'Halkın çıkarı için kavga edersen kazanırsın'

Kadıköy'ün bir önceki Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu hem bu önemli ilçedeki dönüşüm sürecini, hem de bu dönüşüm karşısında halkın çıkarlarını korumak adına yapılması gerekenleri anlattı.

Gamze Erbil

Halkın çıkarlarını tehdit eden bir dizi dönüşümün gündemde olduğu İstanbul Kadıköy’de yerel yönetimlerin ve siyasi partilerin bu konudaki tutumları da önem taşıyor. Son olarak Kalamış Marina gündemi üzerinden görüşlerine başvurduğumuz eski Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, kendi dönemlerinde bu dönüşümle ilgili yerel yönetim olarak neyi önemsediklerini anlattı. Nuhoğlu, halkın katılımıyla ve onun çıkarına atılan her türlü adımın kamuya zararlı projelerin hayata geçirilmesini engelleyebildiğini ve bunun için mücadelede yeterince güçlü olunabildiğini vurguluyor.

Kadıköy’ün önceki dönem belediye başkanı olan Aykurt Nuhoğlu, Kadıköy’de yaşanan dönüşüm sürecine ilişkin yaklaşımlarını vurgularken halkla birlikte ve halkın çıkarları için mücadele edildiğinde bunun meşru gücü karşısında neredeyse kimsenin duramadığını anlatıyor. Hukuki süreçlerin -iyi yönetildiğinde- sonuç almak için yeterli bir zemini oluşturduğunu savunan Nuhoğlu; Kalamış Marina, Haydarpaşa gibi bir dizi proje sözkonusu olduğunda bunları durdurmanın/düzeltmenin olanaklılığına işaret ediyor. Ancak son dönemde siyasi partilerin hep birlikte “cumhurbaşkanlığı gündemi”ne kilitlendiğine dikkat çeken Nuhoğlu, bunun gerçek sorunları gözden kaçırdığını, yerel mücadelelerin geri plana itilmesine neden olduğunu söylüyor.

Aykurt Nuhoğlu tüm partilerin giderek birbirine benzediğini, merkeziyetçi bir yapılanmaya yöneldiğini, halkın gerçek sorunları yerine mevcut haliyle yanlış yürütülen “cumhurbaşkanlığı” tartışmasını yaptıklarını ve bunun sebebinin de sistemle ilgili ortaklıkları olduğunu söylüyor. Türkiye’nin temel sorununun yolsuzluk olduğunu söyleyen Nuhoğlu sistemi masaya yatırmadıkça, cumhurbaşkanı değişikliğinin sorunları çözmeyeceğini; cumhurbaşkanlığı tartışması da yürütülecekse aday belirleme süreçlerinden programına halk katılımı sağlanarak yapılmasının anlamlı olduğunu vurguluyor.

Kadıköydeki dönüşümün önemli bir evresinde görev yaptınız, sizden önce başlamıştı ve hâlâ devam ediyor. Bugün gündemdeki sıcak başlıklardan biri Kalamış Yat Limanı’nın dönüşümü ve ihale süreci. Bu süreçlerde yerel yönetim olarak nasıl tercihler yaptınız ve bugün gündemde olan başlıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kalamış Yat Limanı, Özelleştirme İdaresi’nin yapmaya çalıştığı bir ihale. Bildiğim kadarıyla daha ihale süreci sonuçlanmadı. Yat limanı sadece Kadıköy Belediyesi’nin değil, aslında Büyükşehir’in de ilgilenmesi gereken bir sorun. Siyasi partilerin hem meclis üyelerinin, hem milletvekillerinin ilgilenmesi gereken bir sorun. Kalamış Yat Limanı’yla ilgili sadece Belediye Başkanı’nın bir açıklamasını duydum. Ama yasal olarak mesela, ilâna itiraz etmeleri gerekiyordu. Ettiler mi, bilmiyorum.

İmza kampanyası oldu, Şerdil Bey’in de tabii önerileri. İhaleye girmesi çok gerçekçi değil belediyenin, iki milyarlık bütçesi yok. Belediye aslında olmayan şeyleri hayata geçirir. Marinayı işletmek ticari bir iş. Şu anda öyle bir yükümlülük altına girmesi doğru değil. Artı yasal olarak da, belediye o ihaleye giremez.

