Su ve atıksu hizmetlerinde özelleştirme ve kamulaştırma

Su sektöründe kamu-özel sektör işbirliği formunda yaygın bir özelleştirme süreci başlatılacağını beklemek, özellikle de seçimler sonrasında ortaya çıkan tabloya bağlı olarak gerçekçi görünmektedir.

M. FARUK İŞGENÇ/ÇEVRE MÜHENDİSİ

Haziran ayı sonunda bazı gazete ve televizyon kanallarında yayımlanan haberlerde, İngiltere’nin en büyük su ve kanalizasyon şirketi olan Thames Water’ın iflasın eşiğine geldiği, borçları 14 milyar sterlini aşan firmanın CEO’sunun istifa ettiği, 1989 yılında İngiltere’de su hizmetlerinin özelleştirilmesi döneminde borçsuz bir kamu kuruluşu olan Thames Water’ın bugün sektördeki en borçlu kuruluşa döndüğü belirtiliyor. Londra ve civarında yaşayan 15 milyon nüfusa su ve atıksu hizmeti götüren firma, özellikle içme suyu hatlarındaki yüksek miktarlardaki su kaçakları ve atıksu arıtma tesislerinden standart dışı atıksu deşarj etmesi nedeniyle de eleştiriliyor. Konuya ilişkin haberlerde, yetkililerce şirketin geçici olarak kamu mülkiyetine alınmasının değerlendirildiği, ancak bu seçeneğin insanlara vergi yoluyla milyarlarca sterline mal olabileceğinden endişelenildiği belirtiliyor.

Ülkemizde su ve kanalizasyon sistemlerinin işletimi, ağırlıklı olarak birer kamu kuruluşları olan belediyeler tarafından gerçekleştirilmekle beraber, atıksu arıtma tesislerinin işletiminde daha yüksek oranda olmakla birlikte, işletimi özel sektörce yürütülen içme suyu ve kanalizasyon sistemleri de bulunmaktadır.

Bugün İngiltere’de Thames Water özelinde yaşanan süreç ve tartışmaların benzerlerinin, 19. yüzyıldan itibaren dünyada ve ülkemizde nasıl bir seyir izlediğini incelemek, doğru bir değerlendirme yapabilmek ve geleceğe yönelik doğru yönetim ilkeleri belirlemek açısından yararlı olacaktır.

Dünyada su sektöründe özelleştirmeler ve sonuçları

Modern çağda ilk içme suyu ve kanalizasyon şebekeleri 19. yüzyıl başlarında ABD, İngiltere ve Almanya’da kurulmaya başlamış, geçen yıllar içerisinde içme suyu ve kanalizasyon şebekesi uzunlukları ve hizmet verdikleri nüfus artarken, aynı yerleşim yerinde su hizmetlerinin kimi zaman özel sektör, kimi zaman ise belediyeler veya bir başka kamu kuruluşu tarafından yürütüldüğü görülmüştür.

ABD New York’ta 1795 yılında yaşanan sarı humma salgını sonrası, su temin ve dağıtımı daha sonra Chase Manhattan Bank’a dönüşecek olan Manhattan Company adlı firmaya verilmiş, ancak firmanın 32 yıl boyunca yalnızca 37 km. uzunluğunda içme suyu şebekesi inşa etmesi ve buna bağlı olarak su temininin çok büyük ölçüde, sağlık problemlerine yol açan, kuyu ve lagünlerden yapılması, bu firmanın su sektörü özelleştirmesinde görülmüş en beceriksiz ve yozlaşmış deneyim olarak adlandırılmasına yol açmıştır. 1832 ve 1835 yıllarında yaşanan kolera salgınları sonrası, su kalitesi kaynaklı sorunların çözümü ve yatırım finansmanı için düzenlemeler yapılmıştır.

Philedelphia 1801 yılında su şebekesi inşa eden ilk ABD şehri olmuş, ancak özel sektör tarafından yürütülen bu hizmetlerde de Newyork’ta yaşananlara benzer sonuçlarla karşılaşılmıştır. Özel firmaların su temininde yol açtığı problemler nedeniyle Boston, New Orleans gibi büyük şehirlerde belediye yönetimleri su şebekelerinin yönetimini devralmış ve sonrasında su yatırımlarında büyük artışlar görülmeye başlanmıştır.

