Gökteki yıldızlar

Kitap, dokuzuncu yüzyılın Bağdat’ında okuduğu ve sattığı tüm kitapları muhteşem “Fihrist”inde özetleyen sahaf El Nedim’in billurlaştırdığı bir kapıdır evrene açılan. Veyahut Borges’in Babil Kütüphanesi’nde evrenin ta kendisi olur, okur ve alimin bilginin sonsuz dehliz ve labirentlerinde kendini tüketerek tuzla buz olmasının denizidir her yaprağı. Kitap gökteki yıldızdır bilgi, hatıra, kan, entrika, aşk ve meşk bir zamanlar var olmuş yaşamlardan geriye kalmış parıltıların kadim sayfalara yansımasından öte nedir ki?

Kitabı yok etmek, kalan parıltısıyla birlikte gerçeği bellekten silmenin son kertesidir. Fernando Baez “Kitap Yok Etmenin Evrensel Tarihi” adlı önemli eserinde, kitabı yok etmenin temelindeki motifin, kendi düşünce ve tarihini yok edilen kitabın ifade ettiği bir diğer ve zıt kültürün yerine geçirme olduğunu haklı biçimde tesbit eder. Ötekinin yok edilmesini simgeleyen ya da doğrudan yok edişin ardından düşüncesinin de katledilmesini ifade eden nice kütüphane yangınları, meydanlarda kitap yığınlarından tutuşturulan “şenlik ateşleri”. İçi içine sığmaz şekilde sokakları arşınlayıp yok edeceği kitabı yal bulmuşta yitirmiş gibi arayan fanatikler ve Echeimanvari bir bağlılığın otomatlaştırdığı mankafa vazifeperverliğin aşkıyla kitap katletmeyi işinin gereği sayan resmi hizmetliler ve onları ateşleyen kimi zaman kıskanç kimi zaman vazifeli mürekkep hokkaları hep aynı kaptan beslenirler.

Chomsky’nin bir defasında “düşünce kontrolünün bütünselliği” dediği şey sanırım meselenin özüne karşılık geliyor. Aksi takdirde “Fırıncının Kızı” ve “İşçi Sınıfının Tarihi” türü kitapların devlet aygıtının yasaklı kitaplar listesindeki evrenselliğini izah edemezdik.Böyle listeleri hazırlayanların geniş okuma kültürleriyle ilgisi bulunmasını doğaldır ki beklemeyeceğimiz bu durum, uzun saçı ve pamuk sakalıyla bilegeldiğimiz bir büyük adamın ta 1848’de zikrettiği ve modern devletin çıkar gruplarının gündelik işlerini yürüten bir cihazdan başka şey olmadığı yönündeki öngörüsünün tezahürlerindendir desek yanılmış olmayız herhalde.

Çağdaş demokrasilerin devlet aygıtı karşısında bireyi mümkün olduğunca tahkim etme mücadelesinin oluşturduğu hafızadan güç aldığını biliyoruz. Tuhaf olan, pek çok insan ve görünmez elin asasını tuttuğu böyle bir çoklu aygıtın zıvanasından çıkarak-ya da demokrasiyi her zamanki “normal” haline tehdit sayarak- insan ve kitaplarını katletmeye varacağı şiddet halinin, icracılarında tamamen bireysel olması icap eden şehvetin bir parçasına dönüşmesi. Acaba kitlenin aşırı yek vücut olduğu anlarda mahallemizden ya da memleketten tanıdığımız birine benzemesi şeklinde vecd hali midir yansıyan? İnsanın, mesela, tapu tapulama dairesini ya da sulak alanlar kurutma müdürlüğünü sevip sayması da demek olan devlet baba imgesinin kişide yaratttığı bir evlat sorumluluğu mudur onu kitap yakmaya da sevk eden?

Eskiden sahaflar kitap kapaklarına “Kebikeç” denen bir mührü yazarlarmış.Kitabı böcekten kurttan yani zamanın densiz bekçilerinden koruduğuna inanılan bir tür tılsımmış bu mühür. Bu mührü kırmak ise, vazifeye hazır binbir çeşit teçhizat ve insan bulunduğu için artık daha kolay. Böcek her yerde ve tohumları her yaprağa yetecek bollukta. Hatta kitabı yakmaya bile lüzum yok artık. Zihinlerindeki hayalini yok edecek otosansür ve iyice alışageldikleşen bir dünyanın banalliğiyle yaygınlaşan korku araçları zaten vücud bulmasını engelliyor. Sonuçta yok edilen düşüncenin kendisi. Peki ne yapmalı? “Ya Kebikeç!” demenin sonu gelmedi mi?