Şerefe

Genetiğin altın organizmalarından başlıcası hiç kuşkusuz “meyve sineği” diye yanlış bilinen, “sirke sineği” yakıştırması da yaşam alanının ancak bir bölümüne karşılık gelmesiyle yetersiz kalan Drosophila’dır. Bu minicik sinek, yirminci yüzyılın hemen başlarından itibaren genetik biliminin ne kadar köşe taşı varsa tamamının ya döşenmesinde ya da kenar harcının içinde yer almştır ve almaya devam etmektedir. Evrimsel geçmişin ortaklığı sebebiyle de elbette insan dahil tüm canlılığın kalıtımsal kurallarının saptanması ve pekiştirilmesinde rolü dolayısıyla olağanüstüdür.

Drosophila aslında bir sınıflandırma kategorisi olarak bir cinsin ismi. Yani bu başlık altında pek çok tür bulunuyor. Bu tür sayısı öylesine çoktur ki kabaca Hawaii diye bildiğimiz volkanik adalar sistemine yayılmış 1500 kadarıyla beraber yeryüzünde 5000’in üzerinde Drosophila türü mevcut. Hal böyle olunca, evrimsel biyoloji çalışmaları açısından da Drosophila’nın en az genetikteki kadar-tabii birbirini besleyen iki temel disiplindir bunlar-popüler olması kaçınılmaz ve burada en azından 80 yıllık bir yoğun mesai geçmişi yatıyor. Büyük evrimci Dobzhansky’nin, evrimsel biyolojinin kuramsal çerçevesini görünür kılan ve genişleten ve yaklaşık 40 yıllık bir zamana yayılan “Doğal Popülasyonların Genetiği” çalışmalarının hedef organizmasının kıta Amerikasına özgü bir Drosophila türü olduğunu hatırlayalım hemen.

Drosophila elbette yalnız ve mağrur bir hükümdar değil genetik ve evrim çalışmaları evreninde. Gerçek bir bakteri olan E.coli (buradaki gerçek vurgusu elbette “adam gibi” ya da “tuttuğunu koparır” cinsinden değil bizim kabaca bakteri dediğimiz alem de antik ve gerçek olmak üzere biyolojik manalı iki kısma ayrılır) ve bildiğiniz ekmek mayası-bira da, şarapta mayalar- ve tabii insanın hem dost hem de düşman saydığı fare de genetik ve evrim çalışmalarının vazgeçilmez, yıldız model organizmalarıdırlar.Son yıllarda bu yıldızlar geçidine gözle asla göremeyeceğimiz bir kancalı kurtçuk, Arabidopsis namlı bir bitki ve zebra gibi savanalarda sekemeyen ancak çizgi çizgi deseniyle suda cilveleşen bir balık da katılmıştır. Drosophila dahil bütün bu “model” canlıların temelinde yer aldığı devasa araştırmalara harcanan milyarlarca dolara ne kadar asmalı köprü, milletin habire alışveriş edip, yiyip içip üremeye döndüğü AVM’li yüzme havuzlu yüz katlı lüks rezidans inşa edilebilirdi varın siz tahmin edin!

Ancak Drosophila’nın temel önemi, dayandığı uzun bilimsel tefekkür geçmişinin üzerine inşa edilmiş modern genetik araçların varlığı ve laboratuvardaki görece kullanışlılığından da kaynaklanmaktadır. Genlerle ürünleri arasındaki ilişkinin çok katmanlı ve geniş manasıyla hayli etkileşimsel bir mimari arzettiğinden zaman zaman bahsetmiştik. İster temel açıdan yani bir biyolojik özelliğin karmaşık genetik temelinin izahı, ister hemen her durumda çok genli ve faktörlü olduğunu bildiğimiz her türden hastalığın anlaşılması ve tedavisine giden yol bakımından olsun, Drosophila yine en merkezi konumdaki model organizma olmayı sürdürmektedir. Örneğin, genetiği aldığı biçimi son yirmi yıldır değiştiren, North Carolina Eyalet Üniversitesi’nden kantitatif genetik ve genomikçi Trudy Mackay ve ekibi, tanımladıkları 200’ü aşkın Drosophila genomuyla, temel ve tıbbi genetik araştırmalarda devrim yaratacak bir eşikteler. Yine, geçtiğimiz günlerde Türkçe’ye çevrilen Son Sözü Genom Söyler adlı kitabın yazarı Greg Gibson da çok parlak bir Drosophila genetikçisi olmasının üzerine koyduğu genomik tıp perspektifiyle geleneksel tıbbi genetiği temelinden sarsan görülmemiş düzeyde işlerin altına imza atmakta ve kantitatif genomikin insan coğrafyalarına haritalandığı entelektüel bir devrimin öncülüğünü yapmakta.

Büyük Drosophila genetikçisi Michael Asburner, Drosophila türlerinin genellikle alkolün biriktiği çürümüş bitki parçalarıyla olan ekoloijk ilgisi üzerine, yıllar önce şöyle demişti “Drosophila ve insanın iki ortak noktası var: Her ikisi de Afrika’dan çıktı, her ikisi de alkole bayılıyor”. Biz de, Drosophila ve insanı herhali hoş olmasa da mümkün kılan tabiatlı düzenin şerefine diyelim!