İngiltere, Londra’da 19. yüzyılda su hizmetlerinin yürütülmesi 9 özel firmaya verilmiş ve 1840’ta yaşanan büyük bir kolera salgını sonrası su firmalarının filtrasyondan geçirilmiş suyu şebekeye vermelerine ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. 1902 yılında çıkarılan Metropol Su Yasası sonrası ile bu işletmeler belediye tarafından devralınmıştır. 1800’lü yılların başlarında Londra’da yaşayan yoksul insanların, su şirketlerine tükettikleri su için haftalık 2 şilin ödedikleri ve bunun oturdukları evlerin haftalık kira bedeline eşit olduğu belirtilmektedir.

İngiltere’de 1861’de büyük şehirlerde su hizmetlerinin yüzde 61’i özel firmalar tarafından sağlanırken, bu oran 1881’de yüzde 20’ye ve 1901’de yüzde 10’a düşmüştür. 1900 ile 1974 yılları arasında İngiltere’de su temini yüzde 80 oranında belediyeler tarafından gerçekleştirilirken, özel sektörün payı yüzde 20 mertebesinde kalmıştır.

Fransa’da su hizmetleri başlangıcından itibaren özel sektörce yürütülmüş, 1782 yılında Paris’e su temini için özel bir firma ile sözleşme yapılmış, kirli sulara bağlı salgınların artması nedeniyle Paris’te 1892 yılında bütün konutların kanalizasyon sistemine bağlanması zorunlu hale getirilmiştir.

Almanya, Berlin’de ilk su şebekesi özel sektör tarafından, 1852 yılında caddelerin yıkanması ve yangınlara müdahale amaçlı olarak inşa edilmiştir. Özel sektör tarafından sağlanan hizmetlerin yetersiz kalması nedeniyle 1873 yılında Berlin’de su hizmetleri şehir yönetimince devralınmıştır. Berlin’den farklı olarak Münih’de su şebekesi yerel yönetimin finansman kaynakları ile kurularak 1990’lara kadar bu şekilde işletilmiştir (Naren Prasad, Privatization of Water: A Historical Perspective, 2007).

Japonya’da su hizmetleri tarihsel olarak yerel yönetimler tarafından sağlanmış, 1890 yılında yayımlanan Su İşleri Kararnamesi’nde, su şebekelerinin kamu fonlarıyla kurulması ve kamu tarafından işletilmesi gerektiği tanımlanmıştır. 1911 ve 1913 yıllarında bu kararnamede yapılan değişiklikle özel sektöre de su hizmetlerinde faaliyet izni verilmiş olmakla birlikte, özel sektörün su sektöründeki varlığı çok sınırlı kalmıştır (Shozo Yamazaki, Privazitation of Water Utilities in Japan).

Neoliberal dönemdeki özelleştirmeler

1973 yılında, Devlet Başkanı Salvador Allende yönetimini faşist bir darbe ile yıkarak  iktidara gelen Pinochet yönetiminde, Şili dünyada neoliberal ekonomi uygulamaların ilk örneği olmuştur. Bu neoliberal politikalar çerçevesinde su hizmetleri de özelleştirilmiş olup, bugün Şili’de su hizmetlerinin yüzde 90’lık bölümü uluslararası firmalarca yürütülmektedir.  

1979 yılında  Margaret Thatcher’in İngiltere’de başbakan, 1980 yılında da Ronald Reagan’ın ABD Devlet Başkanı seçilmesi ile neoliberal politikaların hızla uygulamaya konulduğu, belediyelerde su, atıksu, şehir içi ulaşım gibi hizmetlerin özelleştirilmesinin öncelikle gelişmiş ülke kategorisinde olduğu kabul edilen ülkelerde hayata geçirildiği görülmektedir. Ancak, 19. yüzyıl başlarından itibaren gerçekleştirilen su hizmetleri özelleştirilmesinde içmesuyu ve kanalizasyon şebekesi gibi alt yapı varlıkları da özel şirketlerin mülkiyetinde olurken, neoliberal dönemdeki özelleştirmelerin büyük ölçüde kamu özel sektör işbirliği (KÖİ) şeklinde yürütüldüğü, yani içme suyu, atıksu şebekeleri, pompa istasyonları ve arıtma tesislerinin mülkiyetlerinin kamu kuruluşlarında kalırken, işletme haklarının özel sektöre devredildiği görülmektedir.