Ama bu biraz belirsiz kaldı. Belediyenin ihaleye girmesi engelleniyormuş gibi oldu.

Ben şöyle bakıyorum. Haydarpaşa’da yaptığımız da oydu. O şekilde hepsinde başarılı olduk. Birincisi, hukuki sürecin çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Siz yasal haklarınızı, gücünüzü kullanmalısınız. En önemli güç, sonuçta yasa gücünü halktan alıyor. Bu güç sizde. Siz bu gücü kullanmalısınız.

Bu güç nedir? Sadece itiraz anlamında değil. Bu projeyi imzalamama hakkına sahipsiniz, siz imzalamazsanız bir ay sonra bakanlıktan bunu imzalayabilirler. Ama siz bunun hukuki anlamda doğru olmadığını düşünüyorsanız, bütün itirazlarla ilgili yasal süreçleri sonuna kadar kullanacaksınız. Yani yönetmeliklerden ve kanunlardan gelen hakları. Bu haklar da az haklar değil. Oturup bunlara baktığınız zaman bir projeyi çok uzun süre tutabilirsiniz. Haksız bir uygulama yapılıyorsa, sizin de engellemeye hakkınız var.

Sizin döneminizde Kalamış Yat Limanı’yla ilgili neler yaşanmıştı?

Bu bizim önümüze geldi 2014’ten sonra, geldiği andan itibaren biz bu süreci yönettik ve bu ihale iptal oldu o zaman. Koç grubu da sözleşmeyi imzalamadı, ondan sonraki firmalar da imzalamadı.

Bizim iddiamız şuydu: Kalamış Yat Limanı mevcut haliyle yenilenebilir, bunu ortadan kaldıralım demiyoruz. Ama bunun büyütülmesi doğru değil. Esas iddiamızın merkezinde bu vardı. Sonuçta bu araziyi, o dolgu alanını vatandaş yeşil alan olarak ve bisiklet ve yürüyüş güzergahı olarak kullanıyor. Vatandaşa ait olan bir alan. Hatta bu alanın bir kısmını oradaki mahalleler otopark olarak da kullanıyordu. Bana göre otopark olarak bile kullanılmaması gerekir.

Yeni planda özellikle marinanın girişinde, soldaki otopark dahil olmak üzere, Fenerbahçe ve Kalamış Marina’nın tam köşede birleştiği alan, her ikisi de inşaat alanına alındı. Mendirekler büyüyor, deniz kısmı büyüyor. Bu mevcut halinden yaklaşık yüzde 50 daha geniş hale geliyor. Hem denizde, hem karada büyüyor. Turizm tesisleri yapılıyor, yeme içme yerleri yapılıyor. Tüm bunların hepsi biraraya geldiği zaman, vatandaş o sahili bir daha kullanamaz. Bunun örnekleri var başka yerlerde. Niye vatandaş firmanın iznine tabi olsun.

Bu ihale sürecinin bana göre üç tane engeli var. Bir hukuki süreci var, ki buranın ÇED raporu yok. Burası Fenerbahçe, birinci derecede arkeolojik Sit alanı, burası ikinci derece doğal Sit alanı, üçüncü derecede arkeolojik bir alan. Burada inşaat yapılmaması gerekiyor, bütün bu coğrafyada.

Bu hukuki durumu, mevcut kanunlar ve yönetmeliklere uygun değil, uyduruyorlar. ÇED raporu olmadan ihaleye çıkartılmaması lazım. “İhale ilanına itiraz etmek” derken anlatmak istediğim şey bu. Birincisi baştan “bunu ihaleye çıkartamazsınız” diye itiraz edilmesi gerekiyor. Belediye herhalde itiraz etmişti, bu plan sürecindeki itirazın da mahkemeye taşınması gerekiyordu. Kamuoyunun sürekli gündemine getirilmesi gerekiyor.

Beni mesela en çok rahatsız eden noktalardan bir tanesi, bir sürü milletvekili, hiç kimse ilgilenmiyor bu konuyla, Kalamış’la. Aslında şu anda ülke parlamentosu, ülke siyaseti, soldakiler de dahil olmak üzere bu tür konularda çok liberalleşti.

