Sahaflar Çarşısı | İlk toplumcu romanımız: Çıkrıklar Durunca

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Yusuf Şaylan'la birlikte Türk edebiyatının ilk sosyalist, toplumcu gerçekçi metinlerinden biri olarak kabul edilen 'Çıkrıklar Durunca' romanını inceliyoruz

Özkan Öztaş

Belki de Türk edebiyatın en önemli eserlerinden biri demek yanlış olmayacaktır Çıkrıklar Durunca romanı için. Yazarı Sadri Ertem de bir o kadar ilginç bir karakter. Dönemin milletvekili, bürokrat olmasının yanı sıra derin bir şahsiyet. Yusuf Şaylan ile Çıkrıklar Durunca romanını konuşmak için buluşuyoruz bu hafta.

Hava gün içinde biraz yağmurlu biraz güneşli. Biz Yusuf Şaylan ile buluştuğumuzda hafif yağmur çiseliyor. Ankara'da Ayrancı'dayız bu hafta. Manzarası elçilik ağaçlarına bakan bir kafede oturuyoruz. "Önce bir bardak çayımızı alalım" diyor Yusuf ağabey. "İçimiz ısınınca kahveye geçeriz" diye ekliyor.

Şaylan yine elinde bir torba kitap ile geliyor. Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca kitabına karar verdiğimiz an hafızasını yokladı ve bir sürü kaynağı taradı geçtiğimiz hafta. Kitap için kimileri ilk toplumsal gerçekçi, ilk sosyalist ya da ilk işçi romanı diyor. Yusuf Şaylan kitabı anlatırken tarih perdesini biraz daha aralıyor ve kitaba dair ayrıntıları açmaya başlıyor. 

Çaylarımız geliyor. 

Başlıyoruz.

'Kim var imiş biz burada yok iken'

Karacaoğlan "Kim var imiş biz burada yok iken" diyor bir türküsünde. Yusuf Şaylan da kitabı anlatırken yine bu sözle başlıyor: "Sual eylen bizden evvel gelene, Kim var imiş biz burada yok iken"...

"Çıkrıklar Durunca romanı aslında bir dönemi anlamak için çok önemli bir kitap. Yazarı Sadri Ertem de ilginç bir karakter. Kitap Osmanlı'nın son yıllarında İngiliz pamuklu ve ipekli kumaşlarının piyasayı ele geçirmesiyle birlikte bir köydeki işçilerinin nasıl ekmeğinden olduklarını ve nasıl ayaklandıklarını anlatıyor. 

Mevzu az biraz bilindik bir hikaye. Yani fabrikalaşma süreçlerinde işsiz kalan manifaktür üreticilerin hikayesini anlatıyor Sadri Ertem. Bu tür örnekler zaten geleceğin işsizlerini, proletaryanın ilk nüvelerini ve köyden kente göçün konusunu oluşturacaklar. Dolayısıyla bir dönemi anlamak için kıymetli bir kitap olduğunu düşünüyorum. 

Bir de biz bu tür örnekleri Batı edebiyatından ya da Avrupalı kaynaklardan okumaya alışkınız. Anadolu'da cereyan eden bu tür örneklere yakından bakmak daha keyifli oluyor. Azıcık bizden bir şeyler de hissettiriyor" sözleriyle anlatıyor Yusuf Şaylan kitabı. İşin bizden kısmına ve Anadolu'daki örneklerine gelince söz gözlerinin içi parlıyor ve ekliyor: "O yüzden Karacaoğlan'ın bu türküsündeki dizeyi anımsarım. Kim var imiş biz burada yok iken diyor ozan. Bilir misin türküsünü?

Duruyor. Gözlerimin içine bakıyor ve türküyü mırıldanıyor: "En güzelini bence Hasan Yükselir söylüyor bunun. Şu yalan dünyaya geldim geleli türkünün adı. İşte o türküdeki duygu var bence bu kitapta da. Bizden önce kimler geldi geçti? Sonuçta yeni başlanmıyoruz bu mücadeleye. Bizden öncekilere bakmak bizi biraz daha donanımlı kılıyor. Eğer o tarihi yok sayarsanız olmaz. Köksüz insanlar devrimci olamaz diye düşünüyorum. Bugün tarih sahnesinden biraz biraz silinen birçok devrimci hareketin böylesi sonuçlarla karşılaşmasının belki de bir nedenini bu topraklara ayak basıp basamadığında aramak gerekmez mi? Bak ne diyor Şair Resul Hamzatov? 'Siz tarihe kurşun sıkarsanız o size topla yanıt verir'. Kendi tarihimize mağlup olmak yerine neden geleceği buralardan beslenerek kurmayalım ki. İşte bunun için o tarihi en iyi bilenlerden olmak gerekir"