İngiltere ve ABD’de gerçekleştirilen su hizmetleri özelleştirilmesi, Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Hollanda, İtalya, Japonya, Singapur, İspanya ve İsviçre’de de hayata geçirilmiş, 1990’larda  ise Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın gelişmekte olan ülkelerinde de, özellikle  Şili, Bolivya, Brezilya ve Arjantin’de yaygın bir şekilde özelleştirmeler gerçekleştirilmiştir. Su sektöründeki özelleştirmelerin yaygınlaştığı son coğrafya ise eski sosyalist ülkeler olmuştur.

1980 yılından itibaren su hizmetleri sektöründe özelleştirmeler gerek gelişmiş, gerekse gelişmekte olan ülkelerde yaygınlaşmış, ancak özelleştirmelerin daha çok kamu özel sektör işbirliği şeklinde gerçekleştirildiği ve su – atıksu şebekeleri ile terfi merkezleri, su depoları, arıtma tesisleri gibi varlıklar kamu mülkiyetinde kalırken, bunların işletmelerinin özel sektöre bırakıldığı görülmüştür.

Gelişmekte olan ülkelere alt yapı projelerinde finansman sağlayan en önemli kuruluşlardan olan Dünya Bankası, 1990 yılı ve sonrasında su sektörüne ilişkin projelerde, verimliliğin arttırılması gerekçesi ile fiyat mekanizmasını ve özelleştirmeyi gerekli gören bir yaklaşımı benimsemiştir.

1990 ile 1997 yılları arasında su hizmetleri sektöründe hızla artan özel sektör yatırımları 1997’den sonra azalmaya başlamış, 1990 ile 2005 yılları arasında 55 ülkede su sektöründe gerçekleştirilen 383 projeden yalnızca 38’i kamu özel sektör işbirliği ile yürütülmüştür.

Birleşmiş Milletler ise su hizmetlerinin özelleştirilmesine ilişkin olarak daha farklı bir tutum içerisinde olup, 2006 yılında BM tarafından yayımlanan Dünya Su Raporu’nda, su sektöründeki özelleştirmenin her durumda uygun olmayabileceği, verimliliğin doğrudan mülkiyetle ilişkili olmadığı ve su sektöründe özelleştirmelerin ülkelerin politik, kültürel, sosyal ve kurumsal yapısına göre önerilebileceği ifade edilmektedir.

Türkiye’de su sektöründe özelleştirmeler

Türkiye’de su sektöründeki ilk özelleştirmeler, imtiyaz verme şeklinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleştirilmiştir. 1850’li yıllarda hayata geçirilen Terkos Suyu Projesi bu alandaki ilk örnektir. 19. yüzyılın sonlarında, suyun iletimi ve dağıtımı için Anadolu yakasında da yeni isale hatları yapılması yönünde kararlar alınmıştır. Bu kararın ilk adımı olarak imtiyaz hakkı, 1888 yılında bir Fransız şirketinin temsilcisi olan Karabet Sıvacıyan’a verilmiştir. Yabancı sermayeli “Üsküdar-Kadıköy Su Şirketi”, Göksu’da Elmalı Deresi Üzerinde 1. Elmalı Barajı’nı 1893'te inşa ederek Anadoluhisarı’ndan Bostancı’ya kadar olan bölgede su şebekesi kurmuştur (Selim Sani Güngör, Osmanlı Su Mimarisi ve İstanbul’daki Su Yapıları, Türk Hidrolik Dergisi, 2021).

İzmir’de 1890’lı yıllarda artan su sıkıntısının çözümü için Göztepe ve Karataş semtlerine zorunlu, Bornova, Karşıyaka, Hacılar, Işıklar semtlerine talebe bağlı olarak su temin etmek üzere, İbrahim Niyazi Bey’e İzmir’in su imtiyazı, Vali Mehmet Kamil Paşa tarafından verilmiştir. 1894 yılında bu imtiyazın  Belçikalılarca kurulmuş olan İzmir Osmanlı Su Şirketi’ne geçtiği ve bu şirketin hisse senedi satışından elde ettiği gelirle Halkapınar’da bir ana sarnıç, buharla çalışan merkez pompa istasyonu, bir su deposu inşa ettiği bilinmektedir. Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir Suları Türk Anonim Şirketi adını alan firmanın imtiyazı, gerekli yatırımların yapılmaması nedeniyle, 1944 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edilerek faaliyeti durdurulmuş ve İzmir’e su temini yetkisi belediyeye devredilmiştir (Suyun Serüveni, İBB APİKAM,2017).

