'Ortaçağ karanlığına terk edilmiş Afgan halkıyla sözde değil gerçek bir dayanışma göstermenin bir yolu varsa o da ertelemeden, oyalanmadan ve azıyla yetinmeden sosyalizm mücadelesi vermektir.'

Afganistan’daki gelişmeler ve Rusya’nın konumu üzerine

Afgan kadınlarına ve sanatçılarına

Dünyanın gözü son birkaç haftadır Afganistan’ın üzerinde. Aslında geçtiğimiz on yıl içinde Ortadoğu’da öyle çok şey oldu ki, Afganistan’daki savaş gündemin geri sıralarına gitti; bu nedenle aniden her şeyin önüne geçeceğini tahmin etmek belki biraz güçtü. Şubat 2020’de ABD ve Taliban arasında yapılan çekilme anlaşması, Trump’ın bir seçim vaadi olarak da başlayıp Biden’ın devam ettirdiği bir süreç oldu. Elbette bu kararın arka planında hegemonyası gerileyen ABD'nin dış politikada gittiği revizyon, güçlerini farklı çatışma alanlarına, bilhassa Pasifik’e kaydırma, ülke içinde savaş karşıtı muhalefeti biraz olsun yumuşatma ve başka birçok neden de bulunuyor. Nihayetinde karar gerçekleşti ve Ağustos ayını haritada gün gün Taliban kontrolüne geçen yerleri izleyerek geçirdik. Afganistan’ın, bölgenin yeni Suriye’si olacağı yönündeki görüşler, güçler savaşımının ve kaos ortamının bitmeyeceği beklentisi itibariyle makul bir benzetme sayılabilir. İkinci bir benzetme de şu: Irak için 2011 sonrasında ve IŞİD’in ortaya çıkışında olduğu gibi, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi geride bıraktıkları silahların oradaki İslamcı çetelere bir nevi hediye edilmesi anlamına geldi.

Şimdi her bir ülke Afganistan’daki bu yeni duruma göre kendi pozisyonunu belirlemeye çalışıyor, bu yazının konusu olan Rusya da dahil olmak üzere. Son derece karmaşık ve güncel gelişmelerle birlikte çok hızlı değişiklik gösterebilen bir konuyu inceleyeceğiz. Dolayısıyla buradaki yorumların bir bölümünün yanlışlanması son derece mümkün. Bu yazının amacı, konuyla ilgili çok sayıda bilginin anlaşılır bir bağlamda bir araya getirilmesi ve esasen son paragraflarda yapılacağı gibi birkaç düşünce ve doğrultunun aktarılmasıdır.

Afganistan’ın Rusya için stratejik önemi ve 2001-2021 arası Rusya-Afganistan ilişkileri

Yazının bu bölümünde geçtiğimiz yirmi yıla ilişkin kabaca bir kronoloji çıkarmayı ve birtakım saptamalar yapmayı deneyeceğiz.

İran’ın doğu, Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin güney, Çin’in batı; Pakistan’ın kuzeybatı komşusu olan Afganistan, coğrafi konumu itibariyle Asya’nın göbeğinde, hatta göbek deliğinde. Üstelik adı geçen tüm ülkelerin Afganistan üzerinden birbirleriyle (ve birbirleri arkasından) ikili ve çoklu mesaileri var. Rusya için bakacak olursak, Afganistan, bu ülkenin kaynakları, transfer hatları, nüfus grupları vb. itibariyle her daim yaşamsal önemde olmuş “yakın çevre”si ile uzunca bir sınıra sahip.

Şu anda Rus yetkililer Taliban güçlerinin ülkede iktidarı ele geçirmiş olmasının ardından daha yüksek sesle, ABD’nin “bir fiyasko, bir felaket, bir trajedi” (ya da benzeri kavramlar, örneğin Putin’in ağzından “sıfır çekme”) yarattığını ifade etmekteler. Ellerinde geçtiğimiz yirmi yılda yaratılan enkazın birinci dereceden sorumlusu olmama ve ABD’yi alabildiğine suçlama kozu var ve bu kozun verdiği konfor ile hareket ediyorlar. Ancak dikkatli bakıldığında Rusya’nın ruh halini belirleyenin sadece bu son gelişme olmadığı görülebilir. Rusya Afganistan cephesinde oldukça planlı davranıyormuş ve bir kurgu ile hareket ediyormuş izlenimi veriyor.

