saymasını da büyük bir talihsizlik olarak not etmek gerekiyor).

Hessel’in kendisinin de, manifestosunun en başında yer verdiği, Fransız Ulusal Direniş Konseyi tarafından 1943 yılında hazırlanmış olan programının içeriği de bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu yalnızca bir faşizme direniş programı değil kurtuluştan sonra eşitlik temelinde ve işçilerden yana kurulacak bir düzenin de programıdır. Program “tüm yurttaşlara, çalışma olanaklarından yoksul olsalar dahi kendilerini geçindirebilme olanakları, işçilere hayatlarının geri kalanında insanca yaşabilecekleri bir emeklilik maaşı” sağlanacağına ve enerji kaynaklarının, gaz ve elektriğin, kömür işletmelerinin ve büyük bankaların kamulaştırılmasına dair maddeler içeriyordu.

Dolayısıyla Fransız direnişinden koparılamayacak olan, Nazilere kaşı savaşırken aynı zamanda sosyalizm için de mücadele eden Fransız Komünist Partisiydi. Tıpkı Stéphane Hessel’in mücadelesini bugün hala değerli kılanın Fransız direnişine koyduğu katkı olması gibi.

Son olarak, Hessel’in günümüzde gerçekten de büyük değer taşıyan “Indignez-vous !” adlı manifestosunun iddia edildiği gibi son dönemde ABD’deki ya da Arap coğrafyasındaki ayaklanmalar için gerçekten bir ilham kaynağı olup olmadığını bilemiyorum. Ancak bu ayaklanmalardaki temel eksikliğin, 1943’te faşizme karşı direnişte yazıldığı gibi bir programa sahip olmamaları olduğu söylenebilir.
[email protected]