Putları yıkarken: Resimli Ay Dergisi, Nâzım Hikmet ve Sadri Ertem

Sadri Ertem dönemimin ilginç karakterlerinden biri. Kendisi aynı zamanda milletvekili ve bürokrat. Bir yanıyla da çok donanımlı biri. Yusuf Şaylan söz dönüp dolaşıp kitabın yazarına gelince "Şimdiki milletvekilleri ile kıyaslayınca ne büyük fark var değil mi?" diyor ve gülüyor bir yandan.

1898'de İstanbul'da doğuyor Ertem. Babasının askerlik görevi nedeniyle Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli kentlerinde geçiyor çocukluğu. İlk yazılarını Türcüman'-ı Hakikat gazetesinde yayınladığında henüz 14 yaşında. Üniversite yıllarında Tanin gazetesinde yazan Sadri Ertem ilk öykü çalışmalarını da Genç Yolcular dergisinde yayımlıyor 1917 yılında.

Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu'ya geçen Sadri Ertem 1923'ten sonra İstanbul'da gazeteciliğe devam etti. Yayımladığı bir karikatür nedeniyle Şark İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan Ertem yargılanmasının ardından tekrar görevine döner. Aynı zamanda bir öğretmendir. 

Resimli Ay dergisinde Nâzım ile birlikte mesai yapan Ertem, burada kaleme aldığı öykülerle toplumcu gerçekçi tavrını iyice belirginleştirir. Nâzım'ın eski edebiyatçılara savaş açtığı Putları Yıkıyoruz kampanyasının örgütleyicilerinden biri olan Sadri Ertem, Nâzım'ın şiirde verdiği kavganın düz yazıdaki uygulayıcısı sayılmakta. Putları Yıkıyoruz kampanyasında başlarda yalnız olan Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Halit Fahri ve Sadri Ertem ile cepheyi genişletir. Sadri Ertem de yeni edebiyatı savunan ortak bir yazı kaleme alarak Nâzım'a destek verir. Karşı cephedekiler ise hiç hafife alınır isimler değildir. Bu genç yazarlar o dönem ciddi işlere girişmişlerdir. Yakup Kadri, Ahmet Hâşim ve Hamdullah Suphi’nin önderliğinde eski edebiyat savunucuları yenileri Sadri Ertem'i ve Nâzım'ı ‘komünistlikle’ suçlarken yıkılan putların altında kalmaktan da kurtulamamışlardır. 

Yine Nâzım'ın da yazarları arasında olduğu, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in çıkardığı Resimli Ay dergisi kitabın ilk tefrikalarının yapıldığı yer oluyor Çıkrıklar Durunca. Sadri Ertem, romanı ilk bu dergide yayımlıyor. Akabinde de 1931 yılında romanını kitap olarak ulaştırıyor okuyucuya. Ertem, Cumhuriyet dönemi edebiyatının öykü ve roman cephesinden baktığımızda Selahattin Enis, Osman Cemal Kaygılı ve F. Celalettin ile birlikte Türk edebiyatının toplumcu gerçekçi ekolünün ilk isimleri arasında yer alıyor.

12 Kasım 1943 tarihinde hayata veda ettiğinde henüz 45 yaşındadır. Ancak geriye onlarca hikaye, roman, makale, köşe yazısı ve içerik bırakmıştır. Genç hayatına çok şey sığdıran aydınlarımız arasındadır. 

Nâzım Hikmet'in öncülüğünde gelişen yeni edebiyat akımının "Putları Yıkıyoruz" kampanyasının ilk sayısı

'Cumhuriyet tarihinin en iyi 10 romanından biri, ilk tecrübe'

"Bak ne diyor Atilla İlhan kitap için. 'Ömer Faruk Toprak bu kitabı Cumhuriyet tarihinin en iyi 10 romanından biri olarak seçmiş. Oysa ben bu kitabın adını dahi bilmiyordum' diyor.

