“Kaç kişi kitap okuyor ki”, “internetten zaten indirimli satılıyor kitaplar”, “artık gereği kalmadı, bitti bitiyor bu iş”…
Yok, bitmedi, bitmiyor. Sahaflıktan söz ediyorum; anlaşılan o ki kitap basıldığı sürece birileri bu işi yapmaya devam edecek. Bir gün kitap basılı olmaktan çıkar mı, kesinlikle olmaz diyemiyorum, ama belli ki bugünden yarına olmayacak.
Sahaflık mesleğiyle ilgili ayrıca uzun uzun konuşabiliriz, dünü, bugünü, yarını… Konuşmaya da değer açıkçası, aşağıda bununla ilgili ipuçları bulacaksınız. Ama bugünkü konumuz bu değil. Bugünkü meselemiz karantina günlerinde sahaf dostlarımız neler yapıyor, günlerini nasıl geçiriyorlar bunu anlamak, varsa yapılabilecek bir şey dayanışma adına onu öğrenmek.
İstanbul’da sahafların biriktiği meşhur Aslıhan Pasajı’nın ikinci katındaki, abarttığımı düşünmeyin ama, herhalde 5-6 metrekarelik iki kişinin zor sığdığı, klostrofobiklerin uzak durması gereken dükkanında tanışmıştık Ümit’le. Yine de o daracık yere tabure atmayı, kahve ısmarlamayı ihmal etmezdi. Nam-ı diğer Hermes Sahaf, tanıyanı da seveni de çoktur Ümit’in, gerçek bir kitap dostudur. O yüzden dostu kitap olanın da dostudur.
Ha bir de, hatırlayan çıkacaktır, o küçük dükkanın kapısında -soranlardan usandığından olsa gerek- “hiç yoklar listesi” asılıydı. Listede nelerin olduğunu tahmin etmeyi size bırakıyorum.
Nadir görüşsek de son yıllarda, hemen sohbeti koyultacak muhabbettimiz hep oldu Ümit’le. En nihayetinde de İzmir'de yeniden buluştuk.
Geçtiğimiz günlerde Sahaflar Kolektifi'nin “sahaflarınıza sahip çıkın” çağrısını görünce, ne yapayım, ben de sahafımı aradım hemen; anlatsana dedim, o da anlattı.
***
Ümit, biz tanışalı heralde 10 yıl oldu, Aslıhan Pasajı’ndaydın o zamanlar. Ama öncesi de var… Anlatsana biraz, kaç yıldır sahaflık yapıyorsun ve nasıl başladın, biraz okuyucumuz da seni tanısın.
Seninle tanışalı on yıl olmuş, sen söyleyince fark ettim. Zaman çok hızlı akıp geçiyor. Tanıştığımızda mesleğe başlayalı iki sene olmuştu, tam anlamıyla çömezdim yani. Gerçi zamanla öğrendim ki sahaflıkta çömezlik bitmiyor. Ustalardan, meslektaşlarından, gelen okurlardan sürekli bir şeyler öğreniyorsun. Bir meslek büyüğümüz çıraklığının bittiğini yirmi beşinci senede hissettiğini söylemişti.
Hikâyemi kısa geçeyim: Tanıyan hemen herkes bilir, ben askerdim, astsubaydım, istifa ettim. Ordudan ayrılma koşulları zor olduğu için on beş senelik mecburi hizmetin bitmesini bekledim ve ayrıldım. Zaten Aslıhan Sahaflar Çarşısı'na gidip geliyordum, sahaf müşterisiydim anlayacağın. Tam o ara, tesadüf, şimdi iyi arkadaşım olan, zamanında çok şey öğrendiğim Ali dükkânını devrediyordu. Bu benim için büyük avantaj oldu tabii, geçiş dönemimi nispeten kolaylaştırdı. Ama bir dükkânı işletmeye başlayınca tezgâhın önüyle arkasının ne kadar farklı olduğunu, esnaflığın aslında nasıl zor olduğunu gördüm. Bizim mektupta da yazar, işimiz körler ülkesinde ayna satmaya benziyor. Öte yandan kiralar, ağır vergiler işin o hep olması gereken romantizmini de süpürüyor.
“Romantizmi süpürüyor” derken benim de gözlemim bir yandan çok özenilen, diğer taraftan da hep tereddütte kalınan bir meslek sanki sahaflık. Hep kitapların içinde olmak güzel, ama online kitap satış sitelerinin çok artması, kitap okuma alışkanlığının değişmesi gibi nedenlerle de eskiye kıyasla bu işi yapmanın koşulları daha mı güçleşti sorusu var, ne dersin?
