Başbakan'a "Sen" Denmez Ama O Der

Özellikle de kamusal alanlarda devlet büyüklerinin, parti başkanlarının tüketici derneklerinin, manavların, medya mensuplarının, kasapların, overlokçuların kurmuş oldukları birliklerin başkan ve yönetim kurulu üyeleri ile bunların yedeklerinin kendi aralarında "sen"li "ben"li konuşmaları çokluk hoş karşılanmaz, laubalilik olarak görülür.
Bu saydıklarımın ve saymaya kalksam evin yolunu bulamayacağım çokluktaki kurum ve kuruluşların yetkililerinin halktan kişilerle olabilecek temaslarında ise, ki bu zaman zaman tarihte görülmüştür üslup kaymaları hoşgörülmeli, sıcak ve samimi duyguların dışa vurumu olarak değerlendirilmelidir.
Temsil, Başbakan yanağını mıncıklamışsa keyiften göbek atılmalı ne güzel benimle "ben"li oldu diye. Eğer bir de ensene hafif bir tokat ekleştirirse yani "sen"li de olmuşsa kolbastıya çıkılmalı ki tutana aşk olsun!
Geçmiş gün, Cengiz Çandar'ın yanağından "kesme" alan Turgut Özal fotoğrafı yayımlanmıştı gazetelerde... Cengiz Çandar, ensesine de birkaç şaplak yemek iştahı ile, anasının memesini emmek üzere ön ayaklarının üstüne çöken buzağ gibi çökmüştü Özal'ın önüne.. Sözünü ettiğim bu fotoğraftır. Bu fotoğrafın uzun bir zaman Çandaroğlu Cengiz Bey'in odasının duvarını süslediği, kendisiyle "sen"li "ben"li olan arakadaşları tarafından gazete köşelerinde hasetle hikaye edildiğini hatırlayanlarınız da olacaktır elbet.
Yattığı yere çapıt bağlanısaca Özal'dan sonra, şimdilerde 'dana'laşan olmadı, 'malak'laşan, o da mı olmadı 'çebiş'leşen o kadar çok medya mensubu türedi ki diz çöküp emmek için, o fotoğraf sıradanlaştı ve hikayesi "Masumiyet Müzesi"nde sergilenecek kerteye düştü medya aleminin yörüngesinden çıkıp gitti. Bu nedenle eğer abartılı bulduysanız Çandar'a dair notlarımı , bunu zihnimde ve kulağımda kaldığı kadarına yorun!
***
Başbakan hemen herkesin yanağını mıncıklayabilir!
Hatta, Kırkpınar'da er meydanına çıkıp, hey maşallah, çayır çimen yoldurmacasına enseye veryansın eden Haydar Pehlivan namı diğer "Kispeti Püsküllü" gibi vicdansız, dinsiz imansız olmamak kaydıyla elinin ayarını tartıp enseye de birkaç şaplak atabilir, yani fiziki temasta bulunabilir. Bunları yapabildiğine göre her cinsten 'şahıs zamiri'ni nereye yöneldiğine bakmaksızın kullanma özgürlüğüne sahip olduğunu eklemem gereksiz bir teferruat olacaktır. Ben, sen, o biz, siz, onlar vb. demek istiyorum.
Temsil, durumundan şikayetçi çiftçiye "artistlik yapma lan" diye çıkışması bana kalırsa sıcak ve samimi duyguların coşkulu bir şekilde dışa vurumu olarak değerlendirilmelidir. Tamam, evet aynı çiftçinin durumunu anlatmaktaki ısrarı karşısında dayanamayıp "Ananı da al git" demesi ana okulu öncesinden gelen, bezlerinin de birlikte bağlandığı izlenimi veren bir fütursuzluk taşımıyor değil, hani belki biraz da kaba kaçtığı söylenebilir. En azından bu cümle şu şekilde kurulsaydı daha yerinde ve İstanbuli (İstanbul'dan türettim bana aittir) olurdu gibime geliyor: "Annenizi de alıp gidiniz lütfen!"
