Biz ne desek inanmayanlara, Komünistleri “aşırılıkla”, “çarpıtmayla”, “sabit fikirlilikle” suçlayan bu tayfaya en güzel yanıtı yine Avrupa Birliği verdi. Brüksel’e teşekkürler!

Genişleme mi, genleşme mi?

Fizik, Kimya gibi bilim dallarındaki bilgim ortaokul seviyesinde dahi sayılmaz. Vektörleri bilirim, biraz da elektrik konusunu. Genleşme teriminden hayal meyal anımsadığım ise ısı uygulanan maddenin hacmen büyümesi gibi bir şeyler. Tren raylarının soğukta büzüşüp sıcakta genleşmesi benzeri örnekler kalmış aklımda.

Benim gençliğim, daha doğrusu genç memurluğum Avrupa Birliği çılgınlığı içinde geçti. Salt siyasetçiler de değil, toplum önüne çıkan kim varsa söze “Avrupa Birliği’ne girmekte olduğumuz şu günlerde...’ diye başlardı. Örnek olsun, “Avrupa Birliği’ne girmekte olduğumuz şu günlerde, sırtımıza çok kaşırsak yara olur!” 

Dönemin ruhu Avrupa Birliği’ne dair her ayrıntıyı bilmeyi, en azından öğrenmeye çalışmayı gerektiriyordu. Patron örgütü TÜSİAD’ın briyantin destekli sözcüleri “Avrupa’nın bir ilkeler, değerler ve kurallar bütünü olduğunu”  tekrarlayıp dururlardı. Bunlar yerine getirildiğinde üyelik sadece bir zaman meselesiydi. Avrupa kucağını açmış bizleri bekliyordu. Maastricht kriterleri ve Kopenhag kriterleri bunlardan belki de en önemli ikisiydi. Şimdi dar akademik çevrelerden başka kimsenin aklına gelmeyen bu iki kavramı açıklamakla başlayalım. Bunlar çok basitleştirerek söylersek Avrupa Birliği denen kulübe girebilmek için yürütülecek müzakere sürecine başlayabilmek için aranan boy ve kilo ölçütleriydi. 

Daha teknik bir açıklama isterseniz, Maastricht kriterleri şöyle tanımlanıyor: İlgili ülkenin enflasyon oranı Birlik içinde en düşük enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranı ortalamasının 1,5 puandan fazla geçmemelidir. Devlet borçlarının GSYİH’ya oranı %60’ı geçmemelidir. Bütçe açığının GSYİH’ya oranı %3’ü geçmemelidir. Uzun vadeli faiz oranları, bu alanda en iyi performans gösteren 3 üye ülkenin ortalama faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır. Son olarak da ilgili ülkenin parası son iki yılda diğer üye ülkelerin paraları karşısında devalüe edilmemiş olmalıdır.

Kopenhag kriterleri ise demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarına saygı ve işleyen piyasa ekonomisi olarak sıralanan 5 temel şartı barındırır.

Türkiye’nin Avrupa sevdası devam ederken önce Maastricht kriterleri (büyük ölçüde) tutturulmuş, Kopenhag kriterleri ise uzun pazarlık ve değerlendirmelerden sonra 2004 yılının aralık ayında düzenlenen AB Zirvesi’nde “yeterince” yerine getirilmiş sayılmıştı. Hani şu, Erdoğan heyetinin Ankara’ya dönüşünde gündüz vakti havai fişek patlatılan 17 Aralık 2004 Zirvesi’nden söz ediyorum.

O günler geride kaldı. AB zirveleri artık ülke gündeminde yer almıyor ve kısa haberlerle geçiştiriliyor. Geçen hafta düzenlenen zirvenin ise kısmen bir istisna oluşturduğu söylenebilir. Bu zirvenin önemli özelliği AB’nin bir süredir uzak durduğu genişleme konusuna yeniden dönmüş olmasıydı. 

Birliğe uzun zamandır “genişlemeyelim de derinleşelim” kaygısı hakimdi. Bunun önemli nedenlerinden biri AB içindeki halkların genişleme meselesine doğrudan refah kaybı ve ilave göçmen yükü  gözlüğüyle bakmalarıydı. Avrupalı siyasetçiler de aşırı sağın yükseldiği, Avrupa Federalizmi düşüncesinin kan kaybettiği bir siyasi atmosferde bu topa girmek istemiyorlardı. 

15 Aralık 2023 Zirvesi’nde alınan kararlar bu denklemin değiştiğini gösteriyor. Takip etme ihtiyacı duymayanlar için hatırlatalım. AB, Ukrayna ve Moldova’yla üyelik müzakerelerini başlatma, Gürcistan’a ise adaylık statüsü verme kararı aldı. Üstelik de Ukrayna’ya dair kararı alırken bizim hiç de yabancısı olmadığımız türden mükemmel bir şark kurnazlığına imza attı. 