Yirmi yıl geriye gidelim. Yeltsin ve hemen ardından Putin Rusya’sı 96-2001 arası Afganistan’da bir İslam emirliği olarak yönetimi ele geçiren Taliban’ı tanımamış ve diplomatik ilişkilerini sonlandırmıştı. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Batı dünyasının bir parçası olma politikası 11 Eylül sonrasında ABD’nin girişimlerini desteklemek anlamına geldi. Dolayısıyla Rusya, ABD-NATO’nun 2001’de başlayan Afganistan işgalinin başlangıcında müttefik konumunda idi ve 2003 itibariyle Taliban’ı bir terör örgütü olarak sınıflandırmıştı. İşgal ABD’yi doğrudan Rusya’nın nüfuz bölgesine getirip yerleştirmiş olsa bile... Şu an düşününce Rusya’nın çıkarlarına ters gibi görünen bu destek eğiliminde Taliban’ın Rusya için 90’lı yıllarda büyük sorun oluşturan Çeçen cihatçılara verdiği desteğin de payı vardı. 2008-9 itibariyle, NATO’nun yayılmacı politikaları ve sermaye egemenliğindeki Rusya’nın büyük güç olma hedefleri çatışmaya başladıkça işin seyri değişti.

Burada önemli dönemecin ise 2014-15’te dönüldüğü söylenebilir. Rusya 2014-2015 itibariyle hem güneyindeki başta Tacikistan ve Özbekistan olmak üzere “yakın çevre” devletlerini askeri olarak güçlendirmeye ve buralara daha fazla yerleşmeye, hem de Afganistan içinde başta Taliban olmak üzere çeşitli güçlerle ilişkilenmeye ve çok boyutlu bir dış politika faaliyeti sergilemeye başladı.1 Zira ABD çekildiğinde meydanın Taliban’a kalacağına ilişkin tahminler Ruslar tarafından ABD-NATO yürütücülüğündeki ISAF-Uluslararası Güvenlik Destek Gücü operasyonunun bitirildiği 2014’ten bu yana yapılıyordu.2 Örneğin 2015’te Rusya’nın Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Afganistan’da IŞİD tehdidine karşı Taliban güçleri ile istihbari iş birliği yaptığı ilan edilmişti.3 Dahası Rusya son birkaç yıldır, (15 Ağustos günü ülkeden kaçan) eski başkan Eşref Gani’nin muhalifleri ve Taliban kadroları arasında arabuluculuk görüşmelerinde bulunuyordu. Ve bunlar ABD ile Taliban temsilcileri arasındaki görüşme ve pazarlıklar kadar açık olmasa da basında yer alıyordu. Hatta ABD istihbaratı ve basını tarafından Rusya’nın Taliban’a gayriresmi birtakım yardımlarda bulunduğu da dillendirilmekteydi. 2018’de ise bizzat Lavrov’un kendisi Taliban ile görüşüldüğünü kamuoyu önünde dile getirdi. Rusya’nın tüm bu faaliyetlerinin kendi güneyini korumak ve bölgede söz sahibi konumunu güçlendirmek için gerçekleştirildiği aşikâr. Yani Rusya ABD’nin bölgeden çıkış senaryolarına ilişkin hazırlık yaptı ve başlarda bunu inkâr ediyor gözükse de süreç ilerledikçe niyetini gizlememeye başladı.

Afganistan için geçerli olan 2014-15 dönemecinin, Rusya için halen önemli iki çatışma başlığının zamanlamasına da denk düştüğü hemen görülüyor: Ukrayna’daki karşıdevrimci darbe ve Batı yanlısı iktidarın gelişi ile Suriye’deki savaşın gidişatına havadan müdahale ile dengenin değiştirilmesi.

Gerçekten de Rusya’nın resmiyette hâlâ bir terör örgütü olarak kabul ettiği Taliban ile yaklaşık yedi yıldır IŞİD’e karşı taktik birliktelik adına ya da şu veya bu gerekçeyle bağlantılar kurmuş olmasından –hele Ağustos ayı içinde beklenilenden hızlı gelişen iktidar devri ile birlikte düşünüldüğünde— Moskova’nın Afganistan’a yönelik öngörülü bir dış politika geliştirmiş olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Kabil’in günler içinde Taliban’ın eline geçmiş olmasında, Batıcı Afgan güçlerinin son derece kof çıkmasının büyük rolü vardı. Yıllar içinde Taliban’a kuzeyden geldiği iddia edilen “desteğin” bunda nasıl bir rol oynadığı da merak konusu. Yine bu öngörülü hazırlığa işaret eden başka adımlar da atıldı Rusya tarafından. Örneğin Putin yönetiminin on yıllar boyunca ABD yanlısı olmuş Pakistan ile yeniden yaklaşması ve bu ülkeye silah ve enerji alanlarında birtakım yatırımlar yapması, Taliban ile ilişkilerden bağımsız düşünülemez. Yukarıda “dönemeç” olarak ifade edilen tarihsel aralık Rusya-Pakistan yakınlaşmasının başlangıcını da aşağı yukarı işaretliyor.