Şimdi nedendir bilmiyorum, Kalamış Yat Limanı’nı Koç grubu aldı diye mi bilmiyorum, bir tek parlamenter ses çıkartmıyor, böyle bir dünya var mı? Büyükşehir Belediyesi nasıl ses çıkartmaz? Ben bir gruba, şirkete karşı olduğum için bunu söylemiyorum. Aslolan halkın çıkarlarını korumak. Koç grubunun kaç tane avukatı var biliyor musunuz? Binlerce avukatı var, o kendi hakkını korur. Peki, vatandaşın kendi hakkını koruyabileceği bir örgütlülüğe sahip miyiz şu an? Öyle bir örgütlülüğümüz olsaydı, marinayı büyütebilirler miydi? Daha o ilk zamanda yapamazlardı.

Kalamış koyunun ilk haline baktığınız zaman, o sahilde insanlar yüzebilir; orada deniz sporları yapabilir; teknesiyle, küçük kayıklarla kürek çekerek hem spor yapıp hem eğlenebilir. Bir sürü aktivite yapabilirdi vatandaş. Şu anda vatandaşa kalan alan Kurbağalıdere’nin çıkışı, orada da denize girebileceğiniz bir alan yok. Vatandaşa tamamen kapatıldı, şimdi bu doğru değil ki. Marina’yı kaç kişi kullanıyor, koy olsaydı kaç kişi kullanacaktı? Marina olmasaydı orada, orası şu anda en çok kullanılan yer olabilirdi, plaj olabilirdi. Geçmişinde plaj da var oranın.

Doldurulmadan önce çok tercih edilen bir kumsal aslında Kalamış…

Kalkedon olan yerin önü plajdı. Ben orada 76’da yüzdüm, lise öğrencisiydim, hatta üniversite imtihanına hazırlanıyordum. Kitaplarımızı, defterlerimizi alıp giderdik. Sahil halka ait değildi o zaman da denize paralel geçişler olmadığı için, kötü planlanmıştı. Dalan döneminde yolun açılmasıyla beraber vatandaş daha çok kullanmaya başladı. Ama bunun bir sınırı olması lazım, bundan sonra yapılaşma olmaması lazım.

Siz görev döneminizde Haydarpaşadaki restorasyon projesi konusunda hayli titiz davrandınız ve projeyi uzun süre imzalamadınız. Haydarpaşada ne olduğunu anlatabilir misiniz?

Haydarpaşa’da geldiğimiz zaman bizden önceki belediye başkanı Haydarpaşa projelerini imzalamıştı. Sonra bu projeler belediyeden Anıtlar Kurulu’na gitti. Anıtlar Kurulu projeleri tasdik etti ve projeler bizim önümüze geldi. Biz o projelere bakınca, bunların orijinal halinde olmadığını gördük.

Nasıldı, ne vardı?

Ne vardı, bir asansör vardı, çatıda kafeterya tabir edilebilecek bir alan oluşturdular. Ön tarafta kanape koydular. Kanapeler de çok dokuya uygun değildi. Biz bu projeyi, Anıtlar Kurulu’na itiraz etmekle başlayarak, yaklaşık iki yıla yakın imzalamadık. Şunu da yapmadık, projeyi iade de etmedik. İade etsek, bakanlıktan alabilirler ruhsatı. İnsanlar orada direniyor. Burada hem o insanlarla görüşmeleri devam ettirdik. Hem de hukuki süreçteki itirazlara devam ettik. İki yılın sonunda, -üstü de yanınca binanın kamuoyu baskısı da oldu, bir an önce restore edilmesi gerekir, diye- projeleri orijinal hale getirtip o şekilde imzaladık, restorasyon başladı. Henüz bitmedi ama.

Kazı ve restorasyon devam ediyor, ne zaman biteceği belirsiz” deniyor. Teknik olarak iki yıllık bir süreç olduğu söyleniyor.

Kazı da devam ediyor, bir kent var onun altında. Burada tüm bunları birlikte düşünerek proje yapılması gerekiyor.

Ulaşım hattından çıkardılar orayı, son aklımda kalan, oraya sadece trenlerin park yapacağı bir yer olarak görüyorlar. Çünkü öyle bir noktaya getirdiler ki, Marmaray yapılış itibariyle oradan teğet geçiyor. Şu an ulaşımla ilgili bir mesele kalmadı. Orada yaklaşık 300 dönüm üzerinde arazi var. Orayla birinci ordunun arazisini birleştirdiğin zaman herhalde 1000 dönüme yakın bir arazi. Çok büyük bir arazi. Bütün arazileri birleştiriyor, vatandaşın kullanımına yönelik değil, buraları arsa olarak görüyorlar.

