Ve çocuklar, yani bugünün çocukları. Tüm bu modern hengâme içinde, darbeler, göçler, savaşlar, salgınlar, tehditler, belirsizlikler ve gelgitler içinde babalarını bir zamanlar beyhude yere sürekli ama sürekli çabalayan, soyları tükenmekte olan ve hatta çoktan tükenmiş olan hüzünlü kişiler olarak hatırlayacaklar.

Babalar gününde babalar ne ister?

Sorunun yanıtını inanın bilmiyorum. Yani “tamamen bilmiyorum” diyemem. Ama tek bir yanıtı olmadığı için bilmiyorum demeliyim. Çünkü…

Çünkü, mesela babalar gününde küçük hediyeler mi ister babalar? Ailece keyifli bir Pazar geçirmek mi isterler? Yoksa yanaklarına konacak minik öpücükler mi isterler? Sevgi sözcükleri ve de göğüs kabartan övgüler mi isterler? Gururlanmak? 

Ya da belki de kafasını dinlemek mi ister? Dırdır ve çocuk gürültüsünden uzak bir gün geçirmek mi ister baba?

Kim bilebilir ki?

Hem zaten hangi babalıktan bahsediyoruz ki? Çeşit çeşit babalık yok mu? E, o zaman bu soruyu nasıl yanıtlayacağız ki?

Hem zaten herkes hayatını sınıfına göre yaşıyorken babalar da babalığını sınıfına göre yaşamıyor mu? Sınıfının imkânları, çatışmaları, değerleri, kişiliklileri, tarihsel süreçleri, tarihi ve bönlükleriyle yaşamıyor mu? Öyle olunca da çeşit çeşit babalık ve çeşit çeşit de yanıt çıkmıyor mu ortaya? Sınıfına ve bilincine göre... 

Evet, hayat da babalık da değişiyor işte.

Ama yine de baştaki soruya bir yanıt vermemiz gerekirse demeliyiz ki babalar gününde babalar en başta baba olmamak isterler! Diyebilirim ki ve demeliyiz ki her baba öncelikle baba olmamış olmak ister. Ama bilerek ama bilmeyerek… Açık açık düşünerek ya da sadece hissederek. Bunu, yani sıfır noktasına dönmeyi, her baba ister! Hem de çaresizce. Hatta bunu bir tek babalar gününde değil her gün ister; beyhude bir çabayla. Ve, ama bilerek ama bilmeyerek babalıktan kurtulmaya çalışır. 

Tabii ki bunu her baba sınıfının, tarihinin ve kişiliğinin ölçüleri içinde yapar. Ama, yapar! Yani daha doğrusu yapmaya çalışır. Dehşet duyduğu bu konumdan, yani babalıktan çıkmaya çalışır. Kaçar. Babalar günü de dâhil.
Kahveye gider, arkadaşlarına gider, işine gider, dostuna gider, Whatsupp’a gider, Facebook ya da Twitter’a gider; oralara gitmiyorsa Netflix’e gider, filmlere, dizilere gider; ganyan bayiine gider, İddaa oynamaya gider; borsaya, Foreks’e gider; meyhaneye gider, biraneye gider; camiye, dergâha, sohbete gider... Gider de gider. 

Ve bunların hiçbirine gidemiyorsa çevresinde kendisine baba olduğunu anlatan her şeyden ve herkesten kaçmak için kendi içine gider. Orada susar. Uzun bir susuştur baba. Yıllarla birlikte belirginleşen testosteron otizmidir baba. Suskun, şaşkın ve kandırılandır. İdare edilendir. 

En son babalar duymaz mı? İşte bundandır! Baba, kendi içine kaçtığı için etrafında olanları bile farketmez.

Ve her baba az ya da çok, ama mutlaka gider.

Yine de tüm bunlara rağmen kocaman bir eksik yan var, babalar gününde babaları böyle konuşurken…

Bugün baba dediğimiz kişi/konum kimdir, nedir?

Popüler bir tanım var, baba için: Kızan, karışan, sinirlendiren. Koruyan, sarılan, özlenen; mânâsı yokluğunda daha iyi anlaşılan kişi.

Yani…

Baba, ancak yokken varolan kişidir.    

Bugün baba dediğimiz kişi/konum bir ara formdur. Bir geçiş dönemi hayaletidir. Üstünde geçmişin “ışıltısını, şanını, iktidarını” yansıtan eski püskü yaldızlarla paspal ve şaşkın bir halde ortalıklarda dolaşmaktadır. Ve bu anlamda işi zordur. 

Örneğin baba, annelikten kadın kimliğine geçen, bunun için mücadele eden, ayağa kalkan, ses veren bir kadın gibi olamamaktadır. Yani baba kimliğinden erkek kimliğine geçememektedir. 

Çünkü bildiği ve neredeyse tüm çocukluğu boyunca bilincine işlenen erkeklik sadece ve sadece babalıktan ibarettir. Bu nedenle günümüzde baba şaşkın bir biçimde değişirken, daha doğrusu etrafı, dünyası değiştiği için değişmek zorunda kalırken babalıktan erkek kimliğine değil bir boşluğa adım atabilmektedir. Bir Araf’a bile değil. 