Tersinden Taliban da şimdilik Rusya’ya bir güvenlik sorunu yaratmayacağını temin eder görünüyor. Ancak, kurgusu ne olursa olsun Sovyet deneyimini de arkasına alan4 Rus diplomasisi, selefi mollalara güvenilmeyeceğini çok iyi biliyor olmalı. Her tür devlet yayınında ve Rus ajanslarının, yayınlarının tamamında Taliban’ın bir terörist grup olarak sınıflandırıldığı ifadesinin sıkça tekrarlanıyor olması da tüm resmi/gayriresmi temaslara rağmen bu örgüte dönük güvensizliğin bir göstergesi.

Rusya ile aralarında vize serbestliği bulunan Orta Asya ülkelerine gelecek göçmenler ile ilgili olarak Putin’in “göçmen kılığına girmiş cihatçılar” uyarısında bulunması, bu ülkenin temel kaygılarından birine işaret ediyor: Taliban, Kaide, IŞİD ve diğer ABD beslemesi köktendinci örgütlerin Rusya topraklarına sızma ihtimali. Güvenliği sağlama ihtiyacını da açık ki güneyindeki ülkelere, başta da Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan’a askeri yığınağı attırarak çözecek. Birkaç yıldır aslında böyle de yapıyor. Hatta mevcut haliyle Rusya Federasyonu’nun Afgan coğrafyasına müdahalesini zamanında Sovyetlerin bulunmasından daha gerekli gören Rus yorumcular da bulunuyor.5 Diğer yandan Afganistan bataklığına çekilmek, gücünün, enerjisinin önemli bir bölümünü buradaki irili ufaklı çatışmaların yönetimine ayırmak, Rusya için başka sahalardan belli ölçüde feragat etmek anlamına da gelecektir. Batı’yla Ukrayna, Belarus, Suriye, vb. birçok cephede rekabet etmek zorunda olan Rusya için, elindeki gücü nereye nasıl pay edeceği sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Evet Rusya silah teknolojisini ve üretimini her geçen gün yükseltiyor ve bunu dünyanın gözüne sokmaya çalışıyor ama bunların hiçbiri gökten inmiyor, yani Rusya’ya bir bedeli var. Üstelik Sovyet dönemindeki yardımın askeri alanda dağlık bölgelerde cihatçı çetelerle çarpışmak anlamına gelen zorlukları da bu ülkenin hafızasında belirgin bir yere sahip.

Özetle, Rusya kendi arka bahçesindeki en başat güç olmayı arzuluyor. Orta Asya’da yer alan fosil yakıt rezervleri üzerindeki hakimiyeti bozulmasın istiyor. 15 Ağustos’ta fiilen lağvolan ABD kuklası Afgan hükümetiyle o tarihe kadar kurduğu, altyapı ve enerji alanındaki (birkaç yüz milyon dolarlık da olsa)6 ekonomik ilişkinin yeni dönemde sürmesini de istiyor. Ama bunlar olurken güvenlik kaygıları da en düşük düzeyde kalsın istiyor…

Bu nedenlerin tümü Rusya için bölgedeki birbirine karşıt ya da müttefik yerel ve daha genel bütün aktörlerle açık ya da örtülü diplomatik, politik, ekonomik, askeri ilişkiler kurmak anlamına geliyor. Bazılarını tehditle, bazılarını rüşvetle, ya da başka taktiklerle, kontrolü altında tutmak... Soğuk Savaş sonrası Rus dış politikasının, o geniş arka bahçenin sağında solunda yerel gruplar/devletler arası çatışmaları yöneterek hakimiyet kurma konusunda (tamamen başarılı değilse de) oldukça tecrübeli olduğu söylenebilir. Nitekim, daha geçtiğimiz yıl bu zamanlarda bunun örneğini Karabağ’da bir kez daha gördük. Dolayısıyla bekleyip görecekler, pragmatik ve soğukkanlı tavırlarla hamle yapacaklar.