Haydarpaşayla ilgili öncesinde de çok fazla spekülasyon vardı, oranın ranta açılması hangi biçimde olacağı konusunda. Sağlık turizmi için bir düğüm noktası olmasından bile bahsediliyordu, bölgedeki hastanelerin varlığı düşünüldüğünde… Ne kaldı?

Şu anda hepsi durdu. Uluslararası pazarlarda sunulan görseller vardı, Üsküdar tarafıyla beraber planlar yapılmıştı. Sonra çok fazla karşı çıkılınca, biz de çok karşı çıkınca üzerine gidemediler. Vatandaş devreye girdiği zaman bence çekiniyorlar.

AKP halkın duyarlılığından, tepkisinden korkuyor. Bunu ben şöyle yaşadım. Burada mesela, bizim dönemde hiç yoğun bir tartışma olmadı. Hiçbir projeyi geçiremediler. Sahildeki cami de dahildir buna, şu anda hiç konuşulmuyor.

Sahilde dolgu alanı üzerinde yapılması planlanan cami vardı. Bizim açtığımız davada belediye kazandı ve onu engelledik. Bu yönetimden önceki AKP yönetimi, oradaki camiye ruhsat vermişti. Bizim açtığımız dava kazanıldı ama ne olduğuyla ilişkili henüz hiçbir açıklama yapılmadı. Normalde Büyükşehir Belediyesi’nin caminin ruhsatını iptal etmesi gerekiyor, o mahkeme kararına göre.

Peki Haydarpaşanın bundan sonraki süreçte de korunması gerekecek değil mi?

Haydarpaşa sadece Kadıköy’e, İstanbul’a ait bir yer değil. Haydarpaşa bana göre, Türkiye’ye ait bir yer. Herkesin dedesinin, babasının, nenesinin bir hikayesi var. Bir geçiş yeri. Biz orada iki tane büyük fuar yaptık, insanların ağladığını gördüm. İnsan fuarda ağlar mı? Haydarpaşa’da herkesin bir hikayesi var.

Bütün insanlar Anadolu’dan oradan gelmişler. Bu da uzun bir dönem. Karayolu dediğimiz olayın gelişmesi, 50’lerden 60’lardan sonra. Hatta karayolunun gelişmesinden sonra, orası yine devam etti. Biz 90’larda Ankara’ya giderken trenle giderdik, trenle gitmenin ayrı bir keyfi vardı. Restoranlar da içkiliydi o zaman.

Bugün projeler iptal edildi ama yine de Haydarpaşa için takipte olmak gerek herhalde, zamanında yapılan eylemler ve sahip çıkma kararlılığı sayesinde bu noktaya gelindi sonuçta.

Şimdi siyasette son on yılda bu kamusal alanlarla ilişkili meselelerde sadece aktivist görüntüsü vermek yeterli görülüyor. Sadece gelip fotoğraf çekilip gidiyorlar. Burada bir sessizlik var, özellikle son bir yıldır. Eski hareketlilik yok. Şimdi ülke tamamen bir cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş. Bütün televizyon-basın bunu tartışıyor. Hayat devam ediyor oysa.

Kalamış Marina sözleşmesi imzalanıp otel yapılacak; orada, dükkanlar yapılacak, yeme-içme yerleri yapılacak; insanlar bundan sonra mı ayağa kalkacak? Ondan sonra kimsenin bir şey yapmasının faydası yok. Sözleşmeyle devam eden bir şeyin geri dönmesi çok kolay değil. Buna zamanında itiraz edilmesi gerekiyor. Proje ortaya çıktığı anda bununla mücadele edersek başarı şansımız yüksek.

