Kapitalizmin çardak altı gülümsemesi canlı cansız önüne kattıklarını yutup giden sele kadardır.

Siyasal gericilik: kapitalizmin karakteri

Analiz ve eleştiri genele taşınıp siyasete ve ideolojiye oturtulduğunda hemen aradan bir soru çıkıverir, “hiç mi iyi bir şey yok yaptıkları” diye. Sınıfları, sınıfların tarihini, hak mücadelelerinin ezilenlerin ve sömürülenlerin ürünü olduğunu perdelemek için böyle korsan sorular çok olur. 

İnsan insanı ve doğayı sömürürken sömürü düzeninin vahşisiyle yumuşağı arasında bocalayıp durmanın ama sonuçta o sömürü düzenini yaşatmaya destek verip ortak olmanın yansımasıdır bu tür sorular. Sonuçta yaşayan ve yaşatılan kapitalizmdir, onun ekonomi politiği olarak sömürüdür.

Emekçi halktan, bilim insanlarından, aydın ve sanatçılardan, işçi sınıfından, sosyalistlerden, komünistlerden gelen aydınlanmacı, ilerici, yurtsever, sınıfsal mücadele ve müdahale örneklerinin kapitalist dünyada yaşama geçiyor olması siyaseti, demokrasiyi, devleti, hukuku, eğitimi, sağlığı, kültürü, toplumsal yaşam tarzını ve ilişkileri ne kadar olumlu etkilerse etkilesin; sermaye ve siyasal iktidarlar bu olumluluğa ne kadar yanaşırsa yanaşsın sonuçta yaşayan ve yaşatılan kapitalizmdir, onun ekonomi politiği olarak sömürüdür. 

Olumlulukları geçicidir. Önünde sonunda siyasetleri gericileşmeye başlar. Baskı, tehdit, özgürlük yoksunluğu, cezalandırma, hukuksuzluk, talan, cinayet, katliam, polis gücü, yozlaşma, otoriterlik, darbe, ordularla ya da silahlı çetelerle savaş, faşizm… Şovenizmi ve dinselliği yanlarına aldılar mı keyfiliklerine keyfilik, sömürülerine sömürü katmaya devam ederler. Emperyalist emellerinde ve işbirlikçiliklerinde azgınlaşırlar.

Haydi gelin de “yaptıkları iyi şeyler yok mu” deyip saymaya başlayın, sağanak yağmura yakalanıp bulduğunuz çardak altlarını anlatır gibi… Kapitalizmin çardak altı gülümsemesi canlı cansız önüne kattıklarını yutup giden sele kadardır.

Hani nerede 1923 Cumhuriyeti’nin ilerlemeci ve aydınlanmacı değerleri? Bugün tarikat ve cemaatlerin değerler eğitimi adı altında önce genç beyinlerde sonra tüm toplumda eritilmeye yüz tutmadı mı?

Hani nerede 1960’ların örgütlenme ve siyasal çıkışları? 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül darbesiyle silindir altında ezilmedi mi?

Hani nerede laiklik ve laik eğitim? Hani nerede sağlıkta sosyalizasyon? Hani nerede hukuk devleti ve bağımsız yargı?

Şurasından burasından yamalanmış darbe Anayasası, bu Anayasada yazan Cumhuriyet nitelikleri ne kadar uygulanıyor?

Barolara boşuna mı el atıldı? İkinci baro kurulamıyormuş, zar zor kurulacakmış, ilk kurulma girişiminde bulunanlar “işçi avukat” adını kullanmayacakmış… Geçiniz bu kısa gülümsetmeleri, “işçi avukat” adının kullanılmasına karşı çıkanlar yalnızca parti-baro kurucuları mı?

Türk Tabipleri Birliği'ni, sağlık emekçilerini boşuna mı tehdit ediyorlar? TMMOB’ye boşuna mı saldırılıyor?

Sendikaları boşuna mı milliyetçi, dinci, yandaş diye parçaladılar?

