ANALİZ I Libya'da istikrar aranıyor ama dünya istikrarlı değil

Avrupa Birliği, 2011'deki NATO müdahalesinin ardından iç savaşa sürüklenen Libya'nın, nasıl yeniden 'istikrara' kavuşturulacağını tartışıyor. İstikrar arayanlar birbirinin kuyruğuna basmak için fırsat kollayan emperyalistler olunca olan yine Libya halkına oluyor.

Doğacan Oruçoğlu

Kuzey Afrika'nın en büyük petrol sahasına sahip olan Libya'da, 2011'deki NATO müdahalesinden bu yana süregelen istikrarsızlığa çözüm arayışları sürüyor.

Ülke, Batı'da Trablus merkezli ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Doğu'da Tobruk merkezli rakip hükümet arasında bölünmüş durumda.

NATO MÜDAHALESİNİN AĞIR FATURASI

Bir zamanlar Afrika'nın en zengin ülkesi olan Libya, bugün siyasi bağlılıklarını sürekli değiştiren silahlı grupların, aşiretlerin ve cihatçı çetelerin savaş alanına dönüştü.

NATO müdahalesinin Libya'da yol açtığı yıkım, ilk olarak, Sahraaltı Afrika'dan çalışmak için Libya'ya gelen siyahilere dönük katliamlarla dünya kamuoyunun gündemine girmişti. Mısrata kentinde, NATO tarafından desteklenen isyancılar kendilerini açıkça "siyah köleleri tasfiye taburu" olarak adlandırıyorlardı.* 

Daha sonra, ülkede köle pazarları kurulduğunu gösteren fotoğraf ve videolar yayınlandı. CNN tarafından 14 Kasım 2017'de yayınlanan görüntülerle, Afrikalı genç mültecilerin "çiftlik işleri için güçlü, yağız delikanlılar" denilerek, açık arttırmayla 400 dolara satıldığı ortaya çıktı.

'400 BİN KİŞİ GÖÇE ZORLANDI'

Ülkedeki iç savaşın 2011'den bu yana binlerce kişinin yaşamına mal olduğu, en az 400 bin Libyalı'yı da iç göçe zorladığı kaydediliyor. Ülkenin 6 milyonluk nüfusu düşünüldüğünde, bu sayı toplam nüfusun en az yüzde 6,6'sına denk geliyor. 

Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi'nin 2016'da yayınladığı rapora göre, silahlı çatışmalar 6,3 milyon Libyalıdan 3 milyonunun yaşamını etkiledi ve 2,4 milyon kişiyi korunmaya ve insani desteğe muhtaç duruma düşürdü. 

Altyapı tesislerini de yerle bir eden savaşın, Libya'nın NATO müdahalesinden önce günde 1,6 milyon varil olan petrol üretim kapasitesini de günde 700 bin düzeyine indirdiği görülüyor.

'MÜDAHALE KARARI ALDIRAN İSTİHBARAT İSABETSİZDİ'

Birleşik Krallık Parlamentosu Dışişleri Komitesi'nin 2016-2017 yasama yılında hazırladığı Libya raporunun giriş kısmında, İngiltere ve Fransa'nın öncülüğünde gerçekleştirilen müdahale sebebiyle, hükümet şu ifadelerle eleştirilmişti:

"Mart 2011'de, Birleşik Krallık ve Fransa, ABD'nin de desteğiyle, Libya'da Kaddafi'ye sadık güçlerin saldırılarından sivilleri korumak amaçlı bir müdahaleyi desteklemek doğrultusunda uluslararası topluma öncülük etmişti. Bu politika isabetli bir istihbarat çalışmasına dayanmamıştır. Özellikle hükümet, sivillere dönük tehdidin olduğundan yüksek gösterildiğini ve isyancıların kaydadeğer etkide bir İslamcı unsuru içerdiğini fark edememiştir. 2011 yazından itibaren ise, sivilleri korumak için gerçekleştirilen sınırlı müdahale, rejim değişikliğini hedefleyen oportünist politikaya yerini bırakmıştır."

'KADDAFİ REJİMİ SİVİLLERİN HEDEF ALMADI'

Dahası, aynı raporda, Libya'nın NATO müdahalesiyle devrilen lideri Muammer Kaddafi'nin sivilleri hedef aldığına dönük istihbaratın yalan olduğu saptanmıştı:

"... Muammer Kaddafi'nin Bingazi'de sivillerin katledilmesi emrini verdiği iddiası geçerli kanıtlarla desteklenmemişti. Kaddafi rejimi, Şubat 2011'de, isyancıların elinde tuttuğu şehirleri sivillere saldırmadan geri aldı. Şubat ve Mart 2011'deki Misrata çatışmalarında, hastane, 257 kişinin öldüğünü ve 949 kişinin yaralandığını kaydetti. Bunların 22'si kadın, 8'i çocuktu. Trablus'taki Libyalı doktorlar ise BM soruşturmacılarına, Şubat 2011'deki çatışmaları takiben, kentteki morglara 200'den fazla ceset taşındığını ve bunların ikisinin kadın olduğunu açıkladılar. Erkek ve kadın ölümlerindeki orantısızlık, Kaddafi rejimi güçlerinin bir iç savaşta bulunan erkek savaşçıları hedef aldığını ve ayrım gözetmeksizin sivillere saldırmadığını gösteriyor. Bunun ötesinde, Muammer Kaddafi'nin 40 yıllık insan hakları ihlalleri sicili, Libyalı sivillere dönük geniş çaplı saldırıları içermiyor." 

Mart 2011'de Libya'ya müdahale kararını 13'e karşı 557 oyla onaylayan Birleşik Krallık Parlamentosu, işte bu ifadeleri kullanarak, NATO müdahalesinin uydurma gerekçelerle kararlaştırıldığını resmen kabul etmiş oldu.

'FRANSIZLAR YÜZÜNDEN'

Birleşik Krallık Parlamentosu'nun söz konusu raporunda, önemli iddialardan biri de, Fransızların Libya'ya NATO müdahalesi gerçekleştirilmesi için özel bir çaba içerisinde olduğu yönündeydi. 
Araştıma komisyonu, açıkça, Fransa'nın art niyetli girişimlerle müttefiklerini müdahaleye zorladığını iddia ediyor, özel olarak dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'yi suçluyordu. İddiaya göre, Libya müdahalesiyle birlikte, Fransa, Kuzey Afrika'daki pozisyonunu güçlendirmek istiyordu. 

Buna ek olarak Sarkozy'nin bir de kişisel hesabı vardı: İç siyasette kendisini sıkıştıran aşırı sağcı Ulusal Cephe partisinin karşısında elini güçlendirmeyi hesaplıyordu. Buna göre, Sarkozy, Nijer'den başlayıp Libya üzerinden Avrupa'ya uzanan göç yolunun kontrol altına alınmasını sağlayarak, göçmenlere karşı Fransa'yı koruduğunu gösterecekti.

İngiliz siyasetçiler, hükümetlerinin Fransız girişimini fark edememesinden rahatsız olmuşlardı.

TÜRKİYE VE KATAR DIŞLANDI

Geçtiğimiz günlerde İtalya'nın Palermo kentinde toplanan Libya zirvesi, ülkenin geleceğine dönük hesaplar yapan uluslararası güçler arasındaki anlaşmazlıkları bir kez daha su yüzüne çıkardı.

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) lideri Feyiz el Sarraj'ın yanı sıra Tobruk merkezli rakip hükümetin lideri Halife Belkasım Haftar da zirveye paralel görüşmeler gerçekleştirmek üzere Palermo'daydı.

Programdaki toplantılara katılmayan Haftar, burada, rakibi Sarraj'ın da katıldığı ancak Katar ve Türkiye'nin dışlandığı bir gayriresmi toplantı gerçekleştirdi. Bunun üzerine Türkiye'yi temsilen zirvede bulunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay resmi görüşmeyi de terk ederek protestosunu dile getirirken, Libya'nın "savaş lordu" Haftar, Türkiye ve Katar'ı "teröristleri" desteklemek" ile suçladı.

ULUSLARARASI HESAPLAR

Fransa'nın Libya'da desteklediği aktörün Haftar olduğu, Tobruk merkezli hükümetin asker kökenli liderinin geçtiğimiz ay Fransa'nın ev sahipliğinde düzenlenen Libya görüşmelerine ilk kez davet edildiği biliniyor. 

Haftar, aynı zamanda Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından da destekleniyor. Geçtiğimiz günlerdeki görüşmelere ev sahipliği yapan İtalya'nın ise kararsız bir şekilde de olsa Trablus hükümetini desteklediği ve Fransa'nın inisiyatifini azaltmak için bu kez görüşmeleri düzenleme görevini üstlendiği belirtiliyor.

Haftar'ın girişimiyle düzenlenen görüşmelerden Türkiye ve Katar'ın dışlanması ise, bu iki ülkenin bölgedeki gerilimlerde düşman kampın içerisinde yer almasına ve İtalya gibi Trablus merkezli hükümeti desteklemesine bağlanıyor.

RUSYA DA SAHADA

İngiltere'nin "sansasyonel" gazetelerinden The Sun, 8 Ekim'de yer verdiği "Libya'da Putin birlikleri" başlıklı haberinde, istihbarat servisi şeflerinin Başbakan Theresa May'i Rusya'nın Libya'daki faaliyetlerine ilişkin uyardığını iddia etti.