Çiftçinin adının Mustafa Kemal olmasının Tayyip Bey için bir talihsizlik olduğunu düşündüğümü onca zaman geçmiş olmasına karşın dün gibi hatırlayıp gülüyorum. Ne yapayım elimde değil! Neyse ki adam Mersinli çıktı!
***
Başbakan'ın meydanlarda halkla temas kurarken samimi olması bana kalırsa pek güzel ve son derece insani. Seçim döneminde yanılmıyorsam Afyon'da meydanda nutuk atarken böbreğini satışa çıkartan bir vatandaşın taşıdığı "Satılık Böbrek" pankartını işaret edip "Kusura bakma hemşerim burası sakatatçı dükkanı değil" diye ünlemesi ne kadar yerinde ve öğretici.
Meydandaki kalabalığı potansiyel müşteri, kürsüdekini de "Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim" diğe bağırdığı için sakatat alıcısı sanıp halisane duygularla malını satmak için orada bulunan vatandaşa yol göstermedeki hünere ne demeli! Burada onun "Kusura bakma hemşerim" lafını kimi gözü ve aklı fel fecirler tarafından eleştirileceğini öngörüp "Kusura bakmayınız sayın beyefendi" şeklinde, "ız"lı ve "saygı" içeren "sayın"lı kursaydı çok daha isabetli olurdu. Ancak bundan ötürü de kıyamet koparılmaz! O Başbakan!
Kendisine "sen" diye hitap eden muhalefet liderine verip veriştirmesi ve ardından kibarlık dersine geçmesi, örneklemeli olarak bu dersi verirken sergilediği belagat, ne bileyim hayran olmamak elde değil.
"Sen"in kullanım hakkının Başbakana ait olduğunu bunca devrin adamı olarak muhalefet liderinin bilmesi gerekirdi elbet. "Sen" nehrine "siz " diyecek kadar kibar ve ince olan Sayın Başbakan Erdoğan Beyefendi'nin "Ben sana 'Sayın' diyorum, sen bana 'Sen' diyemezsin" diye başlayan dersini umarım bizim Maraşlı Ökkeş de dinleme fırsatı bulmuştur!
Kısadır Maraşlı Ökkeş'in hikayesi yazının sonuna sokuşturmaktan bir şey çıkmaz. Ankara'da bir Üniversiteyi kazanan Maraşlı Ökkeş kendisinden birkaç yıl önce aynı okulu kazanan arkadaşını ziyarete gider ilkin. Arkadaşı yol yordam görmüş tecrübesi kendine elverir. Bizim Ökkeş'i okul kantinine götürmüş.
Hayatında Maraş il sınırlarından ilk kez çıkan, kızlarla arkadaşlığı konuşmuşluğu da pek sınırlı olan Ökkeş, kantindeki kızlı oğlanlı kalablığı, bunların kendi aralarında kurdukları muhabbeti görünce pek şaşırmış. Tecrübeli olan "bak ede (arkadaş)" demiş, "burası bizim oralara benzemez. Kızlar, erkekler bir arada oturur tartışır konuşuruz. Yalnız yeni tanıştıklarınla hemen senli-benli olup beni mahçup etme gözünün yağını yerim senin" diyince, bizim Ökkeş, "aman kardaş" demiş "ağzımdan yanlış yamalak bir laf çıkarsa beni ayıktır, mesela masanın altından ayağınla dürt ki kendimi toparlayayım."
Buraya kadar iyi. Masaya oturmuşlar kızlı erkekli bir kalabalık. Bizim Ökkeş ağzını açıp bir laf edebilmiş değil, kafası önünde öylecene oturup duruyor. En sonunda oldu olacak diyor kendi kendine ve yanında oturan kıza Maraşça "nasılsın,neler yapıyorsun" anlamına gelen soruyu patlatıyor: "Notuyon bacım?"
Patlatıyor, lakin bir densizlik yapacağı endişesiyle onu kollamakta olan tecrübeli arkadaşı da masanın altndan bizimkinin kaval kemiğine tekmeyi patlatıyor Ökkeş acıyla buruşan yüzüne taktığı şapşal bir sırıtışla lafını düzeltiyor: "notuyonuz bacı!"
Bitirirken bir soru: Sen nasılsınız?