Babanın öte yanı boşluktur. Ancak başkaları tarafından tarif edilecek bir boşluktur. 

Günümüzün babası bunun sersemliğini yaşamaktadır. Ve bunu yaşarken de gürültü bile çıkaramamaktadır. 

Bugünün baba olamayan babası, geçmişte baba olan kendi babasına dönüp mesela hesap bile soramamaktadır. Ve tabii ki annesine de ses çıkaramamaktadır: “Neden bu adamın baba olmasına izin verdin?” Geçmişteki ailesini, okulunu, çevresini ve en genel tabiriyle toplumu ise hiç düşünememektedir. Ufku böylesi sorgulamalara, hele içinde olduğu durumda, hiç mi hiç el vermemektedir.

Durumu acındırmaya çalışmıyorum ama bugünün babası çağımızın kayıp bir “kahramanıdır.”

Peki, baba bugün kimdir? Bu kayıp, yitik ve şapşal kişi kimdir?

Bugünü ve geleceği, bir kadın ya da bir kaç çocuk tarafından çalınmış bir kişi midir?

Annesinin büyümeyen ve büyüyemediği için de hayatı kör topal yaşayan ve her yerde annesini arayan biricik oğlu mudur?

Yaşar Usta olamayacağına ve tabii ki olmadığına göre (ki Yaşar Usta zaten olsa olsa ancak kendi babası olabilir) kendi suretini televizyonda, perdede, kitaplarda ya da aynada bile bulamayan bir tip midir? 

Tip midir? 

Babanın, bugün bir tipi, prototipi var mıdır? Sinemaya uyarlansa mesela, Yaşar Usta gibi ölümsüzleşebilir mi? Ya da bugünün babasının kitabı yazılsa Pedro Paramo gibi klasikleşebilir mi? Düttürü Dünya’nın gündüz memur, akşam gırnata çalan babası bile geride kalmışken çağımıza sıkışıp kalmış bir baba mıdır bu baba?

Günümüz babasının bir gölgesi var mıdır? Varsa neye benzer? Nereye düşer? 

Bir erkek midir?

Daha uzatılabilir! Ama duralım. Gereksiz. 

Baba bugün bir ara formdur. Ara tür. Hilkat garibesi. Adı konmamış yok oluştur baba.

Baba bugün “yok insan”dır. Daha doğrusu olmayan ve olmayacak olandır. 

Biliyorsunuz ya da belki de bilmiyorsunuz. Freud bu olmama işini Oidipus’un hikâyesi ile bağlamıştı. Gözleri tamamen açık olmasına rağmen tam bir körlük hikâyesidir Kral Oidipus’un hikâyesi. Sonunda hem babasını öldürmüş olduğunu öğrenir, hem kendini kör eder hem de annesinin ölümüne yol açar. Ama tüm felakete rağmen baba bu hikâyede kurucu bir yerdedir. Tüm yazgıyı ortaya çıkaran ve gerçekleştirendir. 

Baba olmak beladır. Büyük bir trajedidir. 

Lacan için ise sembolik olana, dile, düşünceye ve dış dünyaya giriştir baba. Babanın adı ile kurulur insanın dili, düşüncesi ve sembolik zihinsel dünyası. 

Babanın adını mümkün kılan  ise annedir. Çok kabaca da olsa anne insanın iç dünyası ise baba da insanın dış dünyasıdır. Tekinsiz ama vaat doludur.

Bu anlamda baba, insanın ilk düşmanı ve de ilk dostudur. İnsanın ilk oyun arkadaşı ve de ilk rakibidir baba. 
Tam da bu ikilik nedeniyle de baba imkânsızdır. Beyhude bir çabadır. İşe yaraması, yarar gibi görünmesi (işte biliyorsunuz tüm o baba edebiyatı) geçicidir. Bir yanılsamadır. Baba insanın hem ustası hem de…

Bu nedenle, babalar gününde dahi babalar, baba olmamayı isterler. Ama bilerek ama bilmeyerek.

Ve giderek, daha çok bilerek…

İddia ediyorum: önümüzdeki 15-20 yılda boşanmalar ve geç evlenmeler daha da artacak. Bir tek kadınlar özgürleştiği için değil, erkekler kendilerini arayıp arayıp kaybolduğu, bulamadıkları için.

Ve çocuklar, yani bugünün çocukları. Tüm bu modern hengâme içinde, darbeler, göçler, savaşlar, salgınlar, tehditler, belirsizlikler ve gelgitler içinde babalarını bir zamanlar beyhude yere sürekli ama sürekli çabalayan, soyları tükenmekte olan ve hatta çoktan tükenmiş olan hüzünlü kişiler olarak hatırlayacaklar.

Ta ki…

Ta ki aile kurumunu gerektiren sosyoekonomik yapı kökten değişene kadar. 

İşte o gün, babalar gününde babalar, artık baba olma gerekliliğinin ortadan kalkmasının verdiği rahatlıkla belki de geçmişe bakacaklar ve tüm eski babalar için son bir kadeh kaldıracaklar.

Ve tüm babaların beyhude halleri için bağışlanmasını isteyecekler.