Uluslararası ilgi uyandıran The Sun haberinde, Rusya Devlet Başkanı Valdimir Putin'in Libya'yı "kendi yeni Suriye'si" yapmak istediği, bunun için onlarca gizli servis ajanı ve özel harekat birliği yolladığını öne sürüldü.

Haberde, "Sahil şehirleri Tobruk ve Bingazi'de iki Rus askeri üssü, şaibeli Rus özel savaş şirketi Wagner Group kisvesi altında, çoktan faaliyete başlamış durumda" ifadeleri kullanıldı ve Rusya'nın da Halife Haftar'ı desteklediği vurgulandı.

Rus yetkililer, Libya'da istihbarat ajanlarının ve özel harekat birliklerinin varlığını yalanlayan açıklamalar yapsalar da, birden fazla Rus özel savaş şirketinin ülkede faaliyet gösterdiğini kabul ettiler. 

Rus ordusuyla ve istihbarat servisiyle doğrudan ilişkili Wagner gibi özel savaş şirketlerinin, Kremlin'den bağımsız hareket edemeyeceği düşünülecek olursa, sağlanan bu "hizmet" Rusya'nın Libya'da da İngiltere ve

ABD'nin çıkarlarıyla, aktif bir şekilde zıtlaştığını ortaya koyuyor. 

KÜRESEL KRİZİN FAY HATTI LİBYA'DAN DA GEÇİYOR

Suriye'den sonra Libya'da da, emperyalizm içi çelişkiler belirginleşiyor. Bir tarafta ABD ve İngiltere Rusya'yla hesaplaşırken, diğer tarafta BAE ve Mısır, Türkiye ve Katar'ın Doğu Akdeniz ve Afrika'daki iddialarına ket vuruyor.

Göçmen sorununun basıncı altında daha oportünist bir tutum alan İtalya ise, Afrika'ya ve Akdeniz'e dönük iddiaları için kritik bir konumda bulunan Libya'yı da Tunus ve Fas gibi, Fransız nüfuz alanına terk etmek istemiyor.

Fransa'nın öncülük ettiği 2011'deki NATO müdahalesine başta muhalefet eden İtalya, Libya'daki savaş dolayısıyla Fransa'yı en yetkili ağızlardan resmen suçlamış ve ülkedeki her çatışmayı askeri birliklerinin sayısını arttırmak için bahane olarak kullanmıştı. 

İtalya Savunma Bakanı Elisabetta Trenta, geçtiğimiz aylarda, "Bugün açık ki bu ülkenin kendini bu durumda bulması, 2011'de, birilerinin kendi çıkarlarını Libya halkının ve Avrupa'nın çıkarlarının önüne koyması yüzünden" ifadelerini kullanmıştı. İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini de, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'yi "başlatılmaması gereken bir savaşı başlatmakla ve BM ya da Libya halkına danışmadan adım atmakla" suçlamıştı.

PAROLA: SIĞINMACI SORUNU

Görüldüğü üzere, birbiriyle rekabet halindeki Avrupa ülkeleri, son yıllarda Libya'dan Nijer'e uzanan bir hatta, askeri ve "diplomatik" varlığını arttırdı.

Sığınmacı sorununun çözümü için, son BM ve AB raporlarında "kaynak ülkedeki istikrarsızlığın sonlandırılması ve bunun için işbirliğinin geliştirilmesi" vurgusu öne çıkıyor. Bu doğrultuda, AB toprakları dışında AB tarafından fonlanan ve güvenliği sağlanan sığınmacı kampları oluşturuluyor.

Bununla paralel olarak, Libya'ya dönük uluslararası girişimlerin parolası sığınmacı sorunu ve insan kaçakçılığıyla mücadele haline gelmiş durumda. 

Avrupa'nın güvenliği ve göçmen sorunun çözümü için Libya'nın istikrara kavuşması gerektiği konusunda, liderler mutabakata varmış gözüküyor. 

Gelgelelim, uzun bir süredir, geçmişteki ölçülülüğü ve prestijinden eser kalmayan Avrupa siyasetinin bu haliyle herhangi bir yabancı ülkeye istikrar ihraç edebileceği şüpheli.


*Sam Dagher'ın Wall Street Journal'da yayınlanan 21 Haziran 2011 tarihli ve 'Aşiret kavgasının mahvettiği bir Libya kenti' başlıklı haberinde, duvarlara yazılan ırkçı sloganlara dikkat çekiyordu. Libya'daki isyancılar arasında, cihatçı gruplar olduğu gibi, özellikle Sahraaltı Afrika'dan gelen göçmenlere karşı ırkçı düşüncelerin yaygın olduğu görülüyordu.  
https://www.wsj.com/articles/SB10001424052702304887904576395143328336026