Türkiye’de işçi sınıfıyla kucaklaşmayı hedefleyen devrimci bir hareketin belirli bir kitleselliğe ulaşması bu oyunu bozar.

Sokak oyunları

Türkiye’nin sokakları üstünde bir oyun oynanıyor. Sokaklar kitlelerindir; daha doğrusu radikalleşen kitlelerin... Elbette geniş anlamıyla, yani düzenin resmi siyaset kürsüsü olarak tanımladığı mekânların ötesinde, hayatın gerçekte akmakta olduğu her yer olarak “sokak.” Yani işyerleri ve okullarıyla, emekçi mahalleleri ve kent merkezleriyle, tarih ve toplumun anlamlar yüklediği meydanları veya dağ başında sahip çıkılan akarsuyuyla her tür eylem mekânı olarak “sokak”… 

Sağ, sokağı seçim kampanyalarında veya ancak çok zorunlu olduğunda başvurulabilecek, bunların dışında ise kural dışı, hatta meşru mücadele dışı bir yer olarak görür. AKP için de uzun süre böyle oldu. 2013 Haziran direnişinde “yüzde elliyi evlerinde zor tutuyorlardı!” Yani çıkartsalar bile bunu istemeye istemeye, mecburiyetten yapacaklardı! Tercihen toplu iftarlarla, cami açılışıyla falan sınırlı tutarak.

Sağın bu kalıbın dışına çıkması tipik değildir. Klasik faşizmin kitlelerle birlikte yükselmesini hatırlayın; o zaman soldaki büyük altüst oluşa duvar örülmesi gerekiyordu. Yani mecburiyetten yaptılar…

AKP’nin kendi koyduğu ve başkaları için sıkı sıkıya takip ettiği pandemi yasaklarını delik deşik etmesi yeni bir durum. O kadar ki, etkisi şimdiden buharlaşan parti kongreleri sonrasında, bu kadar çifte standardın kaldırılamayacağını hissettiklerinden olsa gerek, korona kısıtlarını gevşetmişlerdi. Salgının tepe yapması pahasına! 

Sonra giderek çifte standart normal sayılmaya başlandı. Öğrencilere gözdağı vermek için karşı gösteri yapılması gerekiyordu. Gece yarısı program çıkışında Soylu’nun yalnız olmadığı gösterilmeliydi… Bunlar toplumsal ve siyasal mücadelenin kaçınılmaz, doğal akışına örnek oluşturmayan, sokak müsamereleridir. Oyunun birinci ayağı, bu anlamda sokağın sağ tarafından işgali ve tasfiyesidir. Denemesi bedava, sağın genlerine uymaz.

Bu operasyon, düzenin meşru siyaset düzlemi sayılagelen kurumlarının itibar yitirmesiyle de bağlantılıdır. Meclisin temsille, mahkemenin adaletle, medyanın olup biteni yansıtmakla alakası kalmadığında toplum sözünü bu kürsülere havale etmek yerine sokakta dillendirmek yoluna daha kolay gidebilir. Bu gidiş burnu zaten krizden çıkmayan “düzen” için risklidir. O halde sokağın sola dönüklüğü mutlaka budanmalıdır. 

Türkiye egemen güçleri pandemiyi bu açıdan da fırsata çevirdiler. Kâh sayıları, kâh metre kareye düşen kişi ortalamasını sınırlayıp sınırlar çekilmeye başlandı. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bu durumun kalıcı kural haline getirilmesi mümkün değildir. Sokak radikalleşen kitlelerden kolay kolay kopartılamaz.

Türkiye solundaki dejenerasyon bu operasyonun değirmenine su taşımasaydı, başarısızlık şimdiye dek çoktan açıklık kazanırdı. Ne var ki, sol çoktandır “örgütlü kitle mücadelesinden” kaçma eğiliminde. Neo-liberalizmin soldaki izdüşümüne yıllar önce “sınıftan kaçış” adı takılmıştı ya; uzun zamana yayılınca ve “toplumsal kimliklerin” emekçi halk kitlelerinin yerini tutamayacağı açıklık kazandıkça politik mücadelenin nicel standartları da tuhaflaştı. Aslında basbayağı parlamentarist, düzen içi karakter taşıyan, “kimlikler” temelli reform programlarına angaje olan sol yapılar, bu faaliyet çizgisinden fazla bir şey elde edemediler. Öte yandan kendilerini parça parça kimliklere ayrıştırmışlardı ve sokağa çıkacak mecalleri de kalmamıştı. Her gündem maddesinde, üç aşağı beş yukarı iktidarın hijyen standartlarına denk düşen sembolik sayılarla basın açıklamaları yapmak adet oldu. Oyunun ikinci ayağı budur.

AKP iktidarı sokak üstündeki nafile hegemonya mücadelesini bu “sol sembolizme” şiddet uygulayarak sürdürüyor. Bu tutum solun etkisiz sokak performansına radikal görüntü armağan ettiği ölçüde muhalefet açısından da işlevli oluyor aslında. Kitlelerin gözünden bakıldığında şiddet görmenin herhangi bir cazibesi yok; ama nasılsa sınıftan kaçış kitleden kaçışa çoktan dönüşmüş bulunuyor.

Bu oyunlar bozulmalıdır, bozulur. Türkiye’de işçi sınıfıyla kucaklaşmayı hedefleyen devrimci bir hareketin belirli bir kitleselliğe ulaşması bu oyunu bozar. Üstelik düzenin sokağı kendine devşirmesi veya sokağa el koyması için en elverişsiz bir krizin ortasından geçiyoruz. Toplumda biriken öfke taşmaya hazırlanıyor. 

Bu oyunu bozarız. Yeter ki, kitlelere güven duygusu aşılamasını bilelim, öfkeyi örgütlenme enerjisine dönüştürelim. Kuşku olmasın, sokağı halk mücadelesinin en meşru kanalı olarak geri kazanacağız.