Taksim Meydanı’na Çıkan Misket

Neyse ki tanıklarım var da, içim rahat yazabileceğim, uydurduğum kuşkusu doğuracaksam da. Dün fantastik bir şey yaşadım ve bir süre tereddüt ettikten sonra, 1 Mayıs analiziydi, siyasal çıkarımlardı, teorik lafızlardı filan es geçip, bunu paylaşmaya karar verdim.

Geçen yıl, bir dizi senaryosu istenmişti benden ve kurguladığım ana karakter, gündelik yaşantısında çevresini saran, ailesi dahil bir tüketici sosyal ilişkiler ağında tutsak, dünyaya bakışına hiç uymasa da, kabullenemese de, değiştirmekten umudu kalmamış bir yaşam içinde daraldıkça, çocukluğunun oyun objelerine kaçıyor, kendisine kapanarak kirlenmekten korunmaya çalışıyordu. Bu objeler, apansız çıkıyordu karşısına. Üniversitede felsefe dersleri verirken kürsüsünde bir fırdöndü buluyor, eve asansörde ayağına takılan bir sapanla dönüyor, kilitli kutusundan daha önce görmediği bir hacıyatmaz çıkıyordu. Her biri, o gün yaşadığı bir olayla bağlantılı birer reddiye sembolü oluyordu. Çocukluğuna sığındıkça profesör, çalışma odasından karşı evlerin camlarını kırarak haylazlıklar yapıyor, evde yaşadığını hayal ettiği bir çocukla yağ satarım bal satarım oynuyordu. Bunun gibi bir sürü şey vardı her bölümde. Farklı itirazların yanı sıra, bu sahneler de fazlasıyla "soyut" bulunmuş, "mesaj"ın algılanmayacağı, "halkın buna nüfuz edemeyeceği", ayrıca "böyle şeylere gerek olmadığı" söylenmişti. "Saçma" bulunan bir sahne örneği de, bir bar taburesinde oturmuş, kendisini dünyayı değiştirme eyleminin bir parçası hissettiği günlerin anılarına dalmışken, zıplaya zıplaya gelip ayağına çarparak duran bir misket buluşuydu.

Dün, Taksim Meydanı'na doğru ilerliyorduk. Kaan Arslanoğlu'yla, "yola devam için yakıt ikmali" diye tanımladığımız, biber gazı solumak için durakladığımız bir anda, yüzümde sirkeli mendil aşağıya doğru bakarken, bir cam küre, kalabalığın arasından yuvarlanarak geldi, ayağıma çarptı. Şimdi klavyemin yanında duran bir misket. Biliyorum, inanılır gibi değil ama, oldu. 1 Mayıs'ı Taksim alanında kutlamak üzere ilerleyen işçilerin, gençlerin kortejinde, bir misket gelip beni buldu. Aldım elime, çevreme bakındım. Senaryoyu pek kimse bilmiyorsa da, iyi nişancı bir şakacı arkadaş mı var diye bakındım çevreme. Yoktu. Yanımdakilere anlattım heyecanla, misketi gösterdim. Gazın etkisine yorarcasına bir tebessümle bakıp, devam ettiler. Belki, barikatlarla önü kesilmiş eylemcilerden birinin, polise fırlattığı bir savunma silahıydı. Belki, 1 Mayıs'ı kutlamaya gelen işçilerden birinin yanına aldığı bir bayram sevinci objesi. Bilemiyorum.

Yazılarımda bazı kavramları, bazı kelimeleri neden döne döne kullandığımı ve bunların büyük bölümünün neden "çocukluk", "iyi insanlık" gibi, siyasette pek iş görmeyeceği düşünülen naif, edebiyat sarf malzemesi gibi şeyler olduğunu soran arkadaşlar, söyleyin lütfen, ne yapayım şimdi? Eylemin göbeğinde ayağıma misket çarptı! Senaryoyu inandırıcı bulmayanlar, bunu da mı ben yazdım?

Elimdeki misketi evire çevire yürürken, tabii metafiziğe de dikkat ederek, bunun nasıl bir işaret olduğunu düşündüm. Yok, üzerinde çok durmadım, yarattığım karakterle aramda paralellik mi var da, geldi beni buldu sorgusunun. Yani, belki birazcık. Çocuklukla sembolize ettiğim şeylere özlem açısından. Bunun, bugün bir siyaset duruşu olduğunu, sadece metaforlar açısından elverişliliğini değil, o siyasetin öznelerinin bu açıdan da sarsılması gerektiğini savunduğumdan.

Ne kadar gençmişiz, neredeyse çocukmuşuz aslında, Tarlabaşı'ndan öteye gidemediğimiz, ama, katliamın işin bir yönü olduğu, bir yönünün de orada toplanan yüzbinleri içerdiği o 1 Mayıs'ta. Kaan'la dedik ki, "bu kez çıkalım, tarih değişsin". Çıktık, saçımız ak. Ak, ama, benim elimde bir misket. 1977'de çocukluk, 2009'da çocukluk zaptetti meydanı dediğimde, siz varın bunu, çevremde birbirlerinin omuzlarına çıkan, pankartlar önünde hatıra fotoğrafları çektiren, bütün yüzlerin güldüğü bir lunapark havası yaratan insanları görmeme yorun.

Ne analiz yapasım var, ne teori. Sadece, yaşadığım şeyi paylaşmak istedim. 1970'lerden gelen bir dostumun, barikatların arkasında bizim geçişimizi izlemeye "tahammül edemeyip", eşini durduran polise bile aldırmaksızın, "iş kıvırmaktaki tecrübe"mizi kullanarak meydana girmenin yolunu buluşu ve kucaklaşmamızdaki sevinçti belki de teorinin kıralı. Belki de, elimdeki misketten yansıyan, daha sonra buluştuğumuzda "dönüp bakmadan arkasında bıraktığı" eşiyle birlikte buna gülüşmemizdi siyaset dediğimiz şeyin can damarı.

Böyle boş bir laftır işte bu yazıda ettiğim. Kitleler meydana çıkmış, "işçi sınıfı ayağa kalkıyor" sloganları yankılanmış, polis şiddeti yine sahnelenmiş, gözaltında arkadaşlara zulmedilmiş, adamın biri, "misket buldum" diyor. Siz onun kusuruna bakmayın.

Bu aynı zamanda bir duyurudur. Beyaz, içi boş bir misketini saldırgana savuran, ya da düşüren her kimse, o şimdi bende, haberi olsun. Bir kez daha meydana çıkıp ayağa kalkan sınıfınsa o misket, elimizde bir "gaflik" var demektir... Siyaset çok benzer bazen "kafa-karış" oyununa...