Osmanlı’nın son dönemlerinde, içme suyu temininde olduğu gibi, demir yollarının yapımı ve işletimi, havagazı üretimi ve dağıtımı gibi farklı alanlarda da yabancı kişi ve kuruluşlara imtiyazlar verildiği görülmektedir. Örneğin, Dolmabahçe Sarayı’nın aydınlatılması amacıyla 1855 yılında yapılmış olan Dolmabahçe Gazhanesi 1914 yılına kadar zaman zaman belediye ve saray tarafından işletilirken, 1914 yılında, 50 yıl süreyle Parisli bankerlerin kurduğu Beyoğlu-Yeniköy Türk Anonim Gaz Şirketi’ne devredilmiş ve cumhuriyet döneminde de devam eden bu imtiyaz, 1964 yılında sona ermiştir.

İzmir’de 1859 yılında A.Edwards adlı bir gazeteciye 40 yıllığına havagazı üretimi için imtiyaz verilmiş, havagazı fabrikası yapımı 1862 yılında başlamıştır.

12 Eylül Darbesi ve sonrasındaki Kenan Evren – Turgut Özal yönetiminde Türkiye hızla neoliberal iktisat politikalarının uygulandığı bir ülke haline getirilir ve  Kamu İktisadi Teşebbüsleri özelleştirilirken, yerel yönetimlerde ilk özelleştirme 1985 yılında Adana’da çöp toplama hizmetlerinde  gerçekleştirilmiştir.

1994 yılında kurulmuş olan Antalya Su ve Atıksu Genel Müdürlüğü, Dünya Bankası’nın da desteği ile 1996 yılında su ile ilgili görev ve sorumluluklarını, bir Fransız şirketi olan ANTSU A.Ş.'ne devrederek 10 yıllık süre ile imtiyaz vermiştir. Süreç içerisinde adı Suez Environment olarak değiştirilen şirket, su kayıp ve kaçaklarını azaltamadığı gibi, su kalitesinde de bir iyileşme sağlayamamış, buna karşın su fiyatlarında büyük artışlar yapmıştır. 1996 yılında 10 yıllık bir süre için ANTSU A.Ş. ne verilen imtiyaz 5’ci yılında sona erdirilmiştir (Banu Aktürk Çetin, Türkiye’de Büyükşehir Belediye Hizmetlerinde Özelleştirme, 2019).

İzmir’de Çeşme ve Alaçatı Belediyesi tarafından kurulan ÇALBİR, su ve atıksu şebekesinin işletimini özelleştirerek, yabancı bir firmaya vermiş, 2014 yılı sonunda biten bu sözleşme sürecinde Çeşme ve Alaçatı, ülkemizdeki büyükşehirleri ve diğer turistik yerleşimleri aşan su fiyatları ve yüzde 66’ya ulaşan su kaçakları ile ulusal basında sık sık gündeme gelmiştir. 2014 yılı sonunda yabancı firma ile yapılan sözleşmenin süresinin dolması sonrası, Çeşme ve Alaçatı’nın su hizmetleri İZSU tarafından verilmeye başlanmıştır.

Türkiye’de uluslararası finans kuruluşları tarafından finanse edilen birçok atıksu arıtma tesisi ve içme suyu arıtma tesisi, yapım dönemi sonrası 3-4 yıl gibi kısa sürelerle yapımcı firmalarca işletilmekte olup, İSKİ başta olmak üzere bir çok Su ve Kanalizasyon İdaresi ile belediyenin uzun yıllardır tekrarlanan ihalelerle, su hizmetlerini, başta atıksu arıtma tesislerinin işletimi olmak üzere, özelleştirdikleri görülmektedir. 

Dünyada ve Türkiye’de su sektöründe yeniden belediyeleştirme

Özel sektörce yürütülen su hizmetleri, belediye hizmetleri, telekomünikasyon, enerji ve sağlık hizmetlerinin, sözleşme süresi bitmeden veya bittikten sonra yeniden belediye veya bir kamu kuruluşu tarafından devralınarak işletilmesi yeniden belediyeleştirme olarak adlandırılmaktadır.