Ben de ilk kez okuduğumda çok şaşırdım böylesi bir romanın varlığına. Ancak kitabı okuyunca nasıl olur da böyle tarihi bir roman bilinmez, okullarda bahsi geçmez daha çok şaşırıyor insan. Ömer Faruk Toprak kitap için sosyal roman nev'ine ait ilk tecrübe diyormuş. Öyle aktarıyor Atilla İlhan"... Kitabı bu sözlerle anlatmaya devam ediyor Yusuf Şaylan ve ekliyor:

"Ben kitabı ilk kez Yusuf Ziya Bahadınlı'nın Öyle Bir Aşk kitabını okurken öğrendim. Daha önce duymamıştım. Bahadınlı, Kayseri'nin az ötesinde Pınarbaşı'na doğru Pazarören Köy Enstitüsü'nde okurken kütüphanede fark ediyor bunu. O dönem Bahadınlı aynı zamanda kütüphanenin de sorumlusu. Kitabı görünce şaşırıyor. Hiç duymamış kitabı. Okuyor ve hayran kalıyor. Ben de Yusuf Ziya Bahadınlı'nın kitabında görünce şaşırdım ve hemen gidip aldım. O günden bu yana da çok fazla kişiye okuttum, hediye ettim." 

Alevi diyarında bir ordu, Avrupa'ya kaybeden Osmanlı'ya baş kaldıran bir köy

Bugün Bolu ile Zonguldak arasında bir yere denk düşen Adaköy o zamanlar Kastamonu'ya bağlı bir Osmanlı köyü. Köylüler Alevi. Alevi inancı toplumsal hayatı belirleyen bir imge kitapta. Gündelik hayatlarını çıkrık tezgahlarında kumaş üreterek idame ediyorlar. 

Ancak işler eskisi gibi de yolunda gitmiyor. Artık el tezgahlarında ürettikleri kumaşlar ve iplikler pazarda alıcı bulamıyor. Sebebini öğrenmek için İstanbul'a giden bir köylü ise artık şehir tezgahlarında İngiliz kumaşlarının olduğunu fark ediyor. Üstelik sudan ucuz fiyatlarla. 

Koca imparatorluk her geçen gün dışa bağımlı hale gelmiş ve sanayileşme trenini kaçıran Osmanlı makinalara teslim olmuştur. Olan da haliyle Adaköy gibi dokuma tezgahlarında el emeğiyle geçinen köylülere olur. Tek geliri dokumacılık olan Adaköylüler şaşırır bu duruma. Ama dokumaya da devam ederler diğer yandan. Ancak Vali duruma itiraz eder. Zira İngilizlerle anlaşılmış ve dokuma tezgahlarının kapatılması kararlaştırılmıştır. 

Yusuf Şaylan kitabın Otopsi Yayınları'ndan baskısındaki "Metin Erksan" kitaplığı mührünü gösterirken.

Bakıyor ki köylüler Vali Paşa'dan bir çıkar yol yok, kendi yollarını çiziyorlar. Zülfükar adını verdikleri kendi ordularını kurarlar önce. Sonra da çevre köylere propaganda etmeye başlarlar. Vergiler kalkacak, öşür alınmayacak ve askerlik olmayacak gibi vaatlerle taraftarlarını arttırlar.

"Bu dönemleri bilmeli okurlar. İngilizlerin sebep oldukları problemleri, Osmanlı'daki işbirlikçileri görmeli ve anlamalı. Halkın aynı zamanda hep diğer yanağını dönmediğini de görmeliler. 

Teslim Töre böyle bir tartışmada bir kavram kullanır. Sapı silik der.

Sapı silik.

Köksüz olanlar ya da kökünün farkına varamayanlar için der. Töre bunu tabi başka bir tartışmada başka bir amaçla kullanıyor ama amacı benzer. Yani kendi tarihinden habersiz olanlar için ifade ediyor bunu.

Okuyup kendini geliştirmeyen insanlar kritik zamanlarda sendeler. Böylesi tarihi metinler ise insanların ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlar" diyor Yusuf Şaylan. 

"Sıradan bir okur için belki de çok etkileyici, nefes kesici, heyecan verici bir metin olmayabilir. Ama bu ülkenin kaderini değiştirmek isteyen insanların okuma listesine yer alması gerekir bu kitap" diyor.

Çıkrıklar Durunca kitabına dair söyleşimizi tamamlarken çayların ardında gelen kahvelerimizi de bitiriyoruz. Gün yağmurlu ve bulanık havadan güneşli bir öğle sonrasına geçiyor. Yusuf Şaylan'la vedalaşıyoruz. O Ayrancı'dan Kızılay'a doğru yürürken kitabı bana veriyor ön sözlerini okumam için. Elimdeki baskısı Otopsi yayınlarından. Cengiz Özakıncı, Atilla İlhan ve Feridun Andaç'ın önsözlerinin olduğu baskıyı alıp yürüyorum.

Haftaya rotamızı başka diyarlara çevireceğiz Sahaflar Çarşısı'nda.