Burjuvazinin yargısı ile halk adına yargılama aynı şey değil. Bu gerçek. Ancak burjuvazinin kendi hukuk devleti ve bağlı olarak yargısı da çiğneniyor, bu da gerçek.
Can Atalay hukuk ve yargı faciasında Anayasa Mahkemesi Başkanı hukuk devletinde “yorum kakafonisine yer yok” diyerek uyarırken, AYM kararının gönderildiği İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararın gereğini Yargıtaya havale ederek “kakafoni” yanıtı verdi.
Burjuva hukuku için kullanılan “hukuk çok telli sazdır, hangi teline vurulursa onun sesi çıkar” benzetmesini uyguladı derece mahkemesi. Havale kararı okunduğunda, eskilerin deyişiyle dili de pabuç gibi.
İstanbul Mahkemesi, bireysel başvuruda anlatılan ihlal süreçlerini ve AYM’nin iddiaları incelerken hak ihlali yönünde yaptığı değerlendirmeler içinde Yargıtay 3. Ceza Dairesine yönelik olanları görüyor da kendisine yönelik olanları görmezden geliyor. AYM kararının gerekçesinin içinden kendince yorum çıkarıyor ve derece mahkemesi olduğunu yok sayıyor.
Kararın “Giderim” ve “Hüküm” bölümleri çok açık. “Giderim” bölümünde “kararın ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir” denilerek “derece mahkemesi”ne gönderme yapılıyor.
“Hüküm”ün (D) maddesinde de, derece mahkemesinin yapması gerekenler sıralanarak: “Kararın bir örneğinin hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2021/178) gönderilmesine” deniliyor.
AYM’ye başvurmadan çözümlenmesi gereken konu AYM kararına karşın yine çözümsüzlük durağında.
Haziran Direnişi davası, Sivas katliamı davası ve zamanaşımı, Barış Pehlivan infazı, cumartesi anneleri, tutukluluk hukukuna uymadan tutukluluğu istisnadan çıkarıp asıllaştırmanın yaygınlaştırılması, yasal tutukluluk süresi dolduğu halde tutukluluğu devam ettirmeler, uzun yargılama süreçleri, uygulanmayan masumiyet karinesi, uygulanmayan adil yargılanma hakkı, uygulanmayan yargı kararları, uygulanmayan yüksek mahkeme kararları, arabuluculukla hak gaspları…
Daha birçok örnek artık toplumun derin yarası durumuna getirdi yargıyı. Yargı organı var, Anayasaya göre hak arama özgürlüğü var ama aranan hakkı buldurmuyorlar.
Ağır yaralanan, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının gereklerini yerine getiren mensuplarını kıyıma uğratan yargı, kadrolaşmalardan kararlarına, yönetiminden denetimine çürümeye yüz tuttu, yargısızlaştırıldı, kendisi yargısızlaştı, toplumu da yargısızlığa, daha fazla adaletsizliğe sürükledi.
Cumhuriyetin temel niteliklerinden “hukuk devleti”, laiklik ilkesi, tüm işlemlerinin ve uyuşmazlıkların yargı denetimine tabi olması ilkesi yok edilerek, piyasaya ve gericiliğe teslim olarak cumhuriyetin yıkılmasını engelleyemedi.
Kapitalist ilişkileri, eşitsiz gelişme yasalarını yansıtarak eşitsizliğin ve adaletsizliğin belgelerini mevzuat ordusuna katan hukuk devleti, hukuklu hukuksuzlukla, kuralsızlaştırmanın yaygınlaşmasıyla cumhuriyetin yıkımının hızlandırılmasına neden oldu.
Hukuk devletinde her kafadan ayrı ses çıkmaz. Hukuk devletinde bir siyasi inada, çıkara ve baskıya göre hareket edilmez. Yurttaşlar ayrıma tabi tutulmaz.
Haziran Direnişinin, milyonların günlerce direnme hakkını kullanmasının intikamının istenmesi bilinmez değil. Öne çıkarılan isimler üzerinden halka korku salınmak istenmesi bilinmez değil. “Yalnızca bizim siyasetimize uyun, kul hakkının tüm hakların önünde olduğunu unutmayın, şükrederek sessiz kalın, aksi durumda siz de cezalandırılırsınız” baskısı bilinmez değil.
Yargı kararlarına karşı kişileri özgürlüğünden yoksun kılanlar, kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak ve görevinin gereklerine aykırı hareket ederek suç işliyor. Anayasanın öngördüğü hukuk ve yargı düzeninin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs ederek suç işliyor.
Bu suçların kökeninde emekçi halkın eşitlikçi ve özgürlükçü yaşamını, tüm haklarını elinden almaya kalkışan, emek gücünü meta yapan ve ancak kendi gereksinmeleri kadar nefes hakkı tanıyan sömürücü ve gerici düzen var.
Bu düzenin sermaye ve siyasi iktidarı kendi koyduğu kurallara ve kurumlara dahi uymayacak kadar egemen, baskıcı, keyfi, saldırgan. Emekçi halkın toplumsal yaşamda yer almasını sağlayacak politikalardan uzak.
Burjuvazinin yargısı ile halk adına yargılama aynı şey değil. Bu gerçek. Ancak burjuvazinin kendi hukuk devleti ve bağlı olarak yargısı da çiğneniyor, bu da gerçek.
Onarım öneriliyor ama onarılacak olanın burjuvazinin hukuk devleti içinde nereye oturtulacağı sorusu, sömürücü düzen içinde anlamsız kalıyor.
Sömürücü düzende en iyi anayasa kurallarının buluşturulduğu bir anayasanın geleceği neyse, hukukun, bağımsız yargının geleceği de orası: Kapitalizmin ve emperyalizmin gereksinmelerine, sömürünün amaçlarına uygun, gericilik içinde eriyen bir üst yapı.
Kurtuluştan kuruluşa, kuruluştan bugüne, içinde ilerlemeyi, aydınlanmayı ve anayasal gelişme tezlerini eyleme geçiren ama her seferinde ve yaygınlaşarak gerilemeye, çürümeye yüz tutan yüz yıllık cumhuriyet tarihi nelerin yapılıp nelerin yaptırılmayacağı konusunda kapsamlı bir kaynak.
Aydınlanma, cumhuriyetin nitelikleri, laiklik, eşit yurttaşlık, kamuculuk, bağımsızlık, hak ve özgürlükler, adalet, hukuk devleti, anayasallık, parlamento, yargı denetimi, toplumsal denetim olarak halk adına halk için elde kalanlar cumhuriyetin halka kazandırdığı direnme hakkının ürünleri. Sermaye sınıfı ve gericilik için yaşatılanlarsa halkı piyasaya, gericiliğe, yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe tutsak ediyor. Sömürüye tutsak ediyor.
Halk için cumhuriyet, cumhuriyet için sosyalizm bu temel sorunun da çözümü.