Milli Eğitim Bakanı öğrencileri AVM müşterisi gibi görüp talep fazlalığına sığınırken, Sağlık Bakanı tehdit ve şiddeti olağanlaştırırken, Adalet Bakanı hukuk devletiyiz derken, İçişleri Bakanı Anayasa Mahkemesi'ni Başkanı üzerinden komik bir benzetmeyle tehdit ederken kendi kişiselliklerini ya da bireysel mensubiyetlerini mi gösteriyorlar?

Yapılanların hepsi siyasal ve ideolojik. Bu siyaset ve ideolojide kendi yandaşlarına, kendi örgütlerine ve siyasetlerine hoşgörü ve ödün kesintisiz. Bunlar doğru. 

Yolunda gitmeyen hem siyasal hem de toplumsal olarak düzen içi muhalefetin tepkilerini kişi ve olaylara yönlendirip, güncele takılıp siyaset ve ideoloji bütünlüğüne uzak kalması, sınıfsallığa gözlerini, kulaklarını, beyinlerini tıkaması.

Bahçeli çirkin saldırısını yapmasa sağlık emekçileri ve örgütleri kapitalizmin cicileri mi olacaktı; canlarını vermeye, ezilip sömürülmeye devam edilmeyecekler miydi?

Sağlık Bakanı patron ve tarikat mensubu olmasa pandemiyi daha mı iyi yönetecekti?

Göreve getirildiğinde, birçok kişinin olumlu baktığı laik olduğu söylenen Bakan eğitime ve öğrenciye piyasa ve müşteri olarak baktığını itiraf etti EBA açıklamasıyla… Laik Bakanın MEB’de taşra teşkilatlarında ve okullarda nasıl bir kadrolaşma sürdürdüğünü araştırmalarını öneriyorum o olumlu bakanlara.

Başkanlı Saray ya da Külliye, ne denirse densin, kadrolarıyla birlikte siyaset ve ideolojisiyle kapitalizmin kurumu değil mi?

Siyasal gericilik siyasal iktidarların lider ve yönetim kadrolarıyla sınırlı değil. Siyasal mücadele de yalnızca kişilere veya yaptıklarına daraltılarak güncele, siyasetçilere ya da görevlilere karşı sınırlı kalmamalı.

Ne pandemi Sağlık Bakanının, ne eğitim Milli Eğitim Bakanının, ne yargı Adalet Bakanının ne iç güvenlik İçişleri Bakanının, ne de siyaset siyasal iktidarın, liderinin ve ortaklarının tekelindedir.   

Dinselinden siyasetine kapitalizmin karakteri olan gericilik: Düşünceyi, siyaseti, bilimi, muhalefeti, medyayı, ekonomik ve mesleksel olandan siyasalına örgütlenmeleri, eğitimi, genel oy hakkını, toplumu denetim altında tutar; kavramları, mücadeleleri, eylemleri, kirletir; yönetimi otoriterleştirir. Dahası, egemen sınıfın, piyasanın ve gericiliğin hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Emekçileri sürekli tutsak eder, boyun eğmeye zorlar. Sınıfsallığı unutturmak için her türlü uzlaşma ve uyumlaştırma yollarını dener.

Düzene karşı mücadele etmeyip düzenin günceli ve ajanlarıyla yetinenler sömürü düzeninde yaşamaya mahkum kalırken baskı, tehdit, şiddet, zulüm ve sömürüye de ortak oluyorlar.

Oysa bu düzen durdukça sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik, özgürlük yoksunluğu bitmeyecek. Düzenin denetim mekanizmalarının görevi de düzen istikrarı için var.

Kimse emekçi halkın mücadelesini düzenin kuyrukçuluğu haline getiremez.

Emekçi halkın düzen üzerindeki toplumsal denetimi şarttır ve bu denetim yalnızca eleştiri, düzeltme ve iyileştirmelerle yetinmez, söz ve karar sahipliğini hedefler; direnmeyi ve sınıfsal mücadeleyi hedefler ve devrimin yolunu açar.