'AKP’nin yoksullaşmanın üstünü örtmesine izin verilmemelidir. Türkiye’nin geleceğini aydınlatacak olan ilke arıyorsak, o emekçinin yüksek yararından başka bir şey değildir.'

Emekçinin yüksek yararı

Bugün Türkiye’nin bütün diğer sorunları, “yoksullaşma” merkeze konarak ele alınmak durumundadır. Bu söylediğim, ekonomik yapının belirleyici veya öncelikli olduğu genellemesinden farklı bir şey. Diğer konuların yapay veya önemsiz oldukları anlamına ise hiç gelmiyor…

AKP’den seçim stratejisi diye popülizm, halka yaranmacılık, toplumun gözünü boyayacak birtakım açılımlar, hatta ekonomik-sosyal reform bekleyenler boşa düşmüş bulunuyorlar. AKP bütün zenginlikleri amasız fakatsız, tüm riskleri göze alarak tekellere aktarmaya dayanan bir sermaye birikim rejimini benimsemiştir. Bu söylenen de, bir düzen partisinin genel olarak mülk sahibi sınıfları kayırmasından çok öte bir şeydir.

AKP bu tercihinde benzersiz ve rakipsizdir. Bir dizi nedenle böyle. Bir kere bu parti düzen partileri içinde toplumda en yaygın örgütlülüğe sahip olandır. Parti örgütlenmesi önemsiz; asıl tarikatlara ve cemaatlere, sermaye sınıfının entegrasyon düzeyine ve buna dayanan zorunlu dayanışma ilişkisine, aşiretlere, çeteleşmeye ve yoksulların “zekata” bağlanmasına bakılmalıdır. Sermayeye sonsuz hizmeti, bu ilişki ağları olmadan hayata geçiremezsiniz. 

Sonra, AKP iktidara gelsin diye kurulmuştur ve muhalefete düşme seçeneği olmayan bir partidir. Ne pahasına olursa olsun iktidara tutunacak veya dağılacak... Dağılması halinde toplumun bu yapıdan hesap sormaması, daha doğrusu bir toplumsal hesaplaşmanın yeri göğü sarmaması imkânsız görünüyor. Diğer partilerse toplumla alternatif bir iletişim kurmak zorundalar. Bu ilişki Erdoğan tipi reis-müritler modelini taklit edemeyeceği, bu yol dolu olduğu için tabanın beklentilerini bir biçimde yansıtmak zorunda. Yani popülizmden, kitlelerin ağzına bir parmak bal çalmaktan kaçınamazlar… Bir sermaye birikim rejimi olarak yoksullaştırma stratejisinden sapmak zorunda kalırlar.

Demek ki, anketlerde yönetimi hatalı, yöneticileri beceriksiz bulanlar ağır biçimde yanılmaktadır. AKP yoksullaşan Türkiye’yi değil semiren Türkiye’yi temsil ve tatmin etmeyi seçmiştir ve bunda görülmemiş ölçülerde başarılıdır. 

Sorun, sermayeyi AKP’ye borçlu ve müteşekkir kılan bu yolun bir toplumsal denge vaat etmiyor olmasında. Dur durak içermeyen bu yoksullaştırma operasyonunda iktidar, frene basmak ve yoksulları az buçuk kollamak zorunluluğuna dayandığında, tercih edilme nedenlerini yitirecektir. O durumda, işler tam tersine dönecektir. AKP nasıl yoksullaştırmada rakipsizse, kitlelere mavi boncuk dağıtma yarışında nal toplamaya mahkûmdur. Bu saatten sonra ağızlarıyla kuş tutsalar inandırıcı olmayacakları gibi, sermaye sınıfı CHP’nin, çok daha sınırlı bir tavizle yoksul gönülleri fethedeceğini tahmin ederek siyasi yatırımını değiştiriverir... 

Durmaksızın memleketin nereye gitmekte olduğu sorulup duruluyor. Şimdilik hakkını aramak için benzerleriyle ilişkiye, dayanışmaya geçmek ve örgütlenmek yerine kendini ekranlara zincirlemeyi seçen halkımız, bu sorunun, aslında kendinde saklı olan yanıtını arıyor. 

Yanıt: Türkiye’nin bir kırılmaya gittiği kesindir. Süreç yoksullaştırma stratejisinin uygulanamaz hale geleceği ana kadar devam edecek. O momentin, AKP’nin düşüşüyle somutlanması yüksek ihtimaldir. Zamanlamada ise halkımız kesinlikle belirleyici unsurdur. 

Dün Korkut hocanın soL portal’daki yazısını okuyanlar, o ana hızla yaklaştığımızı, sonucun kaçınılmaz olacağını düşünmüş olabilirler. O yazıdaki çarpıcı verilere göre İstanbul’da yetişkinlerin yüzde 41’i “marjinal”, yani günlük (toplayıcılık, seyyar satıcılık, çiçekçilik gibi) işlerde çalışıyor. Kayıtlı çalışan yüzde 18, asgari ücrete yığılmış olmalıdır. Yüzde yüzde 23’lük kayıt dışı ile yüzde 18’lik işsiz yığınların ise tahammül sınırının altına çöktükleri açıktır… Yine de duvara çarpma benzetmesi yanıltıcı olacaktır, çünkü bu konuda maddi bir eşik yoktur. Biz, artık destek bulacağı veya kaçacağı köyü bile kalmayan kentli işçi sınıfının kütlesel evsizliğe, beslenme bozukluğuna bağlı hastalık ve ölümlerin birkaç kat artmasına vb boyun eğmeyeceğini iddia edebilir, daha iyisi, maddi gerekçeleri çok güçlü olan olası direnişi örgütleyebiliriz. Örgütlenme ne kadar çoksa, kırılma noktası o kadar yakın olacaktır! Dedik ya, zamanlamayı başkası değil halk belirleyecek…

Başa dönersek; kendileri birer birer hiç de önemsiz olmayan diğer sorunlar, örneğin komşularla gerilim, savaş, sınır ötesi operasyon, özgürlükler, dinci rezaletler, adalet sisteminin çöküşü, göçmenler ve başkaları yoksullaşma sorunu merkeze konarak ele alınmalıdır. 

AKP’nin bunlarla yoksullaşmanın üstünü örtmesine izin verilmemelidir. Yoksullaşmaya odaklanmayan düzen muhalefetinin bu başlıklarda kaldırdığı ve halkın gözünü alan toz yere indirilmelidir. Bu sorunların her birinin emekçilerin çıkar ve mücadelesine yarar sağlayacak çözüm yolları geliştirilmelidir. Türkiye’nin geleceğini aydınlatacak olan ilke arıyorsak, o emekçinin yüksek yararından başka bir şey değildir.