Genç bir işçi soruyor: Yoğurt mu yoktu memlekette, yeterince çalışmadım mı yoksa?

Bugün ülkenin dört köşesinde sahneye çıkıp 'işçi sınıfını temsil etmeye ve memleketin geleceğini tayin etmeye adayız' diyen işçiler, bir gün hep birlikte çıkacak o siyaset sahnesine.

İlter Aslaner

“Ben bir market emekçisiyim ve günde 12 saat çalışıyorum” diye söze başladı Tolga. Haftada bir gün izni varmış sadece. Uyku, yemek yemek, yapılması gereken işler derken geriye, daha doğrusu yaşamaya ne kalıyor? Hesap ortada, hiç…  

Genç bir insan, bir baba, hayatının en üretken dönemindeyken tek varlık sebebi bir patronu zengin etmek haline nasıl geliyor? Patron daha çok kazansın diye yemek yiyor, daha çok kazansın diye uyuyor. Sanki sadece bunun için nefes alıp veriyor... Ne emeğinin karşılığı var, ne alnından akan terin değeri.

Bu sömürü düzeninde yaşamıyor olsak hepimize yetecek zenginliğe sahip ülkemizde her gün biraz daha yoksullaşıyor, her gün biraz daha zorlaşıyor hayatlarımız.

“Günde 12 saat çalışıyorum ama o 12 saat içerisinde yemek yiyecek vakti bile zor buluyorum, yaratabildiğimiz ufacık bir boşlukta, bize reva gördükleri 3 kuruşluk yemek parasıyla, artık bütçemiz neye yeterse, hızlıca karnımızı doyurmaya çalışıyoruz.”

Tolga böyle devam ediyor konuşmaya. O konuştukça başlar onaylar şekilde sallanıyor salonda. Üç aşağı, beş yukarı… Anlatılan hepimizin hikayesi değil mi? Bu salonda, kışta kıyamette neden bir araya geldik sanki? Beraber konuşmak, ama sadece dertleşmek değil çözümünü de bulmak, birbirimizin elinden tutmak için değilse neden?

“Kendi karnımızı doyurmaktan geçtik, insanlara bal, tereyağı satarken ekmek arası peynire razı olmayı öğrendik ama bütün gün canı çıkarcasına çalışan bir babayım ben.”

“Çocuğum yoğurt istedi alamadım. Neden? Yoğurt mu yoktu memlekette, yeterince çalışmadım mı yoksa? Artık yeter!”

Bu söylenenleri hangi işçi kendisine uyarlayamaz ki: Hayatı boyunca yüzlerce ev yapan bir inşaat işçisinin başını sokacak yer bulamaması, binlerce otomobili üretmiş montaj işçisinin iş çıkışlarında evine ulaşmak için saatlerce sağlıksız toplu ulaşım araçlarında zaman geçirmesi, her gün türlü türlü gıda, temizlik maddesini raflara özenle dizen market çalışanının evine eli boş dönmesi, evlerde çocuk bakan kadınların kendi çocuklarına zaman ayıramaması... Uzayıp gider bu liste. Ne iş yapıyorsak yani ondan bile mahrum kalmak, ne üretiyorsak dokunamamak!

***

Türkiye Komünist Partisi’nin ülkenin her köşesinde gerçekleştirdiği milletvekili adaylarını belirleme toplantılarından birinde gerçekleşti Tolga'nın konuşması. Ankara’nın Çankaya adaylarını belirlemek için toplanan ve "artık yeter" diyen işçilerden sadece biriydi Tolga. O konuşurken insanların gözüne baktığınızda, onların Tolga’yı nasıl dinlediğini gördüğünüzde anlıyordunuz bunun sadece bireysel bir dert yanma değil, bir sınıfın dile gelmesi olduğunu. Bugünlerde ülkenin dört bir yanında böyle konuşmalar yapılıyor. Bu toplantılar öyle kulislerin yapıldığı, pazarlıkların yürütüldüğü toplantılara, emekçilerin figüran diye sandalyelere dizildiği toplantılara hiç mi hiç benzemiyor. 

“Artık yeter” derken gerçekten artık yetmesi için, bu karanlığın, bu sömürü düzeninin son bulması için mücadeleye girenlerden biriydi Tolga. “Normalde çok mutlu bir insanım, ağlayacağımı hiç tahmin etmiyordum” derken, gözyaşını durdurmaya çalışıyordu. Hem öfkeliydi yaşadığı tüm bu haksızlıklar karşısında, hem de son derece gururlu ve güçlü hissediyordu boyun eğmediği için. Çünkü o salonda bir sınıf olunmuştu. Henüz tüm sorunlar olduğu yerde duruyorken bile salonu dolduran bu duygu herkese güç ve güven aşılamıştı.

Tanıyanlar bilir, Tolga mücadele arkadaşlarıyla tanıştığı günden beri muazzam bir enerjiyle, her konuştuğunda büyüyen bir heyecanla anlattı bulduğuna emin olduğu cevheri: Örgütlü mücadeleyi, partisini... Kendisi gibi market işçisi arkadaşlarına dayanışmayı, birlik olmanın anlamını taşırken örgütlü karanlığın karşısında, örgütlü çıkılması gerektiğini. 

Şimdi bir adım daha ileri attı ve yüzbinlerce market işçisinin temsilcilerinden biri olmak için adaylığını ilan etti. Yanında mimar Fatma, genç emekçi Merve, KHK'yle ihraç edilmiş Coşkun, emekli Yasemin ve EYT’li Güven vardı. Artık sahnede ülkeyi karanlığa gömenleri "oturdukları koltuklardan söke söke atacağız" diyen, umudu sınıfın öfkesiyle büyüten irade ve dayanışma vardı.

“Sınıflar mücadelesinde kehanete yer yoktur. Büyük patlamalar önceden kestirilemez. Buna ancak hazır olursunuz. Devrimcilerin görevi hazır olmak ve hızlandırmaktır. Biz ayaktayız.” demişti Alparslan Savaş bir yazısını bitirirken. Bugün ülkenin dört köşesinde sahneye çıkıp, "işçi sınıfını temsil etmeye ve memleketin geleceğini tayin etmeye adayız" diyen işçiler, bir gün hep birlikte çıkacak o siyaset sahnesine. Bugün yapılan her şey, işte o büyük güne hazırlık içindir.