Yaşadığımız dijital çağ da eski kitap alım satımını zorlaştırıyor. Buna hem e-kitabı, hem benzer basılı olmayan unsurları, hem de basit ve hızlı üretilebilmesi bağlamında korsan kitabı ekleyebiliriz. Korsan üretimler dışındaki kitaplara insanların ulaşması ve yararlanması elbette güzel bir şey ama öte yandan bizim açımızdan alan daralıyor. Buna internetten satış sitelerini de ekleyebiliriz. Dolayısıyla birebir temas, ilişki ve dükkândan satma gibi gerekleri olan bizleri elbette zorluyor. E-ticaret kısmına hızlı reaksiyon gösterdiğimizi ve bu bağlamda satış olanağı bulduğumuzu söyleyebilirim. Hatta kimi zaman lehimize bile sayılır. Ticari bulunmadığı için yeniden basılmayan, e-kitabı olmayan kitapları ülkenin hatta dünyanın her tarafındaki araştırmacılara, akademisyenlere, ilgililere ulaştırma olanağı buluyoruz.
Tabii başka güncel, ülkenin hâllerinden kaynaklı sorunlar da var. Eski dükkân Beyoğlu’ndaydı, malûm. Görünürde Gezi Direnişi'nden önce başlayan ve gittikçe artan Beyoğlu'nu kültürel unsurlardan kopartma politikaları epey başarılı oldu. Görünürde diyorum, çünkü esas mesele her yirmi-otuz yılda bir Beyoğlu'nda uygulanan büyük sermaye/gayrimenkul değişimlerinin bir parçası. Yirmilerde, ellilerde, seksenlerde olduğu gibi. Bu değişimin bir parçası olarak Gezi'den sonra Beyoğlu ıssızlaştı; sinemalar, tiyatrolar, kültür merkezleri kapandı ya da taşındı. Buralara gelen ve aynı zamanda bizim okurumuz da olan insanların başka yerlere kaymasıyla da gündelik olarak faaliyetlerimizi yürütmemiz neredeyse imkânsızlaştı. Çünkü her ne kadar dijital çağa adapte olsak da okurumuzda da bizde de yüz yüze ilişki alışkanlığı var.
Sen de "bir süre sonra" yolunu İzmir'e düşürenlerdensin… Henüz açılışında dükkana gelmiştim, tarihi bir köşkün giriş katında "çok keyifli bir yer olmuş, uğrak yerim olur" diye düşünürken, bu salgın meselesi girdi araya.
Dediğin gibi tam da bu dönemde, biraz da ailevi sebeplerle dükkânı kapatmak zorunda kaldım ve bir seneyi aşkın Manisa'da yaşadıktan sonra İzmir'de dükkânı açmaya karar verdim.
Evden satış yapmak, maliyetleri en aza indirmek elbette mümkündü ama ben de insanlarla teması, dükkâna gelenlerle muhabbeti seviyorum. Öbür türlü dijital al-ver ilişkisi bana hitap etmiyor. Ocak ayında İzmir-Küçükyalı'da büyük bir tesadüfle ve uygun koşullarda kiraladığım bu eski köşkün giriş katında hayal ettiğim, planladığım işlerimi yaparak, sahaflığı zevkle sürdürürüm diye düşünürken bu küresel salgın patladı. Bu da benim şanssızlığım!
Sahaf Kolektifi açıklaması hayli dikkat çekti. Buna açıklama değil de, "mektup" demek belki daha doğru olur. Çünkü herkesin kendine sahip çıkması için bir 'yetkiliye' seslendiği bugünlerde siz doğrudan okurlara, müşteri de değil, dostlarınıza seslendiniz "sahafınıza sahip çıkın" diye…
Sahaflar olarak bir süre salgının şaşkınlığını yaşadık elbette. Bunu herkes yaşadı. Daha sonra camiamızın küçüklüğü, iki ayrı dernek çatısı altında olsa da örgütlü olmamız gibi avantajlarla organize olduk, Sahaf Kolektifi adı altında bir araya geldik ve malum duyuruyu, senin güzel tabirinle mektubu yayınladık. Bizim işimizde bir süre sonra alıcı-satıcı ilişkisi yerini ahbaplığa, arkadaşlığa bırakıyor, bunun rahatlığıyla durumu ortaya koyan bir mektup yazdık. Esasen "yandık, yıkıldık, mahvolduk" duyurusu değil bu. Bu sadece kargaşanın içinde unutulmama, ihmal edilmeme talebimiz. Yoksa işini kaybeden işçiler, dükkânını açamayan ve e ticaret kapasitesi olmayan küçük esnaf, varken "En çok biz mahvolduk, bize yardım edin!" demek hadsizlik olur.
Basitçe ticarethane gibi görülecek bir iş değil bu, kamusal hizmet sınıfına giren bir tarafı da var. Dolayısıyla belediyelerden ya da başka bir kurumdan sesinize kulak kabartan oldu mu diye yine de sormak istiyorum..
