Bu kafayla yarın hekim bulamazsınız

Aylar öncesinde belliydi salgının bütün dünyaya yayılacağı. Evet aylar geçti. Sonra ilk resmi vaka 10 Mart’ta açıklandı. 15 gün olmuş. 

15 gün olmuş ve hâlâ sağlık emekçileri “bize malzeme verin” diye haykırıyor!

İstedikleri tomografi, ultrason ya da taş kırma cihazı değil. Maske ve koruyucu giysi. Sınırlı sayıda maske hastanelere ulaştığında “mutluluk” fotoğrafı çektiren hekimlerle bir salgını önlemeye çalışıyoruz. Birçok sağlık merkezinde çalışanlar kendileri üretiyor maskelerini; hatta ihtiyacı karşılamak için oldukça yaratıcı yöntemler geliştirenler var.

Kapitalizmin ne kadar berbat bir toplumsal sistem olduğunu biliyorduk da, bu kadarını tahmin etmiyorduk. Maliyeti son derece düşük olan bu koruyucu malzemeleri haftalar öncesinden hastanelere dağıtmaktan aciz bir düzenden söz ediyoruz. Yıllardır hastalara “kendi sabununu, sargı bezini, temizlik malzemeni, enjektörünü, eldivenini getir bakalım” demeye alıştıklarından hemşirelerin, hekimlerin aynısını yapmasını bekliyorlardı herhalde.

Malzeme yok…

Test var ama test yapılmıyor. Bu saatten sonra yaygın testin bir anlamı da kalmadı. Yurt dışından filan gelmek, bunlar da hükmünü yitirdi. Artık hastalığı bulaştırmak için yurtdışı bağlantısı gerekmiyor, yayıldı yayılacağı kadar. En kritik günlerde test sonucunu hastanın başvurduğu hastaneye ancak dört günde ulaştırmaya karar veren bir zihniyetin hekimler için koruyucu malzeme tedarik etmemesine aslında şaşırmamamız gerekiyor. Ama şaşırıyoruz. 

Şaşırıyoruz çünkü insanoğlu ne olursa olsun mantıklı, rasyonel davranış bekliyor. 

Bir salgında en fazla gözetilmesi gerekenlerin sağlık emekçileri olduğu açık. Aslansınız, kaplansınız, alkışlar size ile olmuyor. En başta özgüvenlerini korumalarını sağlamak gerekiyor. İnsan yaşamını savunmaya odaklanması gereken bir meslek grubundan söz ediyoruz. Evet bunu yaparken elbette risk alacak, elbette bazen kendisi de savunulmaya muhtaç hale gelecek. Ancak “hekimlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek onları göz göre göre riske atmanın büyük maliyeti var.

Virüs kapan her bir sağlıkçı birey olarak yaşadığı sıkıntıya ek olarak, salgınla mücadeleden eksiliyor. Sağlık personeli açısından öyle geniş olanaklara sahip bir ülke değiliz. Sakınmamız gerek.

Lakin asıl sorun başka. Sağlık emekçilerinin morali fazlasıyla bozuk. Sistemsizliği, özensizliği ve en basit sorunların dahi çözülmediğini anladıkları andan itibaren ihtiyaç duydukları özgüven doğal olarak sarsılacaktı. Uzun çalışma saatlerinin yıpratıcılığının üzerine, hastalanan mesai arkadaşlarının haberleri ve evdekilere virüs taşıma kaygısı eklenince…

Ne oluyor biliyor musunuz? Şu anda bilgi kirliliğinin bir kaynağı ne yazık ki sağlık emekçileri! Kaçınılmaz bu. Çaresizlik onlara da bulaşınca, bütün gün yazışma gruplarında birbirlerine “duyum” aktarıyorlar. Bunların bir bölümü gerçek kuşkusuz. Ancak şu anda ülkenin en son ihtiyacı olan şey sağlıkçıların paniklemesi. Dehşet senaryolarının mahalle kahvesinden üremesiyle, bir uzmanın ağzından çıkması arasında elbette büyük fark olacak. O senaryolar gerçek olgulara dayansa bile, sağlıkçının soğukkanlılığını koruması gerek. Bunun için, inşaat patronlarına ya da otomotiv tekellerine aktarılan kaynağın çok küçük bölümünün ayrılması yeter.

Bakın bu yazıda özel hastanelerin kamulaştırılması yok, toplumcu bir sağlık sistemi talebi yok, hiçbir şey yok. Sadece ve sadece, kapitalist bir düzende bile üstesinden gelinebilecek basit bir şeyden söz ediyoruz.

Sosyal medyada panik yaratanların peşine düşmek için ayırılan kaynaklarla bütün sağlıkçıların malzeme gereksinimi karşılanırdı.

Ama yok…

Bu kafayla yakında tıp fakültelerine girmeyi kafaya koyan öğrenci, hemşirelik yapmak isteyen çalışan bulamazsınız. Meydan da sağlık sistemine dahil ettiğiniz imamlara kalır.