Değişim -farklı isimler, farklı siyasi partiler, farklı hükümetler, farklı anayasalar olsa da- aynı ideoloji ve siyaseti içeriyorsa yalnızca bir propaganda sözcüğü olarak kalır.
Türkiye’de demokratik deneyimin 1950’de başladığını söyleyenler, AKP’yi bu demokrasiye hükmeden, kararlı bir İslami kimliğe sahip, yetkin bir siyasi parti olarak tanımladı. Bu tanımlamayı savunan liberallere, kapitalist/emperyalist egemenlere göre, 1980 askeri darbesi ve yansıması olarak 1982 Anayasasına ve neoliberal uyuma karşın, 2000’lerin başına kadar gelinen ekonomik, siyasal, yönetsel ve hukuksal ilişkilerde, toplumsal yaşam tarzında değişim gerekliydi. AKP 1950, 1971 ve 1980 değişimlerinin 2002 projesi olarak doğdu.
1924, 1961, 1982 Anayasalarının ekonomi politiği uygundu ama sermaye sınıfının egemenliği önündeki siyasal, yönetsel ve hukuksal engellerin kaldırılması, savaşımlarla kazanılan hak ve özgürlüklerin toplumsal direnme hakkının kullanılmaması için sınırlandırılması, yurttaşlığın en temel ilkesi olan laikliğin yok edilmesi gerekiyordu.
Kurtuluş ve kuruluşun aydınlanmacı ve ilerici Cumhuriyetinin yıkılması gerekiyordu.
“Gayet siyasal Erdoğan” ile ABD yönünden esen “gayet ekonomik ve dinsel Gülen” rüzgarının, Almanya yönünden esen yine gayet ekonomik ve dinsel Milli Görüş rüzgarının buluştuğu siyasal proje devreye sokuldu. Sermaye sınıfıyla iç içe İslamcı bir çizgi, milliyetçilikle bulamaç edilip, “ılımlı İslam” adıyla, “uyumlaştırıcı” olarak siyasetin, devletin, hukukun ve toplumun içine yerleştirildi.
Koalisyon olarak ortaya çıkan AKP siyasetinin, daha sonra yaşanan Gülen olayının, MHP ortaklığının, içinden çıkan iki siyasi partiyle düzen içi muhalefet ortaklığının, düzen içi siyaseti AKP’lileştirmenin, 2002’den bu yana seçimlerle iktidarda kalınmasının, rekor kıran Anayasa değişikliklerinin, parlamentonun ikincile itilerek başkanlı rejime geçişin, yargısal uyumun, laikliğin yok edilmesinin, cumhuriyetin yıkılmasının özünde kararlı bir dinsel kimlikle birlikte asıl olarak kapitalist/emperyalist düzen kimliği var, sömürü var.
Siyaseti, ekonomiyi, sosyal düzeni, özelleştirmeleri, yağmayı, emperyalist ilişkileri, NATO bağımlılığını kolayca yönetecekleri, emek gücünü etkili olarak denetim altında tutacakları bir uyumlu dinsellikle her şeyin sermayenin hizmetine sunulduğu düzeni sürdürme yolunda AKP, 14 Ağustos 2001’de, muhafazakar demokrasi, milli muhafazakar, sosyal muhafazakar, Yeni Osmanlıcılık nitelendirmeleriyle siyasi faaliyete başladı.
Koalisyon partisi olarak ANAP’ın, siyasi İslamcı olarak REFAH ve FAZİLET partilerinin, 12 Eylülden sonra siyasal yaşamına DYP olarak devam eden sağ siyasetin, milliyetçi grupların, kimi sosyal demokratların, ekonomiye, siyasete, devlete dalıp yerleşen tarikat ve cemaatlerin bulamaç yapıldığı geniş yelpazeli siyasal projeye “değişim”, “yenilikçilik” denilmeden başlanamazdı.
Değişim, AKP ve CHP dışındaki siyasi partileri yüzde 10 barajının altına iterek AKP’yi 363 milletvekiliyle iktidara getirdi. AKP, 3 Kasım 2002 genel seçiminde yüzde 34.3 oy oranıyla, yıllarca bırakmayacağı iktidara otururken yüzde 46.3 oranındaki oy Mecliste temsil edilemedi.
Laik Cumhuriyeti yıkarak, hukuklu hukuksuzluğu yerleştirerek yıllarca değişim üstüne değişim yaparken, Cumhuriyetin yüzüncü yılında da değişim diyorlar. 2002’de “yenilikçi” nitelendirmesiyle siyasal değişime bağladıkları propaganda yüzüncü yılda “yeni anayasa” sözcükleriyle sunuluyor: Yeni Osmanlıcılığa dönen siyasetin, özü sermaye sınıfının egemenliği yönünden değişmeyen, gericileşen, otoriterleşen yeni anayasası…
Kanını ve canını vererek, savaşarak emperyalist işgalden kurtulmak; akıl, aydınlanma ve bilimsellikle saltanata, hilafete, soya, dine dayalı kullaştırılmış bir toplumdan kurtulmak; Cumhuriyete geçmek devrimdi. Değişim diye diye yapılanlar bu cumhuriyeti lime lime parçaladı.
Değişim -farklı isimler, farklı siyasi partiler, farklı hükümetler, farklı anayasalar olsa da- aynı ideoloji ve siyaseti içeriyorsa yalnızca bir propaganda sözcüğü olarak kalır. Tarih bunu bize burjuvazi içinde hep gösterdi.
Yüzüncü yılda düzen içi siyaset yönünden gelinen yer “çok parti tek siyaset”, düzen içi muhalefetin siyasal iktidarla aynı siyasette buluşması.
Cumhuriyetin adı var kendisi yok. Laikliğin adı var kendisi yok. Siyasal ve ekonomik bağımlılık sürüyor, emperyalizmle işbirliği sürüyor. Özelleştirmecilik, yağmacılık sürüyor. Parlamento işlevsizleştirilerek, yargı bağımlılaştırılarak aynı siyasetin parçası olmaya devam ediyor. Elbirliğiyle sömürücü düzenin devamı yolundalar.
Değişim adıyla sunulanlar kimi zaman heyecan yaratsa da sömürücü düzen değişmedi. Olumlu görülen değişimler kısmi ve geçici kaldı, olumsuzları hep devrede oldu. Sırtını dinselliğin uyumlaştırmasına dayayanlar sömürmeye devam ediyor. Yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik, hukuksuzluk, hak ve özgürlük yoksunluğu derinleşerek devam ediyor.
Çürüyenin üzeri boyanmakla çürüme durdurulamıyor.
Değişim ama hangi sınıf için?
Çözüm, düzen içindeki değişim yanılsamalarına kanmayıp toplumsal, siyasal ve ideolojik dönüşüme yol almakla, sosyalist devrim ve cumhuriyet hedefine kilitlenmekle gelecek.
Bu savaşımın önemli ve etkili adımlarından biri atılıyor. Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM) “buzu kırmak, yolu açmak, yönü belirlemek” için halkın istencinin bir unsuru olarak yola çıkıyor.