Tüm tecrübesine rağmen Rusya için çatışma yönetme işi Afganistan söz konusu olduğunda iyice karmaşıklaşabilir. Zira Taliban, El Kaide, IŞİD, Hakkani ağı ve Doğu Türkistan İslami Hareketi gibi çeşitli cihatçı gruplar birbirleriyle üstünlük yarışını sürdürürken kimi zaman da iş birliği yapıyorlar. Bunlara bağlı fraksiyonların da birbirleri arasında son derece geçişken olduğu anlaşılıyor. ABD’nin çekilmesi hepsinde Afganistan’ın yeraltı ve yerüstü (afyon dahil) kaynaklarına ve bunlara yatırım yapabilecek tekellerle pazarlık ihtimaline dönük iştahı kabarttı. IŞİD ve El Kaide, Ortadoğu’da kaybettiği gücü ve aynı anlama gelmek üzere ekonomik olanakları Afganistan’da arıyor. Tabii ki herkes azami ölçüde ikiyüzlü, yalancı, içten pazarlıklı… Diğer yandan toplumsal yapıda bu kadar cehalet, derin eşitsizlikler, yolsuzluklar, adaletsizlikler, yobazlık, barbarlık elbette orada yaşayanların düşünce dünyasını etkiliyor, onları radikalleştiriyor, şiddet eğilimini artırıyor. Böylesi bir atmosfere dönük bir müdahale olmadığında bu saldırgan ve aç cihatçı grupların büyümesini engellemek de mümkün değil. Özetle merkezi bir otorite sağlanmadığı sürece, geçtiğimiz haftalarda olanlara benzer çatışma ve saldırıların devamı pekâlâ gelebilir, gelecektir. Yani Rusya için bölgede oluşan boşluğu doldurmak, askeri ve ekonomik varlığını artırmak son derece masraflı bir mesele.7

Afyon ticaretinin ikili doğası

Dünyada afyon ekiminin dörtte üçünden fazlası Afganistan’da yapılıyor. Geçtiğimiz yirmi yıl Afganistan’da afyon “sektörünün” ekonominin silahla birlikte en önemli kalemi haline gelmesine sahne oldu. Orhan Gökdemir’in Afganistan için belirttiği gibi “afyonlu bir ülke, uyuşturucu bağımlısı bir halk. Kapitalizm çağında tipik bir ülke görüntüsü bu.”

Rusya ise Afganistan’da üretilen afyonun en önemli alıcılarından biri olageldi. ABD işgali süresince afyon üretiminin ve ticaretinin patlamış olması Rusya’nın en büyük memnuniyetsizliklerinden biri oldu. Başka yerlerde olduğu gibi, uyuşturucular burada da çetelerin en büyük kazanç kapısı olarak iş gördü. Görmeye devam etmemesi için hiçbir neden yok; yani Taliban’ın afyonu yasaklayacağı türünden iddialar bu anlamda temelsiz.

Rus yöneticiler Sovyet sonrası dönemde birçok hakkını ve en başta sosyalist bir ülkede onurlu yaşam hakkını yitiren Rus halkının uyuşturucuya neden meylettiği üzerine fazla düşünmese de ülkenin afyon rotası üzerinde yer almasına şiddetle karşı çıkmaktalar. Öte yandan, afyonla mücadele başlığı Rusya’yı bölgede söz sahibi yapan önemli gerekçelerden biri. Tüm rahatsızlığına rağmen böyle bir müdahale gerekçesinden yoksun kalmak Rusya’nın pek de işine gelmeyecektir.