Bu bağlamda belediyelerden de beklentimiz çok düşük. Salgınla mücadele öncelikleri ve oraya yönlendirmeleri gereken gayet kısıtlı bütçeleri var, talep etmek doğru olmaz. Ama elbette bu dert geçtikten sonra toparlanmamız için festival düzenlenmesi gibi katkılarını bekliyoruz, bekleyeceğiz. Kaldı ki hâlâ okurla ilişkimizi sürdürebileceğimiz kanallar var ve bunları kullanmaya -en azından dükkânlara dönene kadar- devam edelim istiyoruz. Bir yandan da asıl talebimiz büyükşehirlerde günübirlik yaşayan ya da taşrada zor koşullarda inatla ve tutkuyla bu işi sürdürmeye çalışan arkadaşlarımızı kaybetmeden, salgını en az kayıpla ve hasarla atlatmak. Bir kısmımız bu süreçte idare edebiliriz, salgın dönemini az kayıpla atlatabiliriz fakat atlatamama ihtimali olanlar var. Çabamız biraz da bu arkadaşlar için. Dediğin gibi işimizin kamusal bir yanı da var, diyelim Burdur'da ya da Van'da tek sahaf var ve bu salgında iflas etti. Bu bence İstanbul'daki eksilmeden daha ciddi ve üzücü sonuçları olan bir durum. O yüzden kolektife Samsun'dan, Bursa'dan, Antalya ve civarından arkadaşları da ekleyerek; aramıza plakçıları, antikacıları da alarak bütüncül hareket etmeye çalışıyoruz.
Neler yapıyorsunuz bu süreçte?
İşe duyuru/mektupla başladık. Peşinden Sahaf Kolektifi adıyla açtığımız sosyal medya kanallarındaysa içerikler üretiyoruz. Daha evvelden festivallerde yaptığımız söyleşilerin, dükkânlarda yaptığımız muhabbetlerin benzerlerini buralara ekliyor ve bilinirliğimizi sürdürmeye çalışıyor, heybemizdeki bilgilerden aktarmaya devam ediyoruz. Bu arada kendi içimizde de uzaktan -hizmet içi- eğitim benzeri işler yapıyoruz. Salgının devam edeceği varsayımıyla, yakında doğrudan satış yapabileceğimiz, aracısız mecralar oluşturacağız. Bir yandan da çağrıya uyup bizi fark eden, hatırlayan ya da bir kadirşinaslıkla destek olmak isteyen okurların telefonla, mesajla ulaşması sayesinde ufak tefek de olsa satış yapmaya devam ediyoruz. Bu ivmeyi sürdürmek, şu dönemi hasarsız atlatmak için uğraşıyoruz. Okurlarımızın da desteğiyle, salgın geçtikten sonra, hazırlıklarına evvelden başladığımız eğitim programlarıyla eksiklerimiz kapatacak, yine festivaller yaparak okurlarla buluşmaya devam edeceğiz. Bir yandan da hem dijital çağa hem de evrimleşip yeniden karşımıza çıkacak bu virüs veya türevlerinin yaratacağı yeni karantina günlerine hazırlık yapmamız gerekiyor.
Peki sahaf dostlarının bu süreçte yapabileceği neler var, son olarak ne söylemek istersin?
Bu dönemde dostlarımızdan beklentimiz bizimle ilişkilerini kesmemeleri. Şu dönem zaten okuyan insanların okumaya devam ettiği, okumayanlarınsa okuyormuş gibi yapıp -eskisi gibi- fotoğraflar paylaşmaya devam ettiği yani aslında hâlâ kendi küçük okur-yazar-satar evreninde yaşadığımız bir dünya. Dolayısıyla okur dostlarımız önceliği bizlere ve küçük/butik yayınevlerine versinler. Yeni kitaplardan evvel öncelikle ikinci eline baksınlar, böylelikle farkında olmadan geri dönüşüme ve karbon ayak izinin azaltılmasına da katkı verecekler.
Bir de bu karantina zamanlarında kitaplıklarını düzenleyen, fazla gördüklerinden "kurtulmaya" çalışanlar sahaflara ulaşsınlar. Şu dönem az da olsa kitap sattığımız ama kitap alamadığımız bir dönem, bunu telafi etmek için yardımcı olabilirler.
Bu salgın elbet geçecek. Yeniden dükkânlarımıza döneceğiz, ahbaplarımızla buluşacağız. Bu yaşananların, içinde yaşadığımız sistemin krizinin bir parçası olduğunu da unutmadan yeni bir döneme belli aralıklarla tekrarlanacak bu döngüye hazır olmamız gerekiyor Görüldü ki böyle karantina dönemlerinde yanımıza kültürel unsurlar dışında bir şey alamıyoruz. Yoldaşımız biraz kitap, biraz film, biraz müzik.
Elbet yakında dükkânlarımızda, çayımızla, kahvemizle, muhabbetimizle ve elbette bizleri birleştiren kitaplarımızla buluşacağız!