Şimdi bütün alan sosyal medya. Herkes sosyal medyada bir alan yaratmış, orada tüm faaliyetlerini göstermeye çalışıyor. Gerçekle, yaratılan alan aynı değil. Bence halk yanıltılıyor. Sonuçta yaşadığınız yerde, vatandaşların ihtiyaçlarına çözüm getirmek için giriyorsunuz yerel yönetime. Hem belediye başkanı olarak hem belediye meclisi olarak giriyorsunuz. Sizin işiniz geldiğiniz noktada yaşamın kalitesini yükseltmek. Eğitiminden sağlığına, parklarından-yeşil alanlarından ulaşımına kadar çok fazla alanda görev düşüyor. Bu görevleri yapmanız için, sabah kalkıp geldiğiniz zaman kafanızda hep bunların olması gerekiyor. Ben şimdi sosyal medyada video/fotoğraf paylaşmaya zaman ayıran birisinin bunları düşünmeye zamanı olacağını zannetmiyorum. Böyle bir zaman yok. İkisinden birin tercih edeceksin. Burada müthiş bir çelişki var. Basın da aynı yolu takip ediyor, onlar da gerçekle ilgilenmiyor.

Sizin Kadıköy belediye başkanlığı döneminde en çok zorlandığınız başlık ne oldu, sıkıştığınız bir başlık ne oldu?

Zorlandığımız, ben öyle zorlandığımız bir şey olduğunu düşünmüyorum, neyi kafamıza koyduysak yaptık. Sen doğru bir şey yaptığında, kendi gücünü kullanırsan ve yapmak istediğin şey halkın çıkarına olursa seni kolay kolay kimse engelleyemez.

'Kavga edeceğini hissettirmezsen elindekini alırlar'

Halk yararına bir şeyler yapıldığında kimse engelleyemez dediniz. Ama yaygın söylem artık tekleşmiş/hatta kişiselleşmiş bir iktidarın büyük bir güç birikimiyle her şeye muktedir olduğu ve ona rağmen hiçbir şey yapılamayacağı yönünde?

Doğadaki meşhur kural var ya: Hayvanlar birbirleriyle kavga etmezler. Etmemelerinin nedeni, birbirlerini yaraladıkları zaman yaşamlarını devam ettiremezler. Zorda kalınca, aç kalınca kavga ediyorlar. Siyasetin temeli de bunun üzerine kuruludur, eğer dişini göstermezsen ve kavga edeceğini hissettirmezsen elindekileri alırlar.

Bizim de elimizdekileri aldılar, şu başkanlık sistemi dahil olmak üzere. Bütün o demokratik hakların alınması, bir sürü gazetecinin hapiste olması…

Peki neden kavga edilmedi, bu siyaset kültürüyle ilgili bir sorun mu?

Kavga edilmemesinin nedeni, sistemden beslenmeleri. Ortadaki sistem herkesin işine yarıyor. Türkiye’nin temel problemi yolsuzluktur, bana göre. Yolsuzluk, konuşulmuyor da hiç Türkiye’de. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre, dürüstlerden başladığınız zaman 90’ıncı sıradayız. Yolsuzluk şu anda Türkiye’de iktidar.

İstanbul’u düşünün; İstanbul’daki tüm bu gökdelenleri. Zeytinburnu, Bakırköy’ü, Mecidiyeköy’ü… Bunlar böyle yapıldı. “Yaptırmayacağız, ettirmeyeceğiz” diye vatandaş mücadele ediyor, canı çıkıyor. Validebağ’da bekliyor, orada bekliyor, burada bekliyor. Ama işte bunlar yapıldı. Bu şehrin nüfusu, 1994’te AKP’liler geldiği zaman 7 milyon kadardı. Şu anda 16 milyonun üzerinde. Kent büyütülüyor. Bu süreçte Büyükşehir’den geçen meclis kararlarına baktığın zaman oradaki imzalarda bir sürü ortaklık görüyorsun. Şimdi problem burada. Bunlar tartışılmıyor.

Sadece “Cumhurbaşkanı kim olacak?” Cumhurbaşkanının değişmesi, bu ülkenin bütün bu sistemini mi değiştirecek? Bu şunun gibi, “Adam değişsin ama hiçbir şey değişmesin” gibi. Bence sistemin kendisini sorgulamak gerekiyor. Problem bu. Hiç vatandaşların görebileceği bir aydınlık yaratılmıyor.

İnsanlar çok bunalmış durumda ve mevcut siyasette bu durum istismar ediliyor… Halkın o tepkisi, iradesini sadece AKP olmayan bir şeye emanet etmesi olarak kurgulanıyor. Kendi çıkarlarıyla örtüşen bir şey değil. Bu haliyle istenen yöne çekilebilen, istismar edilen bir tepki.

