Balaban’ın resimleri

'Resimlerinin yapısını içerikten yoksun oluşturmadı. Balaban’ın resimleri şiirseldi. Şairin umutlu şiirleri gibi umutlu resimler yaptı.'

FİDE LALE DURAK

Dün Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümüydü. Ölümünün üzerinden tam 60 yıl geçen usta, yaşamı boyunca elini değdiği her şeyi güzelleştirdi, değiştirdi. Bursa hapishanesinde İbrahim Balaban’la karşılaşmaları da Balaban için dönüm noktası oldu.

Balaban hapishaneye önce 16 yaşında kaçakçılıktan girer, cezasının bitimine az bir zaman varken içeride hasmını öldürdüğü için cezası uzar. Nâzım ile tanıştığında henüz 20 yaşında bir gençtir. Doğduğu kent olan Bursa’nın köyünde çobanlık yapmış, sonrasında tarım ve taş kırma işlerinde çalışmış, köy okulunda sadece ilkokulu bitirmiş, hiç resim dersi almamıştır. Balaban, Nâzım’ı resim yaparken izler ve çevresinden ayrılmaz. Bir süre sonra ustanın da dikkatini çeken bu genç hakkında Nâzım, Kemal Tahir’e mektubunda “ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim (…) Ben resim yaparken başımdan ayrılmaz, nihayet bir gün boya istedi, verdim ve ilk iş olarak aynada kendi resmini yaptı. İkinci portre bir şaheserdi ve şimdi üç aydır şaheser portreler yapmakla meşgul” diyecektir.

Nazım Hikmet, 1941, “Balaban’ın portresi”.

Balaban, büyük bir tutkuyla hapishanede mahpus portreleri yapar, desenler çizer. Ancak Nâzım’a göre, Balaban’ın çalışmalarının resme dönüşebilmesi için kompozisyon kurabilmesi, sanat tarihi bilmesi ve bir dünya görüşüyle içerik ile biçim arasındaki diyalektiği anlaması gerekmektedir. Ve böylece, yedi yıl sürecek marksizm, sanat, felsefe gibi derslerle Nâzım’ın tedrisatından geçen İbrahim Ali, herkesin tanıyacağı Balaban olur. Bunun kendisi de farkında olan Balaban, Şair Baba ve Damdakiler kitabında şöyle der: “Şair Babam’la ikimiz buluşmadan önce el yordamı ile arıyordum kendi kendimi karanlıkta”.

İbrahim Balaban, 1944, “Mapushane Kapısı”.

Balaban’ın resimlerine giderek anlatılar girmeye, kompozisyonlar ve kendine özgü biçimler oluşmaya başlar. 1944 yılında yaptığı Mapushane Kapısı resminde figürler dengeli bir üçgen oluştururlar. Portrelerin farklı yönlere bakışları ile bu üçgenin içinde farklı geometriler oluşur. Seyirci bakışları takip ederek resmin içerisinde gezinebilir ve bu da resme ayrı bir dinamizm katar. Arka tarafta yer verilen boynu bükük at, resimdeki duygusal havayı destekler. Kadınlar ve çocuklar, boynu bükük bir şekilde hapishane önünde sevdiklerini görmeyi beklemektedirler. Bu resmin ustalığı Abidin Dino’yu o kadar etkiler ki, 1950 yılında bir dergide resimden şöyle bahseder: “Mapushane Kapısı resminin önünde, Giotto’nun isminden başka bir isim gelmiyor akla. Resmin kuruluşu, yüzlerin özü, duruşlar, hepsi ezberimde. Balaban’ın resmi neden bu kadar yer etti bende?”

İbrahim Balaban, 2015, “Yaşamın Kendisi”.

Şüphesiz Balaban’ın hayatında Nâzım’ın yeri çok önemliydi ama onsuz hayatında da durmadı. Okudu, araştırdı, resimlerinde yeni teknikler denedi. Hem akademik eğitim almamış alaylı bir ressamdı, hem de Marksistti. Bu yüzden resimleri hakkında kavuşturmalara uğradı ve devlet galerileri resimlerini almak için hevesli olmadı. Ancak Balaban hayatı boyunca üretmeye devam etti. Binlerce desen ve resim yaptı, bunların yanında 11 de kitap yazdı. Dino’nun deyimiyle “elleriyle gören bir ressamdı”. Bildiği, öğrendiği hayat bakışını ellerinden tuvale aktardı. 95 yaşında yaptığı Yaşamın Kendisi resmini oğluna şöyle açıklar: “İzleyiciler iki kadın görecekler baktıklarında; biri ekin demetine, diğeri çocuğuna sarılmış emziriyor. Çok basit gibi görünüyor; fakat altında yatan şu felsefe var: Yaşamın iki temel dürtüsü. Çocuğuna sarılan geleceğine sarılıyor, diğeri ise ekmeğe yani yaşamaya sarılıyor”.

Balaban, resimlerinde insanları, doğayı, çevresine baktığında neyi görüyorsa ve ne düşünüyorsa onu ele aldı. Resimleri gerçekçiydi ama ne renkleri ne de biçimleri doğada bulunanlara benziyordu. Fantastik bir dünyanın alegorisi kadar renkliydi ama anlatısı hiçbir gerçek dışılık içermezdi. Diyalektiği iyi bildiğinden renk ve biçim arasında da bunu kurmuştu. Resimlerinin yapısını içerikten yoksun oluşturmadı. Balaban’ın resimleri şiirseldi. Şairin umutlu şiirleri gibi umutlu resimler yaptı. İyi ki yaptı…