İlkesiz dış politikanın dünyayı getirdiği yer

Bu özetin ardından elbette söylenmesi gereken Rusya’nın bir Sovyetler Birliği olmadığı ve kendi sermaye sınıfının çıkarları ile emperyalist rekabetin itkileri doğrultusunda dış politikasını şekillendiren bir kapitalist devlet olduğu. Afganistan’daki odaklarla, örgütlerle, aşiret liderleriyle vb. kurulan ilişkide Sovyetler Birliği’nin enternasyonalizm anlayışından ve en azından Gorbaçov döneminde kadar korunduğunu söyleyebileceğimiz sınıf mücadelesinin uluslararası düzeyde belirleyici olması ilkesinden eser yok. Bölgeye müdahil devletler ve devletlerarası örgütler, kurumlar arasında da bu şekilde herhangi bir unsurdan söz etmek mümkün değil. Afganistan’da veya başka bir yerde laikliğin olmayışı, cehalet, kadın düşmanlığı, sanat düşmanlığı… Bunları kimse önemsemiyor, önemsemelerini gerektirecek bir ideolojik çerçeveleri de yok. Ne yazık ki Sovyetler Birliği’nin dostluğu ve desteğiyle bir parça ferahlayıp uygarlaşan Afgan Demokratik Cumhuriyeti dönemi sonrası yaratılan Afganistan enkazında da şu veya bu şekilde etnik çatışmaları çözme, ülkenin birliğini sağlama ve ileri taşıma niyeti ile hareket eden bir siyasi özne de henüz görünmüyor. Görünseydi eğer, Rusya bu özneye diğerlerinden daha fazla ilgi gösterir miydi, kuşkulu. Bölgedeki egemen güç olmak, üslerinin ve askeri gücünün bulunduğu Orta Asya Cumhuriyetleri’nde varlığını korumak ve kendi çok boyutlu güvenliğine (dinci tehditler, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı...) zarar gelmesini engellemek, ABD ile hegemonya rekabetinde ise onu mümkün olduğunda zafiyet içinde göstermek… Bu amaçlar ile ayakları üstünde duran bir Afganistan illa da örtüşmek zorunda değil. Öyleyse Afgan kadınların çilesi Rusya’nın ne kadar umurunda olsun ki?

Hem, bugünkü Rusya’nın dincilik ile bir problemi ya da laiklik ile ilgili içtenlikli bir kaygısı olsaydı Putin Ortodoksların hamisi olmaya yeltenmez; AKP İslamcılığı ya da dinci Siyonist temeller üzerine kurulu bir devlet olan İsrail ile mesafesini buna göre belirlerdi. Orta Asya Cumhuriyetleri’nin Sovyetler sonrası toplumsal alanda İslamcılığa ve milliyetçiliğe bu kadar alan açmasına, birçok kültürel kazanımın geriletilmesine seyirci kalmazdı…

İdeolojisiz, ilkesiz, faydacı dış politika güden devletlerle dünyanın geldiği yer burası. Çeşitli güç mücadeleleri, bu mücadelelerdeki zafer ve yenilgilere göre sonsuz değişkenlik gösteren jeopolitik görünümler, bitmeyen bir belirsizlik... Afganistan’ın dünyanın gözü önünde belki yüz yıldan fazla geriye gitmesine kimse itiraz etmesin diye sürekli kılınmaya çalışılan saçmalıklar… Böyle sürdükçe, daha doğrusu bu güç mücadelesine emekçileri, aydınlığı, halkların eşit ve özgür geleceği temsil eden güçler tarafından el konulmadıkça, kaynaklar ve emek gücü Afgan halkının yararına değil, birtakım devletlerin ve şirketlerin kâr ve üstünlük amaçları uğruna kullanılacak. Büyük resimde ise daha korkunç günler ve insanlık adına kayıplar bizi bekliyor olacak.

Bizleri temelde ilgilendiren, işte bu el koyma meselesi olmalı. Bölgeye gittikçe daha fazla müdahil güçlerden biri olan AKP iktidarıyla ve onun dış politika çizgisini değiştir(e)meyeceğini bildiğimiz diğer burjuva iktidar adayları ile mücadelemizin bir boyutu da bu. Üzerimize düşen, ülkemizde sınıflar mücadelesinin başka ülke halklarına daha fazla zarar verecek sonuçlar doğurmasını engellemek için var gücümüzle çalışmak. Türkiye’de iktidarların on yıllardır işbirlikçi ve son dönemde bunun de ötesine geçen iştahlı politikaları yüzünden ülkemizle anılan yeterince utanç birikti. Ortaçağ karanlığına terk edilmiş Afgan halkıyla sözde değil gerçek bir dayanışma göstermenin bir yolu varsa o da ertelemeden, oyalanmadan ve azıyla yetinmeden sosyalizm mücadelesi vermektir. Zaten kendi ülkemizin de emperyalizm elinde derbeder olmasını istemiyorsak, aydınlanma damarına tutunmaktan, cumhuriyete sahip çıkmaktan, sosyalizmi savunmaktan başka çaremiz yok.