Hırsızlık, yolsuzluk bile önemli değil, bu gitsin diyor. Bırak diyor, hepsi kalsın, kim çalarsa çalsın diyor. Yeter ki bundan kurtulalım. Tamam bundan kurtulalım, ben de kurtulalım istiyorum. Bunların yaptığı kötülük, tahribat, insan açısından, canlılar açısından, ekonomik açıdan… büyük felaket. Ama arkadaş bu sistemin kendisini sorgulaman lazım. Kendini sorgulamadığın zaman yeni gelen de aynı sistemi daha güçlü bir şekilde devam ettirecek.

Belediye başkanları toplantısında, Genel Başkan’ın da katıldığı, dedim ki “Türkiye’deki sosyal demokrat belediyeler, kamu arazilerinin satılmaması konusunda prensip kararı alalım ve toplumla paylaşalım”… Satılmasın kamu arazileri. Hiç duymadılar bile.

Biz şimdi Validebağ’da bir tarafız. Aslında bizim bunun bütününde bir taraf olmamız lazım, sadece Validebağ değil ki. Şimdi Validebağ bize bir alan olarak geliyor; dönem dönem geliyor, müdahale ediyor, çatışıyoruz orada. Yahu arkadaş, biz Validebağ’ın ötesine geçelim, bu ülkeyi yönetelim. Bu ülkeyi yönetmenin yolu da, farklılığımız olması lazım. Vatandaş bize oy verecekse bizi gerçekten farklı görmesi lazım. Şimdi kamu arazileri satılmayacak diye CHP bir karar alsa tüm belediyelerde ve bunu uygulasa bu nedir, halkın gözünde ciddi bir güven olayıdır. “Bak, bunlar prensip haline getirdiler, kendileri de bunu yapmıyor”… dediği andan itibaren partinin halktaki itibarı artmaz mı?

İnsanları yordular. Sizi iki tercihten birinin taraftarı yapmaya çalışıyorlar. Ve taraftar yaptılar şu anda. Şimdi ben zaman zaman yazı yazıyorum, bana kızıyorlar. CHP’yi eleştirdiğim zaman. Aslında CHP’yi şöyle eleştiriyorum -ben CHP üyesiyim- diyorum ki, milletvekillerine, belediye meclis üyelerine, belediye başkanlarına üyeler karar versin. Ankara’dan başkanlık sistemi gibi atama yapma, senin farkın olsun. Sen sol bir partisin. İttifak yapmak istiyorsan da, -ki ittifak geçici bir şeydir- yapacağın zaman onu da konuş. Ama ittifak yapacaksan da burada adayları hep -Macaristan’daki gibi- parti üyeleri belirlesin. Diğerlerinin üyeleri de oy versin. En geniş halk kesimlerinin yani seçmenlerin katılımıyla belirlensin adaylar.

Artı, kim cumhurbaşkanı olacak diye günlerce tartışılacağına çıksın insanlar aday olsun. CHP’nin şu kadar üyesi var, diğerinin bu kadar. Kendilerini tanıtsınlar bu üyelere, ülke için ne düşündüklerini anlatsınlar. Biz de bilelim, ona göre tercih kullanalım “kim olacak cumhurbaşkanı” diye. Kim olacağı sanki muamma.

Bakın bu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ben nasıl duydum biliyor musunuz? Pazar geziyordum, bir tane kadın geldi yanıma “Siz kimsiniz ya, utanmıyor musunuz, terbiyesiz herif” dedi. Yüzüm, gözüm kıpkırmızı oldu. Niye bana bağırıyor, benimle ne işi var? Ama nasıl sert bağırdı. Hiçbir şey diyemedim. Pazar geziyoruz, denetleme yapıyoruz. Sonra “Ne oldu” dedim. Kadın sinirlendi gitti. Bağırdı; çekti gitti. Sonra öğrendik ki, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığıymış.

Şimdi, kadın kabul etmiyor. Sen kadının düşüncesini ciddiye almak zorundasın. Sen onu temsil ediyorsun, sen kimsin ki sana oy veren milyonlarca seçmenin düşüncesinin dışında bir aday getirip emrivaki yapıyorsun. Sen kendinde bu yetkiyi nereden buluyorsun?

O düzlemde siyasetin dinamikleri farklı işliyor ama, orada halkın temsili gibi bir dert” yok.