Bırakalım sıradan mevzuatı, Anayasası dahi seçmece usulü uygulanan bir ülkede yaşadığımız için sızlanıyoruz durmadan. Bu sızlanmalarımıza kimi zaman “Efendim, medeni bir ülkede, bir AB ülkesinde böyle bir şey olabilir mi?” türünden retorik sorular eşlik ediyor. Avrupa Birliği üyeliğinin medeniyette bir eşik atlama, kurallı, kaideli yaşama geçme anlamına geldiğine inananları, bunu savunan briyantinlileri, briyantinsizleri çok dinledik. Biz ne desek inanmayanlara, Komünistleri “aşırılıkla”, “çarpıtmayla”, “sabit fikirlilikle” suçlayan bu tayfaya en güzel yanıtı yine Avrupa Birliği verdi. Brüksel’e teşekkürler!

Öncelikle anımsatalım. Bir ülkeyle müzakere açma kararı oybirliğiyle alınıyor. Öyle herhangi bir parlamento tüzüğünde filan olabileceği gibi “katılanların oybirliğiyle” değil, üyelerin oybirliğiyle. Avrupa Birliği’nin patronları, Atlantik ötesindeki büyük patronunun talimatını yerine getirebilmek için gayet Akepevari bir manevra yaptılar. Ukrayna’yla ilgili karar alınırken, müzakerelerin başlamasına karşı olan ve Kopenhag kriterlerinin tekinin bile uygulanmadığı Macaristan’a “al sana üçbeş milyar Avro cep harçlığı, git Konsey bahçesinde bir sigara (Sigara sağlığa zararlıdır. İçmeyin, içirmeyin!) iç, çağırınca gelirsin” dediler. Her ne kadar AB yetkilileri bunun AB hukukuna uygun olduğunu iddia etseler de, TÜSİAD sözcüsü bile olsanız böyle bir palavrayı sindirebilmenizin mümkün olmaması gerekir. Bunun bırakın AB hukukunu Monopoly oyununda bile geçerli kabul edebilecek tarafı yok.

Bu işin usul tarafı. Bir de içerik yönü var. Ukrayna ve Moldova Maastricht ve Kopenhag kriterlerini yerine getirdiler mi? Burada tek tek verileri sıralayarak kimseyi yormayacağım ama kesinlikle hayır. Bu arada Kıbrıs örneğinde bir kez çiğnenen sınır bütünlüğü olmayan bir ülkenin üyeliğe alınmayacağı, herhangi bir savaş ya da çatışmanın AB’ye ithal edilmeyeceği prensibi ikinci kez görmezden gelindi. Ne de olsa emir büyük yerdendi. 

Ukrayna savaşta. Bırakın kutsal inek mertebesindeki piyasa ekonomisini, enjeksiyon olmadan işleyen herhangi bir ekonomisi dahi yok. Muhalif siyasi partilerin çoğu kapatıldı. Öldürülmeyen muhalif liderler zindanda çürüyor. Bunlar yargı değil, olgu bu arada. Rusçayı ana dil olarak konuşanlar bırakın korunmayı sokaklarda işkence bile görüyorlar. Hukuk devleti yerine düşman hukuku devrede. Buyurun size Kopenhag kriterleri!

Bu köşenin müdavimleri için tekrar olacak ama yineleyelim: AB bu genişleme kararıyla ABD emperyalizminin uzantısı olma işlevini layıkıyla yerine getirmiş oldu. Yıllardır iddia edildiği gibi insan hakları, demokrasi gibi kavramların sermaye çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir anlam taşımadığını, Maastricht’in Hollanda’da geniş meydana sahip bir şehir, Kopenhag’ın ise Galatasaray’ın geçenlerde oynadığı bir futbol takımından ibaret olduğunu gösterdi. Bir zamanlar ABD hegemonyasına insancıl alternatif diye yutturulan AB’nin gerçekte ne olduğunu anlamamız için daha ne gerekir bilemem. Sonuçta AB genişliyor mu, genleşiyor mu belli değil. 

O “insancıl” AB bu zirvede bir şey daha yaptı. Daha doğrusu yapmadı. 2 ayı aşkın süredir her gün yüzlerce insanın barbarca katledildiği, yakın dönemin gördüğü en büyük soykırım girişimi hakkında ortak bir bildiri dahi yayınlayamadı. İspanya, İrlanda, Malta gibi birkaç ülkenin bu yöndeki girişimi sonuçsuz kaldı. İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği suçlar “insan hakları ihlali” kapsamında dahi değerlendirmedi. Ne diyelim? Çok yakıştı.

Aman şimdi birileri çıkıp “AB bize haksızlık etti, haçlı hilali şey etti, üyelik önce bizim hakkımızdı” filan diye saçmalamasın! Çelik ve Kömür Birliği olarak yola çıkan AB, ABD’nin ve sermayenin çıkarlarını koruma, kollama ve genişletme örgütü olarak yoluna devam ediyor. Türkiye’nin emekçi  halkının Avrupa’dan elde edeceği hiçbir kazanç yok. 

Küsmece, darılmaca yok! Yüzyıl önce nasıl belirlediysek kendi kaderimizi, bu kez daha da iyisini  yapar, gericiliği ve sömürüyü tarihin çöp sepetine yine yollarız. İşbirlikçileri marifetiyle Türkiye’yi ucuz üretim üssü, zahmetsiz sömürü merkezi ve göçmenler için çalışma kampı haline getiren AB bizden ırak olsun, başka ihsan istemez!