'Komünizm sonsuz hayattır, sonsuz gençliktir, sonsuz bahardır' diyor şair. Esası 'kurtuluş düşü'dür.  

Kurtuluş düşü

3 Haziran 63, demek altmışıncı yılındayız şairsizliğimizin. Dile kolay, o yıl doğanlar altmışıncı yaşını doldurdu bu yıl ki daha fenası ben de aralarındayım. Seneye şairin öldüğü yaşta olacağız demek ki.

İnsanlar ölümlüdür evet ama aralarından bazıları ölümsüz ürünler bırakır arkasında. Büyük insanlık ailesinin kutsanmış çocuklarıdır onlar. Aldığından daha fazlasını verdiklerindendir bu, çağının ruhunu taşıdıklarındandır. 

1902’de doğdu Nazım. Hürriyetle altısında, Sosyalizmle on beşinde, Cumhuriyetle yirmi birinde kesişti yolu. Demek ki çağının ruhu kesif bir devrimden ibarettir. Haliyle Nazım da devrimden ibarettir bir bakıma. Diyor ki o da;

Ben, bir insan,
ben, Türk şairi Komünist Nazım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben ...

Nazım Hikmet devrimin çocuğudur ama elbette birbirine benzer ve birbirinden farklı iki ayrı devrimdir sözünü ettiğimiz. Biri burjuva karakterlidir, diğeri işçi kokuludur; biri her mahallede bir zengin yaratmak istemektedir, diğeri yârin yanağından gayrı her şeyi eşitçe, kardeşçe paylaşmak derdindedir. Tarihin cilvesi bu iki devrimi aynı cephede yan yana getirmiştir üstelik. İkisi de emperyalizme karşı mazlum milletler safında savaşmaktadır çünkü. Kuzeydekiler koşar Anadolu’ya, destekler bu burjuva karakterli devrimi. Ama o karakter, Anadolu’nun ilk sosyalistlerini boğmak için harekete geçecektir az sonra. 

Diyor ki şair;

Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, ‘hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey’, der.

Böyledir, iki devrimini arasında duran şair görmektedir, yenenler yenilenlerin ak libaslarında siler kılıçların kanını. Tarih, sınıf savaşlarının tarihidir çünkü, haliyle kafanızla yüreğinizin arasında bir yerdedir bu tarihin gerçeği. Bilime de şiire de mecburuz o yüzden. Bilimle bakacağız ve şiiri eksik etmeyeceğiz yanımızdan. Demek ki devrimsiz şiir olmaz, demek ki şiirsiz devrim imkansızdır. Nazım özetle budur. 

Ne hoş, bilimde devrim yapmaya kalkışanların yolu da şiire düşüyor mecburen. Fizikçi Niels Bohr, atom altı fiziği hakkında şöyle diyor: “Konu atomlar olduğunda, dil ancak şiirde olduğu gibi kullanılabilir.” Bilimin imgelere yasalanarak ilerlediği yerdir burası. Kelimeler yeni gerçeği ifade etmekte yetersiz kalır çünkü. Bu durumda şiire başvurmak gerekir. Esası kelimeleri devrime uymaya zorlamaktan ibarettir. Nazım’ın şiiri de özetle budur. 

***

Nazım, 1921 yılında, demek henüz 19 yaşındayken, milli mücadeleye katılmak için Anadolu'ya geçti. Yolda durdular, cepheye gönderilmek için yol aradılar, izin istediler. Ama Bolu'da öğretmenlik düştü paylarına. Burjuva devrimi için yol kapanmıştı. 

Aynı yılın eylül ayında Batum üzerinden Moskova'ya geçtiler, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne öğrenci yazıldılar çaresiz. Bu bir devrimden ötekine geçiş anlamındadır aynı zamanda, bir tür zamanda yolculuktur. Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra döndü şair, Aydınlık dergisinde yazmaya başladı. Şiir ve yazıları artık öteki devrime meylediyordu, 15 yıl hapis istediler hakkında. O da yeniden tuttu Moskova’nın yolunu. Üç yıl sonra, 1928'de, af çıkardılar. Döndü, tutuklayıp attılar içeri. Sonra yeni davalar, yeni mahpusluklar. Ama aklına bile gelmedi devrime küsmek, liderine sırtını dönmek. Mektup yazdı kendisini çaresiz hissettiği bir günde, şöyle diyordu:

“Türk inkılabına ve senin ruhuna and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu da bir an olsun düşünebileyim… Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum…” Doğaldır bu da, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı için en güzel dizeleri o kaleme almıştır. Devrime ihanet eden şair değildir, şaire ihanet eden devrimdir. Çünkü devrim kuzeydekini artık düşman bellemektedir. Şair burjuva düşmanlığının ne ilk ne de son kurbanı olacaktır haliyle…

Trabzon’dan bir motor açılıyor
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! 
Motoru taşlıyorlar 
Son perdeye başlıyorlar! 
Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş 
Kemal kumandanın kordonuna 
Kumandan Kahyanın cebine inmiş…

Böyle açıldı tarihimiz. Ateş ve ihanet var, kan var, verilmiş can var her yanında. Ama biliyoruz, tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu! Devrim çocuklarını yer zaman zaman ve Nazım da sonuçta bir devrimin çocuğudur. 

***

Hatırlıyorum.
On sekiz yaşımdayım.
Anadolu’dayım.
Anadolu savaşmakta.
Yol boyunca gidiyoruz.
Sıcak. Gölge yok.
Diyor ki yol arkadaşım köylü Mehmed:
“Yakında acılarımız dinecek,
Bolşevikler yardım ediyor bize, Lenin ve Stalin.
Dökeceğiz gavuru denize.

Esası budur olup bitenin. Köylü Mehmed karar verir tarihin hızlı mı yoksa yavaş mı ilerleyeceğine. Bir devrimden ötekine bir kapı açılır böylece. Eşitliğe yol vermese bile o kapı, ışıklı kelimeler sızar arasından, halkların yüzüne vurur esintisi. Şiir diyoruz. 

Ve o şiire esinini veren devrim, ne yazık, teoride durduğu gibi durmaz her zaman. Yozlaşır, hedeflerinden vazgeçer, duraklar, hatta çöker. Tutkuyla bağlanmak gerekir yine de, şiirde olduğu gibi eğilmek gerekir üzerine. Bu sadece iyi yaşamakla ilgili değildir çünkü, insan olma, insan kalma maceramızla ilgilidir. 
Bir inanca, bir düşe, bir umuda ihtiyacımız var o halde. “Komünizm sonsuz hayattır, sonsuz gençliktir, sonsuz bahardır” diyor şair. Esası “kurtuluş düşü”dür.  

***

Nazım 1962’de, demek ki ölümünden bir yıl önce, o düşü şöyle not düşüyor defterine:

Yaşım altmış
on dokuzumdan beri bir düş görürüm
yağmur çamur yaz kış
uykuda uyanık
takılmış düşümün peşine yürürüm…

Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde:
ulu kurtuluş düşü memleketimin.

3 Haziran 63, demek altmışıncı yılındayız şairsizliğimizin. Dile kolay, o yıl doğanlar altmışıncı yaşını doldurdu bu yıl ki daha fenası ben de aralarındayım. Seneye şairin öldüğü yaşta olacağız demek ki. Bir düşümüz var ama, ilk günkü gibi genç, ilk günkü gibi taze. Ulu kurtuluş düşüdür bu, memleketimizin. O düş ki hapislerde ışığıdır hürriyetimizin, ekmeğimizin katığıdır sürgünde, her biten akşamdadır, her biten günde… Mecburuz, yok edeceğiz insanın insana kulluğunu!