Benim söylediğim basit. Siyasetin kendini temizleyebileceği tek bir şart, halkın en geniş katılımıyla bir temsiliyet sağlanması. Değişim; insan değişimidir, düşüncelerin değişimi değil. Çünkü aynı insan farklı düşünceleri söylese de, çok öyle olmaz. Ama insan değişimiyle beraber düşünce değişimi oluyor. Onun için insanlar gelecekler, oy verecekler ve kendi yöneticilerini kendileri seçecekler. Atamayla gelmeyecek, bu kadar basit. O kadar yazılıyor, çiziliyor ama işin özü bu. Avrupa’da bu şekilde, bir değişim sağlayarak kendilerini yeniliyorlar; ki orada da bir sürü problem var. Bunu hiç yapmadığın zaman, sürekli atama yaptığın zaman o kadar daralıyor ki. Şimdi Türkiye’de daralmasının nedeni o.

Şu anda kim cumhurbaşkanı olacak kararını kaç kişi verecek Türkiye’de. Diyelim kim veriyor? Ben size söyleyeyim. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri değil, Parti Meclisi üyeleri de değil. Onlar hep onay makamı olacaklar. Kim? Aslında o kadar az insan verecek ki bu kararı. Peki o kadar az insana 83 milyonun yetkisini niye veriyoruz?

Peki o kadar az insan neye göre karar veriyor?

Kendi çıkarı için.

Şimdi siz ya Türkiye’de sokakta halkla beraber olursunuz ya da güçlü odaklarla beraber olursunuz. Bunun arası yok ki.

Muğlaklaştırma, belirsizleştirme, her şeyin flu bırakılması genel olarak insanlardaki artık gitsin” huzursuzluğuyla örtüşüyor. İnsanlar da çok fazla detay aramıyor. Gitsin” demek yeterli.

Ama gitmiyor.

Ben şöyle bakmıyorum. Şu anda sorunu tek bir kişiye indirgemek, bir ülkenin sorununu, bence bizim önümüze doğru çözümler getirmez. “Sadece Tayyip Erdoğan bu kötülüğün kaynağı, bu bir sistem sorunu değil” dediğiniz zaman, bu sistemi çözemeyiz. Tayyip Erdoğan orada bir kaya gibi duruyorsa, belli çıkar çevrelerini temsil ettiği için duruyor. Bunlar da kimdir? Türkiye’nin kaymağını yiyen kesimdir. Büyük firmalardan ticaret yapan bankalara kadar, kendi çevresindeki Beşli Çete’ye kadar bilinen yapı. O yapı ve o yapının oluşturduğu güç bunu iktidar olarak tutuyor. Bir de uluslararası alandaki -neleri satıyor, neleri alıyor bilmiyorum ama işte Suriye belli, Irak belli- dış politikadaki dengelerdeki konumu. Sürekli bir şeyleri verdiğimizi düşünüyorum ben, anlaşmaları gizli yapıyorlar, ben dış politika uzmanı değilim ama... Sürekli kaybediyoruz. Siz eğer sistemi sorgulamazsanız, sadece bir tek kişiye bu işi bırakırsanız, biz daha önce Adnan Menderes için de aynı şeyi söyledik, Özal için de söyledik, Süleyman Demirel için söyledik, Mesut Yılmaz için söyledik… Ama hep değiştiler. Gelen gideni arattı, gibi bir hava oluştu, şimdi bunları kahraman haline getirdik.

Özal’ın mezarına gidiliyor. Biz Özal’dan nefret ediyorduk yahu, birden bire nasıl böyle sevimli oldu? Ben o günleri hatırlıyorum, 59 doğumluyum. Ben 92’de ilçe başkanlığı yaptım burada. Bu kişi, bu ülkede yolsuzluğun, rüşvetin, hırsızlığın resmileşmesini sağladı “benim memurum işini bilir” diyerek. Şimdi adamı kahraman yaptılar. Bu iyi, Menderes iyi, Süleyman Demirel iyi. Arkadaş bu ülkeyi biz mi bu hale getirdik?

Bu ülkeyi sol yönetmedi ki. Böyle bir dünya var mı yahu? Tamam küfredilmesin; ben de siyasi olarak taraflaştırma olsun demiyorum ama.

Biz sistemin kendisini hedef almalıyız ve sistemin demokratik bir yönetim modeline dönmesi lazım.

Bu tercihlerin CHPnin işine yaramadığını düşünüyor musunuz peki?