Taliban’ın yeni sürümü mü? Siyasal İslama dair bir hatırlatma

Taliban’ı ABD kurdu, finanse etti, yetiştirdi, öcüleştirdi, kavga etti, şimdi de Afganistan’ı ellerine bıraktı. Kübalı tarih bilimci Maria Elena Alvarez‘in son derece özlü ifadesiyle, “ABD yirmi yıla, milyarlarca dolara, dört devlet başkanına ihtiyaç duydu, ne için? [Gücü] Taliban’dan alıp Taliban’a vermek için.” Buna biz bir de farklı kaynaklara göre farklı bildirilse de üç yüz binin üzerinde ölümü ekleyelim. Peki bunlar için ABD’den hesabı kim soracak? Paragrafın başına dönüp nasıl bir kısır döngü içinde olduğumuzu anlayabiliriz.

Ve yeri gelmişken bir hatırlatma… Bölgeyi yakından izleyen birçokları, Taliban mollalarının din sömürüsü, dini şiddete ve çocuk tecavüzü dahil her türlü istismara alet etme ve yobazlık bakımından kurulduğu gün gibi durduğunu ve kafa yapısının asla değişemeyeceğini ifade ediyor. Taliban’ın daha radikalleştiğine dikkat çeken gözlemler de var. Bizim açımızdan ise mesele gayet net olmalı: “Ilımlı”lık sevimsiz bir tabir; ancak onu kullanarak söyleyecek olursak, siyasal İslam ılımlılaşamaz. Türkiye’de AKP iktidarının son yirmi yıl içinde özünü nasıl ortaya koyduğunu ve bugün geldiği noktada göğsünü gere gere “Taliban ile ortak değerlerimiz” edebiyatı yaptığını birebir kendi gözleriyle görmüş olanların bu palavraya inanması beklenmemeli. Siyasal İslamcıların takiye ve ikiyüzlülük kapasitesini de kimse hafife almasın. Bu beklenti, siyasal İslamdan da, emperyalizmden de, daha somut olarak örneğin Arap Baharı’ndan da hiçbir şey anlamamak demek. Emperyalistlerin yirmi birinci yüzyılda bölgedeki feodal karakterli, geri kafalı aşiretlerle gayet de ikirciksiz şekilde iş yapması ve ilericileri, çoğu kez fiziki olarak da, ortadan kaldırması, emperyalizmin nasıl bir dünya düzeni olduğunu tam anlamıyla yansıtmaktadır ve onun bu niteliği değişmeyecektir. Emperyalizm karşıdevrimcidir. ABD’nin bir yandan çekilmeyi tamamlarken diğer yandan Afganistan’da iç savaş çıkabilir sözleri yeni bir müdahalenin hazırlığı anlamına dahi gelebilir; çetelerle bağlarını tamamen kopardıklarına kim inanıyor ki?

Ayrıca, dünyanın herhangi bir yerinden siyasal İslamı istikrar, barış vb. gerekçelerle meşrulaştıracak, ona kredi verecek türden girişimlerin, Ortadoğu’da, Asya’da ya da Afrika’da, ve elbette Türkiye’de, başka halkların başına nasıl belalar açacağını da hesaba katmak gerekiyor. Diplomasi, güvenlik, istikrar, yatırım, hegemonya gibi gerekçelerin biri veya hepsini öne sürerek, örneğin Çin’in yaptığı gibi, temkinlilik dozu yüksek heveslilik dozu çok bir beklentiyi dünyaya yansıtmanın bedeli bu olacak. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı basittir; ancak çoğu zaman Marksizm’in ve diyalektiğin analiz kapasitesinin altında kalır. Taliban’ın göreli üstünlüğüne bakarak uzun süreli istikrarı sağlayacak güç olduğunu düşünmek ise fazlaca iyimserlik. Çin sermayesine, bölgedeki lityum/bakır/eser element yataklarına ve Kuşak Yol Projesini ilerletmek için Afganistan’ın ucuz emek (büyük ölçüde kol emeği) gücüne güveniyor olabilir. Ancak siyasal İslamcıların büyüme anlayışı bir tür beton ekonomisi yaratmak oluyor ve tecrübeyle sabit ki öylesi bir büyümenin kalkınmaya zerre faydası olmuyor.

Dolayısıyla, benzetme/karşılaştırma yapmanın çokça sakıncası var ama Suriye için söz konusu olan, Afganistan için de geçerli. Yeniden inşa olacaksa, ne kadar zor göründüğünden bağımsız olarak, illaki laiklikle olacak.