2000 ile 2022 yılları arasında dünyada 56 ülkede 1.561 yeniden belediyeleştirme uygulaması gerçekleşmiş, bu uygulamaların yüzde 24’ünün enerji, yüzde 22’sinin su, yüzde 17’sinin belediye hizmetleri, yüzde 13’ünün enerji ve yüzde 12’sinin ise sağlık hizmetleri alanında olduğu görülmüştür. Yeniden belediyeleştirme taleplerinin temel nedeni olarak ise yüzde 45 ile ilk sırada hizmet kalitesinde iyileşme talebi ve ikinci sırada yüzde 36 ile fiyat düşüşü talebi geldiği tespit edilmiştir (Andrew Cumbers, Bethia Pearson, Laura Stegemann, Franziska Paul, Mapping Remunicipalitisation Emergent Trends in the Global De Privatisation Process, 2022).

2000 ile 2014 yılları arasında su hizmetleri sektöründeki 235 yeniden belediyeleştirme uygulamasının  184’ünün yüksek gelir grubundaki, 51’inin ise orta ve düşük gelir grubundaki ülkelerde gerçekleştirildiği, yüksek gelir grubu ülkelerinden Fransa’nın 94, ABD’nin ise 58 yeniden belediyeleştirme ile ilk sıralarda yer aldıkları belirtilmiştir (Aikaterini Koumpli, Vasilis Kauakoudis, Privatization and Remunicipalization on Water Supply: A Global Research, 2022).

Dünyada su hizmetleri sektörü de dahil olmak üzere özelleştirmelerin toplam olarak 2,5 trilyon dolar düzeyine ulaşırken, bu tutarın yüzde 44’ünün 23 Avrupa ülkesinde gerçekleştiği görülmektedir. Türkiye’de ise 1980 yılından itibaren çeşitli sektörlerde yapılan özelleştirmelerin toplam tutarı 71 milyar dolar olup, bunun 63 milyar dolara tekabül eden yüzde 89’luk kısmı 2002-2022 yıllarını kapsayan 20 yıllık bir dönemde AKP iktidarı tarafından gerçekleştirilmiştir.

Yaygın bir özelleştirme süreci

AKP iktidarının, su hizmetleri sektöründeki özelleştirme çabaları, kamu özel sektör işbirliği (KÖİ) modelini esas alacak şekilde uzun süredir devam etmektedir. Nitekim, 2018 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir üniversiteye “Atıksu Arıtma Tesislerinin İnşası ve İşletilmesinde Kamu Özel Sektör İşbirliğinin Araştırılması Projesi” hazırlatmış, ancak 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara, İzmir’in de dahil olduğu 11 Büyükşehir Belediyesi’ni mevcut iktidarın kaybetmesi, bu projenin hayata geçirilmesi sürecini yavaşlatmıştır. 

1980’lerden itibaren dünyada etkili olmuş neoliberal ekonomi politikaları ve ideolojinin geçerliliği, 2008 küresel krizi ile birlikte daha güçlü bir şekilde sorgulanmaya başlanmış ve bu durum yeniden belediyeleştirme uygulamalarının yaygınlık kazanmasına yol açmıştır. Diğer yandan, özellikle Covid 19 pandemisi sürecinde  sağlık ve su sektöründeki  özelleştirmelerin hizmet üretimindeki  yetersizlikleri, yeniden belediyeleştirme süreçlerine olan desteği dünya çapında artırmıştır.

Dünyada kamu sektörü ve özellikle de su hizmetleri sektöründe, yeniden belediyeleştirme uygulamaları ile özelleştirme süreçleri sonlandırılırken, ülkemizde su sektöründe kamu - özel sektör işbirliği formunda yaygın bir özelleştirme süreci  başlatılacağını beklemek, özellikle de 2023 seçimleri sonrasında ortaya çıkan tabloya bağlı olarak, gerçekçi görünmektedir.

Diğer yandan, tarihsel süreç içerisinde gelişmelere bakıldığında, kapitalizm koşullarında gerçekleştirilen kamulaştırmaların, geniş halk kitlelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesinden ziyade, tıkanan ekonomik ve siyasal düzenin rahatlatılması ve dönemsel krizlerin aşılmasında bir araç olarak kullanıldığı sonucuna varmamıza yol açmaktadır.

Yukarıda belirtilen nedenlerle de kamulaştırmaların ve kamucu politikaların, ancak sosyalizm ve sosyalist iktidar perspektifi ile anlamlı ve kalıcı bir yarar sağlayacağının altının ısrarla çizilmesine ihtiyaç vardır.