Seçmen müşteri değil, seçmen “ben bundan nasıl oy alayım” düşüncesi bana göre ahlaklı bir düşünce de değil.

Ama Türkiyede seçimler böyle yapılıyor…

Böyle yapıldığı için Türkiye sürünüyor. Bunu kim farklı yaptı, mesela Ecevit farklı yaptı. Ecevit’in döneminde camilerde namaza giderek poz vermedi. Yüzde 42 oyla aldığı sırada söylediği şeyler çağdaş, modern, hakların olduğu…

Tamam ama o zaman sol da bağımsız ve güçlüydü. Ecevit açısından gözardı edemeyeceği ölçekte. Şimdi CHP sola baktığında oradan çalacağı bir şey görmüyor ya da göremiyor…

Ecevit’in olduğu dönemdeki Türkiye’deki okur-yazar oranına eğitim oranına baktığınız zaman şu andakinden çok daha gerideydi. Ama Ecevit’i güçlü kılan aslında mevcutu kabul etmeyip mevcutun ilerisinde daha modern, daha halka yakın bir temsiliyet yaratması oldu.

Bunu yapmanın yolu halkın katılımını, temsiliyetini sağlamaktan geçiyor. Bunun için bu mevcut sistemi devam ettiremezler bunu söylemedikleri zaman. Bana göre yaptıkları şey doğru değil, sağ liberal politikalar. Şu anda AKP’liler marina için tek bir kelime söylemiyorsa, İyi Partililer, CHP’liler, Saadet de söylemiyorsa o zaman bir soru işareti var. O zaman fark kalmıyor, bütün siyasi partiler aynılaşmış. Kim buradaki vatandaşın hakkını savunacak. Tüm siyasal partiler birbirine benzemeye başlıyor. Hepsinin otoriter bir yapısı var, hepsinin merkezi bir yapısı var, lidere bağlı bir yapısı var.

Solda eleştiri mekanizmaları da kalmadı, susturuyorlar seni. Diyor ki, “AKP geliyor; canavar, seni kesecek”. Hep susup taraftar olmaya zorlanıyor insanlar.

Ama hep sistem sistem diyorsunuz ya, o kuralları/işleyişleri de o piyasanın görünmez eli” belirliyor. Kişilerin çok önemliymiş gibi göründüğü bu tabloda aslında kişiler o kadar da muktedir değil.

Kapitalizmi gücünüz şu anda değiştirmeye yetmeyebilir. Adil bir sistem değil. Ama kapitalizmde de yönetilecekse, herkesin yasalara eşit şekilde uymasını sağlayabiliriz. Demokratik bir işleyiş kazandırabiliriz. Dünyadaki bilmem kaç firmanın egemenliği var, bunlardan vergi alabiliriz.

Yani bunları hizaya getirmekten bahsediyorsunuz?

Benim vatandaş olarak sürekli yasa ensemde olacak, sen hiçbir yasaya uymayacaksın. Böyle bir sistem olur mu? Benim sistemdeki kastım bu. Bu sistem, kapitalizm öyle bir hale geldi ki, alternatifsiz; bir kuralsızlık haline geldi. Bu kuralsızlığın ortadan kalkması lazım.

Kapitalizmin alternatifi vardır, yoktur tartışması ayrı bir şey. Bana göre vardır alternatifi. Bunun tartışmasının ötesinde, yaşıyorsak, bir Anayasa varsa, uyulacak bu kurallara. Bu bizim hakkımız, yurttaş olarak hakkımız. Şu anda müthiş bir sistemsizlik var, eşkiyalık var.

Sizin programınız ne, onu soruyorum aslında?

Benim programım, benim bütün siyasal önceliğim, bu demokratik temsiliyet, halkın temsiliyle ilişkili; müthiş bir toplumsal güç oluşturulması lazım. Aşağıdan yukarıya baskı oluşturulması lazım ve bu siyasi partilerin ön seçim yapmalarının sağlanması lazım. Başlangıç noktası bu. Seçilecek olanların kendilerini anlatabilecekleri, kamuya tanıtabilecekleri alanların açılması lazım. İnsanlar bakacaklar, kimi seçiyoruz, meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili… onlara soru soracaklar ve bu iş konuşulacak. Kamusal alan, tartışmaların özgürce yapıldığı alanlara ihtiyacı var bu ülkenin.